KAPİTALİZMDE ÇATLAKLAR YARATMAK
Paranın Egemenliğine Karşı Öfke
Latin Amerika'da yaşayan ve Zapatista hareketinin "esinlediği" düşünceyle kapitalizmde çatlaklar yaratan John Holloway, yeni Marksist ve otonom düşüncenin en önemli düşünürlerinden biri. Holloway'in düşüncesi Türkiye'deki hareketler için de ilham verici. Düşünürün 18 Nisan'da Boğaziçi Üniversitesi'nde yaptığı konuşmanın tam metnini yayımlıyoruz.
Bugünlerde bir krizden bahsediyorsak bu, kapitalizmin, sermayenin ve paranın krizidir. bu yüzden öfkeliyiz; öfke çağı hüküm sürdüğü için. bu çağ umutların hüsrana uğradığı ve kendini gerçekleştiremediği bir çağ. Ancak bu öfkeyi her zaman açık bir şekilde görmeyebiliriz. toplumun yüzeyinin hemen altında yayılmakta olduğunu düşünebiliriz. Bazen buradan bazen başka bir yerden patlak verir. nerden ve ne zaman patlak vereceğini öngöremeyiz çünkü politik sistem kızgınlığın ve öfkenin yönetimiyle ilgilidir. Bu öfkenin henüz İstanbul sokaklarında patlamadığını biliyoruz. İstanbul’da olmasa da Türkiye’nin etrafında bu öfke patlamalarına tanık olmaktayız.
Paranın gücü devletin gücünün ötesindedir, aslında devletin gücü paranın gücüne, sermayenin gücüne tabidir. bu duruma öfkeleniyoruz işte. Paranın egemenliğine karşı öfke duyuyoruz. yaratmak istediğimiz dünyaya ulaşmak için paraya ihtiyacımız var; yaşamak, yemek yemek, eğlenmek için; okullar, hastaneler, park ve bahçeler için. İstemediğimiz şey onun egemenliği; kendisi değil. toplumun paranın belirleniminde olmasına karşıyız. Ulaşmak istediğimiz şeylerin yolunun paradan geçmediği bir toplum istiyoruz. bunun üzerinde düşündüğünde herkes paranın egemenliğine neden öfke duyduğunu bulabilir.
Paranın elimizden aldığı şey, kendi kaderimizi belirleme hakkımız yani özbelirlenim hakkımızdır. para bir tür toplumsal kaynaştırma aracıdır. Bu öyle bir kaynaşma, bütünlük, dinamik ki hiç kimse bunu kontrol edemiyor. politikacılar ve zenginler bunu kontrol ediyormuş gibi görünseler de yoksullar kadar paranın hizmetkarına dönüşmüş durumdalar. zaten politikacı ve zengin olmalarının nedeni de bu.
Paranın egemenliğinden bahsettiğimizde toplumun kendine şekil veremediği, kendini belirleyemediği bir durumu kastediyoruz. Paranın egemenliği adaletsizlik ve savaş üretiyor. Paranın egemenliği altındaki bir toplum diğer yaşam biçimlerinin yok edildiği toplumdur. Bugün öncesine göre çok daha açık olarak gördüğümüz şey şu ki, paranın egemenliği altındaki bir toplumda bunları yaratabilmemizin olanakları kökten yok ediliyor. Örneğin paranın egemenliği üniversiteleri yok ediyor. üniversiteler giderek paranın egemenliği altına giriyor. bu öyle bir şekilde oluyor ki herhangi bir tartışma olanağı ortadan kaldırılıyor.
Bu kulağa biraz tuhaf geliyor. Paraya karşı nasıl öfke duyabiliriz? Örneğin devlete sinirlendiyseniz sokağa çıkarsınız ve polise bir taş atarsınız. eğer bir bankaya öfkelendiyseniz gider onun camını indirirsiniz. Belki de birkaç bankacıyı sokak lambalarında sallandırmak istersiniz. peki paranın egemenliğine karşı nasıl öfkemizi göstereceğiz? Hayatın kendisi paranın mantığına, paranın dinamiğine karşı bir mücadele hali.
Örneğin Zapatistaların içinde dolaşırken şöyle işaretler görüyoruz: “kötü hükümetler giremez”, “burada halk iktidarı vardır.” hayatımızı sürekli böyle işaretler koyarak geçiriyoruz. Bu işaretler şöyle diyor: “para giremez, burada bizim sözümüz geçer. para çocuklarımızla ve sevdiklerimizle olan ilişkimizden uzak olsun, para eğitimden uzak dursun, para sağlık hizmetinden uzak dursun!” Bunun için bir sözcük yok ama belki anti-para diyebiliriz. Bazen buna aşk diyoruz. Bazen güven diyoruz. bazen buna topluluk diyoruz. Bazen de komünizm diyoruz.
Paranın İkizi
Haksız olmamızın çok daha önemli bir sebebi var. Biz paranın ikizini unutmuş durumdaydık. Paranın anası da babası da emektir. Para toplumsal kaynaşmamızın birbirimizle ilişkilenmemizin bir biçimidir. bizim etkinliklerimizi başkalarının etkinliklerine bağlayan bir şeydir. Bu etkinliklerimizin üzerine çullanan bir şeydir. bu etkinlikleri bu çullanmayla beraber paranın egemenliğine tabi kılan şeydir. Bir yandan da bu etkinlikleri yabancılaştırır ve soyut emeğe dönüştürür.
