Gerçekten de, akıl almaz bir gerçektir çünkü, ifşa edilen; bir ülke olacak, orada petrol olacak ve sürekli birikmek eğilimi gösteren sermaye, bunu görmezden gelecek!
Düşünsenize, Amerika Birleşik Devletleri, (ABD) Türkiye gibi stratejik ortak dururken, Irak'ta petrol fethine çıkacak. (Elbette, Irak Savaşı'nın arkasında, daha önce yine bianet'te yayınlanan "Savaş ve Hakikat" yazısında kısmen durabildiğimiz daha temel tarihsel nedenler de var.) Türkiye'de "Yabancı Sermaye Kanunu" olacak, yabancı sermayeye özel teşvik sağlanacak; "Petrol Kanunu" olacak, bu kanun, yabancı sermayeye daha da özel teşvikler getirecek, yine de uluslar arası petrol tröstleri Türkiye'nin petrolünü çıkarmasına engel olacaklar.
Bu iddialar, Deli Yürek türü dizilerle popülerleştirilmese aslında o kadar da önemli sayılmayabilirdi.
Var mı Gerçekten?
Türkiye'de bu işleri bilenler vardır elbet. Kişisel olarak, işin teknik kısmını, başka bir deyişle, petrolün nasıl aranacağını, bulunacağını, bir yerde yüksek ihtimal petrol var demenin bilimsel kriterlerini vd., bilmediğimi söylemeliyim. Ama en azından güvenebileceğimi sandığım kurumlar var. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) var mesela? Neden bu konuda bir yayın yapmazlar, onu da anlamış değilim. Belki de petrol vardır değil mi?
Maden Tetkik Arama Enstitüsü (MTA), Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) vd. devlet kurumlarına aynı güveni beslemediğimi söylemeliyim. Nasıl güvenebilirim ki? Örnek olsun, Kandilli Rasathanesi'ne depremden sonra meşhur olan zat yerine atanan müdüranım demiş ki: "Türkiye'de bu kadar çok deprem olduğunu bilmiyordum." Yani, Rasathane Müdürlüğüne atanıyor, meraklı bir lise öğrencisinin bildiğini bilmiyor!
Güvenilirlikleri bir yana, ama TPAO yayınlarına bakılırsa, ki çoğu gayet inandırıcı, bu söylentiler, adı üzerinde sadece bir söylenti.
Demokrat Parti
Toplumsal hafızamız, "Yabancı Sermaye Kanunu" ve "Petrol Kanunu"nun Demokrat Parti zamanında çıkarıldığını belki de unutmuştur. Hatırlatalım. Her iki kanunda değişiklikler geçirdi, ama her değişiklik kanunların çıkış amacıyla tam uyum içinde oldu: yabancı sermaye teşviklerini arttırmak.
Mantık şuydu, özellikle petrol arama ve çıkarma pahalı bir iştir, bunu kamusal kaynaklarla yapmak mümkün değil, yabancı sermayeyi çağıralım, onlar çıkarsın, biz de payımızı alırız. Tabi bu pay, hiçbir bağımlı ülkede aslan payı olmaz. Aslan payı, malum, aslanların!
Milliyetçi-muhafazakarlar açısından neredeyse kutsal bir geçmiş sayılan Demokrat Parti döneminin açtığı bu yol; şimdi aynı kesimden bazı yazarlarca toplumda milliyetçi refleksi körükleyecek ideolojik bir motif olarak kullanılıyor. Gerçi, bu söylemin içerdiği anti-emperyalist öğeler de var, ancak, bu öğeler milliyetçi paranoyalara hizmet ediyor.
Milyoner Yaratamayınca.. .
Demokrat Parti, her mahallede bir milyoner yaratma sözü vermişti. 1954'e kadar, Truman Doktrini çerçevesinde verilen Marshall Yardımları ile köylülüğü kısmen rahatlattığı doğrudur. Ekonominin tarım öncelikli yönlendirilmesi ve bu yardımların tarıma kanalize edilmesi köyde kısmi bir refahı doğurmuştu.
1954'ten sonrası ise bağımlı bir ekonominin bütün yapısal sorunlarının, pandoranın kutusu bir kez açıldıktan sonra bütün ülkeye yayılmasından ibarettir. Bugünde aynı sorunların pençesinde kıvranıyor, dünya ekonomisinin izin verdiği görece gelişme dışında yoksullaşmaya, dış ve iç borç stokumuzu arttırmaya, ilk yüzde yirminin geri kalan yüzde seksen kadar tükettiği adaletsizlikle ve karikatürlerde canavar olarak yerini çoktan sağlamlaştırmış bulunan enflasyonla yaşamaya devam ediyoruz. Bunların hepsi 1954'ten sonra yapısallaşmıştır. Merak edenler Cem Eroğul'un Demokrat Parti adlı kitabından okuyabilirler.
