Geçenlerde bir dostum, sayıların babası olarak kabul edilen Pisagor'un (Pythagoras) öğrencilerine verdiği ilginç bir emirden bahsetti.
Büyük filozofumuz öğrencilerine bakliyat yemeyi yasaklamış. Gerekçesi ise ne sağlık, ne kıtlık, ne de diyet programı gibi aklımıza gelebilecek ilk sebepler. Gerekçe çok garip; şöyle: Bakliyat ürünleri göçebelerin ruhunu taşıyor. Yani mercimek, nohut, fasulye gibi kuru gıda da denilen ürünler, göçebelerin ruhunu taşıyor diye yenmemeliymiş.
Bugünün modern aklıyla olaya baktığımızda saçma olarak göreceğimiz bir olay bu. Ama meseleye M.Ö. 500'lü yıllarda yaşamış Pisagor'un o devrin geçerli aklı çerçevesinde baktığımızda işin rengi değişebiliyor.
Sisam adasında doğmuş sonradan İtalya'da zengin bir liman kenti olan Crotona'ya yerleşmiş Pisagor kehanete ve gizemciliğe yatkındı. Ayrıca hayatı sayılar üzerinden okuma metodu ile uğraşıyordu. Yani yoğun bir metafizik dünya içindeydi. Bu yüzden madde ile ruh arasında ciddi bağlar kurmaktaydı.
Ama onun bu emrini sadece bu gerekçelere bağlamak yetmez. Sosyal siyasal sebepler de aramak gerekir bu sözlerin altında. Olayda sadece bakliyat değil göçebeler de var. Yani Pisagor'un göçebeler üzerine birtakım gözlemleri ve duyumları olmalı ki bu neticeye ulaşabilsin. Peki ama göçebelerin ruhu kötü bir ruh mu, diye sorası geliyor insanın.
Bu olay üzerine aklıma küçükken Derik'te (Mardin) ara ara gelip çadırlarını kuran, kapı kapı dolaşıp yiyecek isteyen yoksul çingeneler ve başka şehirlerden gelen göçebeler geldi.
Heybesini uzatan bu insanların heybelerini babam, "dini" ve "insani" gerekçelerle mercimek, nohut, fasulye veya buğdayla doldururdu. Fakat başka yerlerde de sık sık rastladığımız bu göçebelere yerleşik halktan kimsenin iyi gözlerle bakmadığını hatırlıyorum.
Babam gibi başka insanlar da belli birtakım yardımlarda bulunuyorlardı ama o göçebelerin de bir an önce çadırlarını toplayıp gitmeleri istenirdi içten içe. Rahatsızlığın başlıca sebeplerini dini, ahlaki ve sosyal gerekçeler oluşturuyordu. Hırsızlık, ahlaksızlık, temiz giyinmeme gibi çoğu gerçek dışı iddiaların yanında en önemli sebep, bu insanların çalışmamaları veya sadece düğün dernek işleri için çalgıcılıkla uğraşmaları idi.
Neticede çalışmamak toplumsal ve kültürel algı açısından en büyük lanet sayılırdı. Yerleşik kasaba halkının orta sınıf ahlakını tehlikeye düşüren bu insanların sayıca az olmaları belki baskın kültürün yoldan çıkmasında yeteri kadar etkili olamıyordu, ama gençler, çocuklar için "kötü" örnek olmalarına sebep olabiliyordu. Sonradan o ailelerden bazılarının göçebelikten vazgeçip Derik'te ev bark edindiklerini ve yerleşik hayatı seçtiklerini hatırlıyorum.
Göçebelerin ahlaki değerler üzerine değerlendirilmeleri bir tarafa, onların yerleşik iktidar-medeniyet sistemleri açısından çok büyük tehlikeleri olduğu iddia edilebilir. Örneğin Moğolların veya daha da geriye gidersek Hunların gerçekleştirdikleri göçler ve sürekli oradan oraya göçen toplulukların, göç ettikleri her yerde oranın yerleşik kültürlerini yerle bir ettikleri, iktidar yapısını değiştirdikleri biliniyor.
