Dahası, Özkök sözkonusu sorusunu içeren yazısından yaklaşık bir hafta sonra hayli alaycı ve muğlak bir yazı daha yayınladı. "Önceden tahmin ettiğim bazı fanatik önyargılılar, tam da beklediğim tepkileri gösterdiler" diyerek; konuyla ilgili yazılarda/tartışmalarda en fazla gönderme yapılan isimler olan"Emin Çölaşan" ve "Fatih Altaylı"yı kastetmediğini vurguladı . Ayrıca, "Ben bu yazıyı yazarken kimseyi kastetmedim. Kafamda herhangi bir fotoğraf yoktu. Genel bir köşe yazarı fotoğrafı vardı. O fotoğrafın bir parçası da belki de bendim." diyerek bir anlamda Çölaşan ve Altaylı'ya yönelen eleştirilere bir yanıt verirken, olası eleştirilerinde önünü kesmeye yöneldi.
Yazısının devamında ise "Ama siz kim olduğunu bulmak istiyorsanız yazılarına bakın. Kim ki yazılarında hakaretamiz kelimeler kullanıyor, bazı insanlara 'geri zekalı' gibi sıfatlar veriyor, televizyon konuşmasında bazı insanlar için 'Ahmak' gibi aşağılayıcı ifadeler kullanıyor, iftira atıyor, ben onları kastettim." ifadesi yer aldı.
Aynı gün Fatih Altaylı da köşe yazısında Özkök'ün sorusunun muhatabı olarak kendisini asla düşünmediğini ifade ediyordu. Ayrıca çerçeveye alınan bir başka yazısında da BİA'ya ilişkin yanlış ve eksik bilgiler yer alıyordu. Konuya ilişkin gerekli ve yeterli açıklamalar www.bianet.org adresinde yer aldığı için bu konuyla vakit ve enerji kaybetmek gereksiz.
İki yazının da aynı tarihli gazetede yer alması hayli ilginç bir tesadüf tabii (!)
Türk basınında gazetelerde köşe yazar(lığ)ı ve yayın politikasının farklı olmadığı, daha doğru bir tanımlamayla editoryal bağımsızlıktan söz edilemeyeceği bir kez daha belgelendi . Aynı zamanda da Özkök'ün bu yazısıyla bir başka fotoğraf tamamlandı.
Kitlesel medyadan profesyonel meslek etik değerleri çerçevesinde geliştirilen ne basının sorunlarını ele alan üretken tartışmalar, ne de toplumsal sorunların değerlendirildiği samimi yazılar bekleyebiliriz. Aksini umut etmek ise gereksiz bir iyimserlik gibi görünüyor.