*Görsel: Pixabay
Yeni tip koronavirüs (COVID-19) salgını...
Evet, biliyorum, Aralık 2019'da Çin'in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve Türkiye de dahil dalga dalga tüm dünyaya yayılan pandemiye dair bir şeyler duymak, okumak ya da görmek artık hemen hepimizde yılgınlığa benzer bir his uyandırıyor.
O zaman bu sefer başka bir şey yapıp bir an için COVID-19 salgınının bittiğini, hatta salgının üzerinden yıllar geçtiğini düşünelim. Geriye dönüp baktığımızda bu günleri nasıl hatırlayacağız? Pandemi, birinin nerede bitip diğerinin nerede başladığını kestiremediğimiz bireysel ve toplumsal hafızamızda kendisine nasıl bir yer bulacak? Ya da bulabilecek mi?
COVID-19 pandemisi halen devam ettiği için pandemi hafızası da aslında inşa edilmeye devam ediyor.
Fakat, yine de pandemi sonrası dönemde toplumsal hafızanın rolü ve pandemi hafızası üzerine kafa yormak, COVID-19 salgınının nasıl hatırlanacağı ya da hafızalaştırılacağıyla ilgili akıl yürütmek bu noktada ilginç olabilir.
Almanya'nın Goethe Üniversitesi'nden Astrid Erll'in "Sonsöz: Corona Günlerinde Hafıza Dünyaları" makalesinde izlediği yoldan ilham alarak COVID-19 öncesinde salgın hastalıkların nasıl unutulduğuna, COVID-19 sırasında özellikle nelerin hatırlandığına ve COVID-19'un ileride nasıl hatırlanabileceğine biraz daha yakından bakalım...
COVID-19'dan önce unutulan pandemiler
Erll'in de makalesinde belirttiği gibi, COVID-19 dünyanın ya da Avrupa'nın yakın zamanda karşı karşıya kaldığı ilk salgın hastalık değil. Aksine, 2014-2016 yıllarındaki Ebola salgını, 2015-2016 yılları arasında etkisini gösteren Zika virüsü, 2015 yılındaki MERS ve 2009-2010 yıllarında görülen domuz gribi bu salgınlardan yalnızca birkaçıydı.
Gazeteci Laura Spinney'nin İspanyol gribini konu alan 2018 tarihli Pale Rider (Solgun Sürücü) kitabında da ifade ettiği üzere, 1918 ilkbaharından 1919'un başına kadar üç dalga halinde etkili olan İspanyol gribi "20. yüzyılın ve belki de herhangi bir yüzyılın en büyük demografik felaketiydi," çünkü "dünya çapında İspanyol gribinden ölenlerin sayısı, 1. Dünya Savaşı sırasında ölenlerden (17 milyon), 2. Dünya Savaşı sırasında ölenlerden (60 milyon) ve hatta ikisinin toplamından daha da fazlaydı."
Peki, yıllardır hakkında sayısız kitap yazılan, sayısız film çekilen dünya savaşlarından bile çok sayıda insanın ölümüne sebep olan bir salgın hastalık toplumların hafızasında beklenen yeri edinebilmiş miydi?
Veri bilimcisi Scott Hershberger, Scientific American dergisi için kaleme aldığı makalede bu soruyu özetle şöyle yanıtlıyor:
"Britannica Ansiklopedisi, 1924 yılında 20. yüzyılın o zamana kadarki tarihi hakkında iki ciltlik bir çalışma yayınladı. (...) Fakat 1.300 sayfalık bu çalışma bundan sadece beş yıl önce dünya çapında 50 ile 100 milyon arasında insanı öldüren yıkıcı grip salgınından hiç bahsetmedi.
"Sonraki on yıllarda yayınlanacak ders kitapları da 1918-1919 grip pandemisine 1. Dünya Savaşı'ndan bahsederken şöyle bir değinecekti, o da değinecekse tabii...
"20. yüzyılın diğer önemli olaylarıyla karşılaştırıldığında pandemi yakın zamana kadar kamusal alanda silik kaldı.
"Anıtlar ve resmî tatiller her iki dünya savaşında hayatını kaybeden insanları anarken pek çok popüler müze ve çok izlenen film Titanic gemisinin batışını ya da Apollo'nun aya yolculuklarını anlatır.