Bu yabancılaşmış soyut emek paranın kendisini üreten ve yeniden üreten bir şeydir. Aslolan paradan değil bu tür bir emek biçiminden kurtulmak, etkinliklerimizi başka bir şekilde şekillendirmeye çalışmaktır. Gerek refah devletleri gerekse rusya ve çin devrimleri bu emek biçimini ortadan kaldırmaya çalışmadılar; tersine tam da bu emek biçiminin yüceltilmesine dayandıklarından başarısız oldular.
20. yy ile beraber paranın kibri ve küstahlığı kendisini daha güçlü bir şekilde ortaya koydu ve refah devletinin kendisi ve bu devrimlerin hepsi bir tarafa kondular. Bütün politika ve ekonomi teorisyenleri, akademisyenler ve üniversiteler paranın kral olduğunu ilan ettiler. “hepiniz krala itaat etmelisiniz”, diye çağrıda bulundular. Para bütün şiddetiyle daha çok yıkıma neden oldu. umudun bulunacağı yer tam da burası. Belki para insan varoluşu için gerekli olan koşulları çoktan ortadan kaldırmıştır. belki de kaybetmişizdir ama umudumuzu asla kaybedemeyiz. Umudu yeniden tahsis etmek paranın korkunç ve yıkıcı düzenine hayır diyebilmekte yatıyor. Umut her zaman vardır. bu umudu iki hat üzerinden düşünebiliriz.
Hasta olan paranın kendisidir. meydana gelenlerin hepsi 20. yy devrimleriyle gerçekleşti. bizim memnuniyetsizliğimiz paranın içine tıpkı bir kurdun elmanın içine girmesi gibi girmiş olabilir. İnsanların kızgınlığını içerebilmek onları etkisizleştirebilmek için düşünülmüş olan borçlanma mekanizmalarının kendisi paranın altını çoktan oymuş olabilir. Dolayısıyla paranın kendisine içkin olan bir zafiyetinden bahsedebiliriz. Son finansal krizde gördüğümüz şey ona içkin olan zaafı veren dinamiğin kendisidir. Buna karşı direncimiz belki de sahip olabileceğimiz en gerçekçi ve tek umut. bu bazen zorunluluktan olabilir bazen de bunu tercih etmiş olabiliriz. bu her ölçekte olabilir. büyük, orta ve çok çok küçük ölçeklerde olabilir.
Tüm bu değişen ölçeklerin içinde insanlar “hayır” diyor, “biz böyle yaşamak istemiyoruz. biz hayatı paranın mantığına tabi kılmayacağız. insanlığı bu derece mahveden bir mantığa teslim olmayacağız”.Paranın egemenliğine karşı gelirken tekrar devlete geri dönmeyi de istemiyoruz çünkü devletin ne olduğunu artık biliyoruz. bunu farklı bir şekilde yapmak istiyoruz, bunu deneyimlemek istiyoruz. bunun yanıtını o deneyimde bulacağız.
Buna örnek olarak zapatistaları gösterebiliriz. zapatistalar şöyle diyorlar: “İtaat etmeyeceğiz, kendi yaşamak istediğimiz toplumu kendi ellerimizle kuracağız”. Yazılım hareketlerini, özgür radyo hareketlerini düşünelim; daha küçük bir ölçekte ise bir arkadaşımıza yemek ısmarladığımızı. para istemeyiz ve bu senin için bir armağan diyebiliriz. Bir armağan toplumu yaratabiliriz. toplum merkezlerini, ev ve fabrika işgallerini düşünebiliriz.
Tek bir bilimsel soru kaldı: Kendi yıkımımıza karşı nasıl can hıraç koşuyoruz? Bu sorunun bir parçası olarak şunu soruyoruz: paranın egemenliğini nasıl yıkabiliriz? Yanıt şu ki bunu bilmiyoruz. ama milyonlarca insan bunu yapmaya çalışıyor. Ciddi devasa yaratımların olacağı bir dünyayı düşünüyoruz. Çılgınlıklarla dolu bir dünya görüyoruz –eğer ki deliliği düzene uyum sağlamakla ölçüyorsak. Umutlarla dolu bir dünya görüyoruz.
Bu umutlar gülünç olabilir ama isyanla dolu bir dünya görüyoruz. Şimdi bana “nasıl devrim yapabiliriz”, diye sorarsanız; buna verilebilecek tek dürüst yanıt “bilmiyoruz”, olacaktır. Buna dair verilebilecek tek yanıt çatlakların arttırılması, derinleştirilmesi ve yaygınlaştırılmasıdır.
Öfke paranın egemenliğine karşı bir öfke o halde. Bankaların camını indirin, politikacıları vurun, zenginleri öldürün, bankacıları sokak lambalarından sallandırın. bunlar anlaşılır şeyler ama asıl mesele bunlar değil. Öldürmemiz gereken bir şey varsa o da paranın egemenliği, paranın sadık hizmetkarları değil. Paranın egemenliğini öldürmenin tek yolu farklı toplumsal kaynaşma ve bütünlük biçimleri oluşturmak ve yeni dünyalar yaratmak, eyleyişin farklı biçimlerini yaratmaktır. Şimdi burada. (JH/AG/UK(GY)
* John Halloway’in konuşmasını Atalay Göçer ve Umut Kocagöz deşifre etti ve çevirdi.