Öz savunma, Türkiye’de özellikle feminist aktivist bir kültürün erkek şiddete karşı son dönemlerde çok popüler olduğunu söyleyebileceğim bireyin kendini savunma fiziksel- zihinsel güçlenme ve direnç geliştirme potansiyelini ortaya koyduğu bir kavramdır. Özellikle kadın ve trans cinayetlerinin daha görünür olduğu yakın zamanlardan itibaren, son 20 yılda öz savunma grupları da kendini görünür kılmaya ve dünyada birçok ülkede olduğu gibi etkisini yadsınmayacak şekilde ortaya koymaya başladı. Öz savunma oldukça geniş bir çatı altında birçok pratiği içinde barındırmaktadır; çeşitli dövüş sanatları, sanatsal aktivite ve tiyatral eylemler, meditasyon ve daha birçok pratikten bahsedebiliriz.
Benim öz savunmayla tanışmaya başladığım alan ise, dövüş sanatlarından ikisi oldu ve bu seçim beni bambaşka bir deneyimin de öznesi haline getirdi. Kısaca bu deneyimlerin katkılarını sizlerle paylaşarak, bu yazıyı okuyan başka biri için ilham olmasını dilerim.
İstanbul gibi devasa bir metropolde, feminist ve özgür bir kadın olarak yaşamak başlı başına bir mücadele gerektiriyor. Günlük hayatta karşılaşılan şiddet tehdidi ve toplumsal eşitsizlikler, kadınların kendi yaşamlarını sürdürürken öz savunma mekanizmalarını geliştirmesini adeta zorunlu hale getirmiş durumda. Kadın olarak tüm baskı ve şiddet ortamında var olma mücadelesinin bir parçası olan öz savunma sayesinde, dayatılanı sessiz bir şekilde kabul etmek, etmediğimiz takdirde dışlanmak kurallarına karşı hayatın içinde olana tüm direncimizle, gücümüzle ve özgünlüğümüzle var olduğumuzu ortaya koyuyoruz. Bu sayede öz savunmanın fiziksel saldırılara karşı bir pratik deneyimine artı olarak; bireysel özgüvenin, özsaygının ve kişisel güçlenmenin bir parçası olmasının değerini de belirtmem gerekir.
Öz savunma, benim için bir seçim değil, bir gereklilikti. Yapmakta olduğum mesleğimin kimi ağır şartları ile yüzleşmem ve zorluklara göğüs gererek şartların kolaylaşmasını sağlamak bakımından karakterime yakın hissettiğim, Muaythai ve Wing- Chun gibi dövüş sanatları ile bu süreçte tanışma fırsatı yakaladım. Öz savunmayı öğrenmek, yalnızca fiziksel gücümü artırmakla kalmadı; aynı zamanda kendimi, sınırlarımı ve gücümü tanımama olanak sağladı. Dövüş sanatlarıyla geçen yıllar, bedenimin yeteneklerini keşfetmemi ve zihinsel dayanıklılığımı güçlendirmemi, farkındalığıma ve üretkenliğime çok şey kattı. Muaythai’nin sert ve kararlı teknikleri ile, Wing-Chun’un sezgisel ve akıcı doğası yalnızca fiziksel bir savunma aracı olmadı; beni bir birey olarak daha bütünlüklü kıldı.
Ancak öz savunmanın gerekliliği yalnızca bireysel bir tercihten ibaret değil. Bugün dünyada gün be gün artan sistem karmaşası, toplumsal adaletsizlikler ve öfke, kızgınlık gibi duyguların bireylerde yoğunlaşması ve nihayetinde şiddetin normalleştirilmesi ne yazık ki şiddetin farklı biçimlerde kendini göstermesine neden oluyor. Ekonomik eşitsizlikler, siyasi belirsizlikler ve toplumsal baskılar, özellikle kadınlar ve hassas gruplar için güvensizliği artırırken, öz savunmayı adeta bir yaşam biçimine dönüştürüyor. Bu noktada öz savunma yalnızca fiziksel güvenliği sağlamaktan öteye geçerek, kendini var etme, sınırlarını çizme ve başkalarının dayattığı sınırlamaları aşma mücadelesine dönüşüyor.