"Fakat aynı şey (kökeni konusunda yanlış inançlar sebebiyle çoğunlukla 'İspanyol gribi' olarak adlandırılan) 1918 gribi için söylenemez. Pandemi tabii ki tamamen unutulmamıştı:
!Bugün pek çok insan pandeminin yaşandığının, hatta atalarının pandemi yüzünden hayatını kaybettiğinin farkında. Fakat söz konusu olay yine de toplumumuzun geçmişe dair anlatılarının orantısız şekilde küçük bir kısmını oluşturuyor gibi görünüyor."
Yani, aslında hem Erll hem de Hershberger makalelerinde benzer bir noktaya dikkat çekiyor: COVID-19 salgını Aralık 2019'da ortaya çıktığında dünya için yeni bir durum teşkil etmiyordu.
Aksine, dönem dönem ortaya çıkan salgın hastalık gerçeği sadece kendisini yeniden hatırlatmıştı. Ancak, bilançosu ne kadar ağır olursa olsun İspanyol gribi gibi geniş çaplı bir salgının bile toplumsal hafızada yer edinemediği dünya -ya da en azından Avrupa ve ABD- pandemiye ve pandemiyle yaşama fikrine hazırlıksız yakalanmıştı.
Pandemi sırasında dünya neyi hatırladı?
Türkiye'de Mart 2020'den bu yana birlikte yaşamak zorunda kaldığımız COVID-19 pandemisi henüz bitmiş değil.
Bu yüzden de COVID-19'un ileride nasıl hatırlanacağını ya da İspanyol gribi ile aynı kaderi paylaşıp paylaşmayacağını öngörmek zor. Fakat, diğer yandan, pandeminin kendisi bir dizi başka hatırayı tetiklemiş gibi görünüyor.
COVID-19 her ne kadar ulus devlet anlayışının beraberinde getirdiği yapay sınırları dinlemeden ilerlese de Erll'e göre salgına ilişkin söylemler çelişkili bir biçimde "yeniden millileşmeye" işaret ediyor.
Pandeminin başlangıcından bu yana siyasilerin söylemlerine baktığımızda, salgının beraberinde getirdiği belirsizliği anlamlandırmak ve atacakları adımları toplum nezdinde meşrulaştırmak isteyen liderlerin ülkelerinin tarihiyle, özellikle de dünya savaşlarıyla paralellik kuran bir dil kullandıklarını, "vatanseverlik ve milli repertuarlara" başvurduklarını ve sonunda bu hafıza söylemlerini "suiistimal ettiklerini" görüyoruz.
Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson, COVID-19'a ilişkin ikinci günlük basın toplantısında şöyle diyordu örneğin:
"Bu hastalık o kadar tehlikeli ve bulaşıcı ki ilerleyişini kontrol altında tutmak için etkili önlemler alınmadığı takdirde dünyadaki her sağlık sistemini mahvedebilir.
Bu yüzden de dün gerekli olmayan tüm temasa karşı uyarıda bulunarak atılacak adımları açıkladık. Söz konusu adımlar 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana benzeri görülmemiş adımlardır.
"Savaş sırasında bir hükümetin nasıl davranması gerekiyorsa öyle davranmalıyız ve ekonomimizi desteklemek için ne gerekiyorsa yapmalıyız. (...) Evet, düşman öldürücü olabilir, ama aynı zamanda yenilebilir de. Ve biz onu nasıl yeneceğimizi biliyoruz, ülke olarak verilen bilimsel tavsiyelere uyarsak onu yeneceğimizi biliyoruz."
ABD Başkanı Donald Trump ise, yine "Asyalıların gerçekleştirdiği başka bir hain saldırı" olarak İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan Pearl Harbor ve COVID-19 arasında şöyle bir paralellik kurmuştu:
"Ülkemizin şimdiye kadar karşı karşıya kaldığı en kötü saldırıyı yaşıyoruz, bu şimdiye kadar karşı karşıya kaldığımız en kötü saldırı.
"Bu, Pearl Harbor'dan daha kötü; bu, Dünya Ticaret Merkezi'nden daha kötü. Daha önce hiç böyle bir saldırı olmamıştı.
"Ve hiç de olmamalıydı. Kaynağında durdurulabilirdi. Çin'de durdurulabilirdi. Tam kaynağında durdurulmalıydı. Ama olmadı."