Şu kaydı da düşelim: Demokrat Parti olmasa idi de, Türkiye'yi yönetenler, iktisadi olarak dünya kapitalizmi ile eklemlenme tercihi yapmış oldukları için aynı sonuçlar doğacaktı. Tarih, bu rolü İsmet İnönü'ye değil Adnan Menderes'e bıraktı sadece.
Biz Aslında Zenginiz
Artık hepimiz milyoneriz gerçi, bir memur hiç yoksa üç yüz yirmi beş milyon maaş alıyor, değil mi? Ama bazılarımız trilyoner olduğundan, bizimkisi züğürt tesellisi. İroni bir yana kalsın, milliyetçi-muhafazakar söylemdeki "bizim petrolümüz var aslında" retoriği, bana bu aynı züğürt tesellisinin gizemlileştirilmiş bir biçimi gibi geliyor.
İtiraf edeyim, burada aklın nasıl çalıştığını çözebilmiş değilim, tam olarak. Madem öyle, 1950'den beri, bu ülkeyi milliyetçi-muhafazakarlar yönetiyor; bilumum bakanlıklar, takunyalılarla dolu. Bir sürü genel müdürün odasında at, avrat ve silah resimleri var. Bazıları üç hilali yarı resmi devlet bayrağı yaptılar, devlet kurumlarının amblemlerinde belli belirsiz kullanmayı pek ama pek seviyorlar. Amma velakin şu petrolü çıkarmıyorlar. Bunu söyleyen de kendileri.
Zamanında Mithat Paşa'yı Fransa'ya rapor eden Fransız Generali, Paşa için, bence ülkeyi kurtaracak tek adam, sadrazam olmalı, yazmış. Ama eklemiş, bunu pek muhtemel görmüyorum, çünkü Osmanlı rasyonalitesi bizimki ile tamamen zıt. Bizim çözüm olarak düşüneceğimiz ilk şey onların en son, bizin en sona koyduğumuz ise onların ilk aklına gelir. Nitekim, Mithat Paşa, Abdülhamit'i tahta geçirdikten sonra, Abdülhamit tarafından Taif'e sürülmüş ve boğdurulmuştur.
Bor
Türkiye'nin elbette reel yer altı zenginlikleri de var. Bor bunlardan bir tanesi. Yüzde yetmişe yakını Türkiye'de bulunuyor ve değerli bir maden olduğu biliniyor. İş burada karmaşıklaşıyor zaten. Çünkü, petrolü uluslararası tröstlerin çıkarına uygun olarak çıkarmayanların, boru da aynı tröstlere haraç mezat vermeleri arasında bir uyum var. Nitekim, kamuoyu tepkisi olmasa idi, Maden Kanunu'nda yapılacak değişikliklerle buna yol verilecekti.
Karmaşıklığın çözülmesine hizmet edecek başka bir olgu daha var: Bor reel bir toplumsal zenginlik kaynağı olduğu için ülkenin ilericileri boru gündeme getiriyorlar. Milliyetçi-muhafazakarlar ise aşkın gerçeklerle ilgili olduklarından petrolle uğraşıyorlar.
Çözümün yeterli olduğundan emin olmamakla birlikte, denklemin şöyle işlediğini sanıyorum: halkın kafasını bulanıklaştıracağı, milliyetçi paranoyaya hizmet edeceği için "petrolümüz var" masalını gündeme getirmek tehlikeli değildir, ama reel iktidarların dünya kapitalizmi ve sermayenin birikim arzuları ile uyumlu ulusal madenlerin özelleştirilmesi gibi gerçek muhalefetin yeşerebileceği konulardan söz etmek, milliyetçi-muhafazakar diskura uymaz.
Bu ikincisi, bu alanda istihdam edilen çok sayıda işçi olduğu için de ayrıca tehlikeli görülebilir. Zira, işçiler madenleri kapattırmayız diye hükümetlerin başına bela çıkarabilirler. Ama hiç açılmamış petrol kuyularından söz etmenin ne zararı olur? Kısaca milliyetçi-muhafazakar diskurun şöyle işlediği söylenebilir: petrol masalını anlatır, madenleri de satarız.