Yurt edinmemeleri, gittikleri her yere geçici gözüyle bakmaları, işgal ettikleri yer onlara ekonomik veya siyasal olarak yetmez olunca orayı terk edip gitmeleri gibi etkenler yerleşik kültürler açısından ciddi, sosyal ve siyasal olumsuzlukların kaynağını teşkil etmiş. Bugün bile genellikle yoksul ülkelerden zengin Batı'ya göç eden göçmenlerin ve mültecilerin, yerleşikler tarafından nasıl olumsuz karşılandıkları bir vaka.
Tabii burada göçebe ile göçmen arasındaki farkı da kısaca belirtmek gerek. Göçmen bir yerden taşınıp, yabancı bir başka yere yerleşendir. Oysa göçebe için "yurt" yoktur. Sürekli hareket halinde olandır. Kısacası göçebe, yerleşik olanın düzenini, "rahatını" bozar. Yerleşik düzenin hem siyasal hem de dini hem de kültürel iktidar yapısını tehlikeye atar.
Bazen iktidar sahipleri tarafından kullanılabilirler de. En tehlikeli, en zor işlere koşturulabilirler. Ama her ne olursa olsun, dünyanın hiçbir yerinde göçebelere iyi gözle bakılmaz.
Pisagor'a dönersek eğer, onun bakliyatı yasaklaması, o günlerde Med İmparatorluğu'nun, sonrasında Pers İmparatorluğunun batıya doğru genişlemesi ile başlayan yoğun göç zamanına denk düşüyor. Antik Yunan kültürünün egemen olduğu coğrafyada yaşayan Pisagor'un o coğrafyadaki ciddi göçleri -doğudan, kuzeyden gelen göçleri,- saldırıları gözlemlemiş olması ve bunun üzerine yorum yapmış olması muhtemeldir.
Pisagor, göç edenlerin yanında bozulmadan taşıyabileceği en dayanıklı besinin bakliyat ürünleri olduğunu bu sırada gözlemlemiş olabilir. Deniz ve balık kültürünün etkili olduğu bir coğrafyada ve şehirde yaşayan Pisagor'un 300 öğrencisine "bakliyat yemeyin" demesinin nedeni bakliyatın içinde var olduğuna inandığı bu göçebe ve bozgun ruh olmalı.
Bu sözlerimizden göçebeleri ötekileştirdiğimiz anlaşılmasın.
Aslında göçebelerin siyasal ve kültürel olarak tarihe çok büyük katkıları olduğunu düşünmekteyim. Birinci sebep katı kültürel yapıları bozup melezleştirdikleri için demokratiktir. Katı siyasal sistemleri bozguna uğrattıkları için iktidar yapılarının daha fazla güçlenmesini yer yer kesintiye uğratabilirler.
Bence en önemli sebep ise sonsuza kadar bir yere sahip olmak istemeyişleridir. Mal mülk edinme, şehirler, medeniyetler kurma gibi bir düşünceleri genellikle yoktur. Sadece kendilerine yetecek kadar ihtiyaç temin etmeleri ekolojik bir varoluş biçimi olarak görülebilir.
Bu sebeple feodal veya kapitalist bir ekonomiye dahil değiller. Devletlerin ekonomik ve siyasal kontrol için herkesi yerleşik hayata geçirme isteklerine bu sebepten uymazlar.
Göçebelerin ekonomik ve siyasal yapıya bu şekilde dahil olmamaları onları devletler açısından risk grupları arasına sokar. Örneğin, bilenler açısından Beritan Aşiret'ni durumu buna en iyi örnektir. Onlar için yapılan konutlar ve devletin yerleştirme çabalarını hatırlayın.
Dolayısıyla Pisagor zengin öğrencilerine taze, yağlı ve lezzeti bol yemekler tavsiye ederken sadece üst bir sınıfın algısıyla konuşmuştur. Bu durumda bize düşen söz ise şu: Pisagor teoremlerine dön, çek elini kurufasulyemizden! (MK/HK/YY)