COVID-19'u inatla "Çin virüsü" olarak adlandıran Trump'ın bu sözleri, aslında pandemiye ilişkin söylemlerin ırkçılığı ve bu bağlamdaki basmakalıp düşünce ve söylemleri nasıl tetiklediğini, Batı dünyasının 19. yüzyılda Uzak Doğu'ya yönelik kullandığı "Sarı Tehlike" söylemini nasıl yeniden üretip günümüze taşıdığını da ortaya koyuyor.
Diğer yandan, COVID-19 salgını eski sömürge ülkelerinde de nesilden nesle taşınan başka bir hafızayı canlandırmış gibi görünüyor:
Avrupalı sömürgecilerin Afrika, Avustralya ve Amerika kıtalarına taşıdığı ve bağışıklıkları olmadığı için yerli halkın kitlesel olarak hayatın kaybetmesine sebep olan hastalıklar.
Erll'in Almanya medyasından aktardığına göre, bazı Kamerunlular pandemi sırasında "virüsün taşıyıcıları olarak beyaz insanlara saldırmıştı."
COVID-19 pandemisini nasıl hatırlayacağız?
Peki ya bundan sonra ne olacak? Pandemi bir gün bittiğinde, hatta aradan yıllar geçtiğinde dünya pandemi dönemini nasıl hatırlayacak?
Ya da hatırlayacak mı?
COVID-19 şüphesiz yüz binlerce, hatta milyonlarca insanın ölümüne sebep olan ilk küresel felaket değil. Fakat salgın yine de toplumsal hafıza açısından daha yakından bakmaya değer bir durumu da beraberinde getiriyor.
Öncelikle, COVID-19'un tüm dünyayı etkileyen bir gerçeklik olması, dünyanın farklı yerlerinden benzer haber ve görüntüler gelmesi tüm dünyanın bu süreci az çok benzer şekilde deneyimlediği, nerede yaşarlarsa yaşasınlar insanların benzer hatıralar biriktirdiği izlenimi veriyor.
Fakat, diğer yandan gerek ülkeler arası gerek ülke bazında getirilen kısıtlama ve yasaklar kişisel ve toplumsal deneyim ve hatıralar da dahil her şeyi biraz daha yerelleştiriyor ve kişiselleştiriyor.
Buna karşın, bizzat Türkiye'de de gördüğümüz üzere, aynı ülkede yaşayan insanların pandemi deneyimi aynı olamıyor, çünkü ülkenin toplumsal, siyasi ve ekonomik şartlarına da bağlı olarak farklı sınıf ve kimliklerden insanlar pandemiyi farklı deneyimlemek zorunda kalıyor.
Tabii durumun bir de medya ve sosyal medya boyutu var.
Şimdiye kadar dünyanın karşı karşıya kaldığı çoğu felaketin aksine, pandemiye dair deneyimler bilumum teknolojik alet sayesinde kaydedilip sosyal medya aracılığıyla anında paylaşılabiliyor. Böyle bakıldığında bugün halen içinde bulunduğumuz salgın günlerinden geriye kalacak toplumsal hafızanın hiç olmadığı kadar kişisel olacağı tahmin ediliyor.
Ancak, tam da bu noktada işin uzmanlarının yaptığı uyarıya kulak vermekte fayda var:
"Hafıza güçle ilgilidir; geçmişi kontrol etmek, şimdiyi ve geleceği kontrol etmek anlamına gelir. Hal böyle olunca, pandemi sonrası dünyayı düşünürken pandemiyi hatırlamanın o dünyada göreceği duygusal ve siyasi işlevi de düşünmemiz gerekir."
Diğer bir deyişle, toplumları etkileyen her önemli olay gibi, COVID-19 pandemisine dair belli bir anlatının sonunda resmi tarihin bir parçası haline getirilmesi, pandemi döneminin farklı hafızaların birlikte var olmaya çalıştığı, hatta zaman zaman birbiriyle çatıştığı bir tarih sayfası olarak karşımıza çıkması oldukça muhtemel görünüyor.
Dolayısıyla, bir yandan özellikle sosyal medya sayesinde bugünlere dair her şey hatırlanacakmış gibi düşünülse de toplumsal hafıza güç ilişkileri gibi pek çok dinamikle yakından ilişkili olduğundan pandeminin kitlesel olarak nasıl hatırlanacağı göründüğü kadar doğrudan bir süreç olmayabilir.