Şiddet, sadece fiziksel olarak değil, duygusal, ekonomik ve sosyal düzeylerde de hayatlarımızı etkiliyor. Öfke, korku ve kaygının hakim olduğu bu dünyada öz savunma, kadınların kendi haklarını savunabilmesi ve kendi değerlerini koruyabilmesi için bir direnç aracı ve ilham kaynağı haline geldi. Toplumun öfkeyle yoğrulmuş dinamikleri içinde, bu sıkıştırılmaya maruz kalmamak adına kadınlar, kendi savunma alanlarını yaratmak zorunda kalıyor. Bu savunma yalnızca dış tehditlere karşı değil, aynı zamanda içsel gücümüzü keşfetmeye ve bu gücü bir silah değil bir özgürleşme aracı olarak kullanmamıza imkan tanıyor.
Feminist ve aktivist bir avukat olarak, mesleğim adaletin ve eşitliğin savunulmasının ne kadar kritik olduğunu öğretti. Ancak bu kavramlar için mücadele ederken, kendi içsel dengemi ve huzurumu sağlamanın da ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Öz savunma mekanizmalarım, yalnızca dış ve somut tehditlere karşı bir koruma aracı olmadı; aynı zamanda mesleki ve duygusal dayanıklılığımı artırdı.
Spor, bu dayanıklılığı güçlendiren en önemli unsurlardan biri haline geldi. Öz savunma, bana bir yaşam disiplini sundu. Her darbe, her savunma hareketi yalnızca fiziksel güçlenmenin yanı sıra, zihinsel bir güçlenmeyi de ifade ediyordu. Sporla ve öz savunma ile edindiğim özgüven, yalnızca tehditlere karşı reflekslerimi kullanabilmeyi değil, aynı zamanda kendimle olan ilişkimi de yeniden şekillendirmemi sağladı. Öz savunmanın en büyük gücü, bir kadın olarak kendi varlığımı, kimliğimi ve yaşama bakış açımı yeniden tanımlama sürecine yaptığı katkıdır.
Günümüz dünyasında öz savunma, yalnızca bireysel bir ihtiyaç değil daha fazlası olan toplumsal bir mesaj verme haline gelmiştir.
Kadınlar ne istediklerini bilerek, özgürlüklerini savunarak, bu sistemde sessizce kalmayı reddediyor. Öz savunma kadınların kendi bedenleri üzerinde kontrol sahibi olmalarını ve bu kontrolü yalnızca kendileri için değil, toplumsal değişimin/ dönüşümün evrimi için de kullanmalarını sağlıyor. Her yumruk, her savunma her adım hareketi yalnızca bir bireyin değil bir hareketin sesi haline geliyor.
Sonuç olarak, öz savunma yalnızca şiddete veya olası tehditlere defans halini değil, kadınların kendilerini her yeni gün yeniden inşa etmelerini ve toplumsal bir dönüşümün parçası olmalarını sağlıyor. Benim yürüdüğüm yolda yazdığım hikayem de bu sürecin bir örneği. Özgür ve bağımsız bir kadın olarak, dünyanın en büyük şehirlerinden biri olan İstanbul’da kendi gücümü fark etmemle hayatımın her alanında kendimi ifade edebilmem, bu süreçle çok daha kolaylaştı. Öz savunma sayesinde, yalnızca bedenimi korumayı değil, hayatta kalma mücadelemde özgürleşmeyi ve güçlenmeyi de öğrendim.
Bu dünya, kadınların direnişiyle ve özgürleşmesiyle dönüşecek. Bu direnişin bir parçası olmak her şeye değer...
(RSK/RT)