Kükürt, linyit, kömür
Kükürt, linyit ve kömür madenlerinden bir çoğu, yıllarca, çevresel koşullar gözetilmeden işletildi ve şimdi kapatıldılar. Arkalarında bıraktıkları çevresel yıkımla birlikte. Bu, bu madenlerin illa da çevresel yıkım doğuracağı anlamına gelmiyor. Çevresel yıkım, tamamen daha çok kar güdüsü ile ilgili. Bu madenlerin çevresel koşullara zarar verilerek işletilmesi ne kadar yanlışsa, hatta ondan daha fazla, kapatılmaları yanlış.
Güngör Uras'ın köşesinde yer verdiği, Türkiye'de Linyit Madenciliğinin Geliştirilmesi diye bir rapor var. Maden mühendislerinin hazırladığı. Özellikle elektrik santralleri ile ilgili. Türkiye'de elektrik enerjisi ihtiyacı artık tümüyle doğalgaz santrallerine endeksli. Ancak doğalgaz santralleri Türkiye'de doğalgaz bulunmadığı için pahalı elektrik üretiyor.
Türkiye rapora göre, linyit (düşük kaliteli kömür) zengini. Daha önceden de hidroelektrik santraller yanı sıra linyit santralleri ile elektrik üretimi sağlanıyordu. Linyit santrallerine artık yatırım yapılmıyor ve linyit üretimi de her geçen yıl azaltılıyor.
Bu da uluslararası iktisadi tercihlerle uyumlu, enerji ihtiyacını dış pazara bağlayan bir uygulama. Halbuki, doğalgaz santrallerine yapılan yatırım kadar yatırımla, çevreye uyumlu, linyit santralleri yapılabilir. Linyit ucuz ve Türkiye'de mevcut bir hammadde olduğu için elektrik de daha ucuza üretilebilir. Bunlar, petrol gibi bir masal değil, gerçek.
Rüzgar
Keza, Türkiye bir rüzgar ülkesi. Rüzgar santralleri ile yerel ölçekte enerji ihtiyacının karşılanması yönünde kamu yatırımları yapılabilir. Uzun vadede rüzgar santralleri yatırım maliyetleri bakımından toplumsal zenginliğin çarçur edilmesi anlamına da gelmiyor. Aksine, çevresel zararı sıfıra yakın olan bu santraller, diğer alternatiflerle birlikte nükleer santral çılgınlığının da panzehiri.
Sadece rüzgar da değil, jeotermal kaynaklar da çok çeşitli amaçlarla; örnek olsun, bölgesel enerji ve ısınma ihtiyacının giderilmesi için kullanılabilir.
Fakat aynı milliyetçi-muhafazakarların bütün bu meselelerde dut yemiş bülbüle dönmeleri, illa da nükleer santral diye tutturup, alternatif enerji kaynakları gündeme getiren çevre hareketlerine vatan haini yaftası yapıştırmaları da, bana önemli bir gösterge gibi geliyor.
Yanlış Bilinç
Kendi adıma, şu basit, aslında herkesin bilebileceği petrol meselesinin ele alınış tarzını gündeme getirmekle yapmak istediğim, milliyetçi-muhafazakar ideolojinin işleyiş biçimini sergilemekti.
En anti-emperyalist göründüğü yerde bile, bu ideoloji, gerçeği ayıklıyor ve halkta yanlış bilinç durumları üretecek tarihsel efsaneler, çarpıtılmış gerçekler, hayali iddialarla çalışıyor. Çünkü ancak böyle bir yanlış bilinç durumu içinde "kutsal" olan üretilebilir ve inanılır kılınabilir.
Fakat bu işleyiş tarzının başarışız olduğunu söylemek de güçtür. Deli Yürek tarzı dizilerin izlenilirliği sadece küçük bir gösterge, daha büyük gösterge ise, elbette seçimlerdir. Halk, sistemin "trager"i, taşıyıcısı olmaya razı olduğunu her seçimde yeniden ve yeniden ilan etmektedir. Bu ideolojinin maddi sonuçları olduğunun bir göstergesi...
Petrole gelirsek. Konumuz oydu. Güzel bir düş görmek istiyorsanız, inanmaya devam edebilirsiniz; ama cenneti de insanın kendisinin yaratacağına inanıyor ve bunu biliyorsanız, öncelikle milliyetçi-muhafazakar paranoyalardan kurtulur, sonra da dünya kapitalizmine karşı siyasal mücadeleye girişirsiniz. O zaman, petrol ya da başka bir zenginlik kaynağı, şu ulusun ya da bu ulusun değil, bütün insanlığın olacaktır çünkü. Bütün insanlığın!..(SE/NM)