"Bir yanılsama içindeyiz"
Peki, tüm bunların ışığında, en baştaki soruya geri dönecek olursak... Pandemi bittikten, üzerinden yıllar geçtikten sonra dünya pandemiyi hatırlayacak mı?
COVID-19 pandemisi, dolayısıyla da pandeminin beraberinde getirdiği can kaybı ve kısıtlamalar hala sürdüğü için çoğumuz bu soruya cevaben "Evet, tabii ki hatırlayacak" diyebiliriz.
Fakat önceki dönemlerde İspanyol gribinin nasıl unutulduğunu araştıran tarihçi Guy Beiner, "bir olay tarihsel olarak ne kadar önemliyse hatırlanması da o kadar kaçınılmaz olacaktır" gibi bir önermenin her zaman doğru olmayabileceği görüşünde:
"Bir yanılsama içindeyiz. Eğer bir olay tarihsel olarak önemliyse, yani çok çok sayıda insanı etkiliyor, dünyadaki ülkelerin kaderini değiştiriyor ve pek çok insan onun yüzünden hayatını kaybediyorsa, o zaman söz konusu olayın hatırlanmasının kaçınılmaz olacağına inanıyoruz. Fakat işler öyle yürümüyor. İspanyol gribi tam da bunun için bir uyarı niteliğinde."
Diğer yandan, toplumsal hafıza konusunda çalışan bütün uzmanlar Beiner kadar kötümser görünmüyor.
Goethe Üniversitesi'nden Astrid Erll, İspanyol gribinin yaşandığı 1900'lerin ilk yılları ile COVID-19 pandemisinin yaşandığı 21. yüzyıl arasında önemli bir fark olduğuna dikkat çekiyor: Sosyal medya.
"Korona pandemisi geçtikten sonra ne hatırlanacak?" diye soran Erll, kendi sorusunu yine kendisi yanıtlıyor:
"Sadece kaynakları göz önünde bulundurduğumuzda, şöyle demekten kendimizi alamıyoruz: Her şey hatırlanacak. Anlık tarih yazımı bol miktarda mevcut. Pandemi döneminin her saniyesi dijital medyada kaydediliyor, dağıtılıyor ve sosyal ağlar aracılığıyla paylaşılıyor.
"İspanyol gribinde eksik olan şey (her şeyden önce bilinçli olarak oluşturulan bir arşiv) aynı zamanda korona'yı niteleyen şey: Korona dünya çapında dijital olarak tanıklık edilen ilk pandemi ve bu yönüyle yeni medya ekolojisinde küresel hafıza inşası açısından bir test sahası.
"Fakat asıl soru, bu aktarılmış deneyim, inanç ve anlatılardan hangisinin dünyanın geleceğine şekil veren egemen hafıza söylemi haline geleceği."
Diğer bir deyişle, İsveçli araştırmacı Johanna Mannergren Selimovic'in de altını çizdiği gibi, hafıza güç ile ilgilidir ve her ne kadar herkes arkasında bu günlere dair dijital bir iz, bir hatıra, dolayısıyla da toplumsal hafızada yer edinmeye namzet bir yaşanmışlık bıraksa da günün sonunda sadece belli bir anlatı resmi tarih yazımının bir parçası olacak.
Hafıza bankası, pandemi nesneleri koleksiyonu...
Hafızanın siyasi ve toplumsal boyutu üzerine çalışmalar yapan araştırmacı ve akademisyenlerin yazıp çizdikleri, bize en basit ifadesiyle şunu gösteriyor:
Toplumsal hafıza yukarıdan aşağı (top-down) ve aşağıdan yukarı (bottom-up) diyebileceğimiz iki sürecin birlikte işlemesi, zaman zaman da karşı karşıya gelmesiyle ortaya çıkan, kendisi de sürekli değişmeye, kaynağını aldığı toplum gibi devinmeye devam eden bir olgu.
İlk bakışta kulağa oldukça teknik gelebilecek bu tanım aslında fazlasıyla basit bir durumu ima ediyor:
Söz konusu toplumsal hafıza olduğunda, ilan ettiği resmi gün ve tatilleri, kamusal alanlara diktiği heykel ve anıtları ve ders kitaplarına yazdıklarıyla tam tersini iddia eden siyasi otorite ne derse desin, bu konudaki tek otorite kendisi değil.
Aksine, toplumsal hafızanın inşası aynı zamanda aşağıdan yukarı işleyen bir süreç. Toplumsal hafıza da dolayısıyla farklı grupların farklı deneyim ve hafızalarının birlikte var olduğu bir alan.
İşte tam da bu yüzden dünya çapında çeşitli sivil toplum örgütleri ve platformlar bu günlere dair anıları toplamak için çeşitli çalışma ve projeler başlatmış. Bu çalışmalardan bazılarını Selimovic'in ağzından dinleyelim:
"Dünyanın her yerinde kurumlar şimdi 'korona arşivleri' oluşturmak için harekete geçmiş durumda. Bu kurumlarının çoğunun odak noktasında 'günlük şeyler', bu maddi nesne ve dijital izleri somut ve soyut kültürel miras haline getirmek var.
"Örneğin, İtalya'da İşitsel ve Görsel-İşitsel Miras Merkezi Enstitüsü, Padua Üniversitesi Kültürel Miras Bölümü ve Sesinin Yerini Tespit Et (Locate Your Sound) platformunun iş birliğiyle karantina esnasında insanların evlerinin camlarına çıkıp yaptıkları seslerin kaydını tutuyor.
"Çin Ulusal Kütüphanesi resim, tablo ve kaligrafi gibi şeyleri kapsayacak bir toplumsal hafıza bankası oluştururken Birleşik Krallık'ta Victoria ve Albert Müzeleri kendi Pandemi Nesneleri koleksiyonunu yaratıyor, İsveç'teki Kuzey Müzesi (Nordiska Museet) korona ile ilgili kişisel hikayeleri topluyor."
Korona anma günü mü?
Peki biz tüm bunlardan COVID-19 hafızasına dair nasıl bir çıkarımda bulunmalıyız? Günün sonunda toplum olarak bu günlere dair ne hatırlayacağız?
Bu sorunun cevabını şüphesiz zaman gösterecek. Fakat bir fikir edinmek için Erll'in olabileceklere ilişkin öngörülerini nasıl özetlediğine kulak verebiliriz:
"Toplumsal hafıza tepeden inme bir şekilde yapılan anmalara dayanır: Örneğin, ülkeler ileride koronayı hatırlamak için anma günleri ilan edecek mi?
"Koronanın oldukça derinden etkilediği İspanya ve İtalya gibi ülkeler muhtemelen böyle bir şey yapabilir. Fakat, kriz sırasında minimum düzenleme yaparak ilerliyor izlenimi veren İsveç'in bir anma günü ilan etmesi o kadar muhtemel görünmüyor.
"Diğer yandan, toplumsal hafızaya giden başka yollar da var: İnsanların paylaştığı ve derinden hissettiği deneyimlere dayanan, aşağıdan yukarı doğru ilerleyen hatıralar. Nesilsel hafıza da bu noktada önemli bir yol olabilir.
"Açık olan bir şey var ki, o da korona sonrası dönemde hafızanın farklı şekillerde ortaya çıkacağı. Etkin ve anmaya yönelik bir hafıza söz konusu olabilir. Nesilsel hafızada -muhtemelen farklı ülkeler tarafından paylaşılacak olan- bir çeşit ortak deneyim hissi vuku bulabilir.
"Pandemi, ardında (mali, ekolojik, eğitimsel ve dijital) bir miras bırakabilir. Pandemi sosyal alışkanlık hafızamıza etki edebilir; örneğin, koronanın şekillendirdiği (kibarlık, eğitim, iş ve oyunla ilgili) yeni etkileşim yolları pandemiden sonra da bizimle kalabilir.
"Bu dönemin duyumsal, ritmik ve duygulanımsal özgünlüğüne ilişkin anılar da olacaktır. Virüsle ve yirmi birinci yüzyılda pandemilerin toplumsal, siyasi ve kültürel boyutları ile ilgili yeni bilimsel bilgiler de ortaya çıkacaktır."
Fakat tüm bu öngörülerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini görmek için önce pandeminin bitmesi, hatta aradan yıllar geçmesi lazım.
O zaman belki de şimdilik geriye herkese sevdikleriyle birlikte sağlıklı bir gelecek dilemek dışında pek fazla seçenek kalmıyordur... (SD)