Fotoğraf: Kadın Savunması/Antakya
6 Şubat depremi sonrası yapılabilecek psikososyal destek çalışmalarına katkı sunmak amacıyla bir durum değerlendirmesi yapmış, pratik bir öneri olarak “oyun çadırı”nı yazmıştım. Rapor bitince kadın ve çocuk çalışmaları konusunda sahadaki durumu gözlemlemek, sahada emek veren dostları ziyaret ederek raporu paylaşmak, kısa süreliğine de olsa işin bir ucundan tutmak, olmak ve gözümle durumu görmek için Hatay’a gittim.
Hatay’ın 15 ilçesi var, en büyük 3 ilçesi sırasıyla Antakya, İskenderun ve Defne. Bu 3 ilçenin toplam nüfusu Hatay’ın yaklaşık yarısını oluşturuyor. (2022 verilerine göre Hatay’ın toplam nüfusu 1.686.043 Antakya 399.045, İskenderun 251.682, Defne 154.820)
Antakya, Hatay’ın nüfus bakımından en büyük merkez ilçesi. Antik kaynaklara göre bir zamanlar Roma İmparatorluğu’nun üçüncü, dünyanın ise dördüncü büyük kentiymiş.
Benim için Antakya, çok kültürlü yapısı, insanı hemencecik evinde hissettiren çok dilli atmosferi, büyük şehirlerde mumla aradığımız samimi, güleryüzlü dost insanları, görmeye doyamadığım ve her gidişimde kaybolduğum kaotik düzende sokakları, tarihi taş evleri, nar ekşisi, şarabı ve leziz mutfağıyla çok özel, kurtarılmış alan hissi yaratan yerlerden biridir.
Gider gitmez iki saat sonra İskenderun’dan bir arkadaşımı da alarak Antakya’ya yola çıktık (03.03.23).
Dinlemiştim, ekranda görmüştüm ama bir an önce gözlerimle görüp durumun o kadar da kötü olmadığına kendimi inandırmak istiyordum.
İskenderun’da gördüğüm yıkık binalar vardı, genel olarak dükkanlar kapalıydı ama açık olanlar da vardı, az da olsa sokakta insanlar, az da olsa yaşam vardı, o kadar değişikti ki yıkım, binalar sanki çalkalanmış gibiydi, bazılarına da hiçbir şey olmamıştı.
Antakya’yı merak ediyordum, Kadın Dayanışmasından arkadaşlara İzmir’den ihtiyaç malzemeleri, kitap, oyuncak getirmiştim, onları da ulaştırmam gerekiyordu.
Sevgi Parkı’na doğru gidiyorduk. Antakya yolunda bir-iki çadırkent ve bağımsız çadırlar vardı, yıkım büyüktü, pres olmuş binalar, duvarları patlamış ama kolonları duranlar, tuz buz olmuş arabalar, şaşkınlıkla etrafa bakıyordum. Bu daha başlangıçtı. Antakya merkeze girdiğimizde ilk görüntü sanırım hiç unutamayacağım bir kare olarak benimle kalacak. Her yer yıkılmış, bir türlü kaçamadığım -o yıkıntıların altının insanlarla dolu olduğu- bilgisi, sivil yaşama dair izin yokluğu, sadece ağır silahlı polis ve askerler, sol tarafta iki kepçe, akşamüzeri, her yer toz her yer gri…
Sevgi Parkı’na vardığımızda dayanışma için gelen sivil örgütleri parktan çıkarmak isteyen polislerle temsilciler arasında görüşmeler sürüyordu. Gitmeden önce arkadaşların bu konuda endişeli olduğunu biliyordum, çatışma olmamıştı, konuşuyorlardı ve sonrasında herkesin lokal çalışma yürütebileceği yerlere doğru geçtiğini duyduk. Arabadaki eşyaları boşaltıp Samandağ üzerinden ertesi gün tekrar gelmek üzere İskenderun’a geri döndük.
Güneşli güzel bir gündüzde yıkımın etkisi geceye nazaran daha az hissediliyor. Hava karardığında binaların hepsinin karanlık ve boş oluşunun görünürlüğüyle olay bir anda Madmax’e dönüyor. Yıkık binalar, molozlarla dolu karanlık ve boş sokaklar.
İskenderun’a gitme nedenim tanıdıkların orada olmasıydı. İlk durakta dostlarım gönüllü çalışıyorlardı on gündür. Sosyal Haklar Derneği etrafında birleşen gönüllüler bir düğün salonun geniş iç ve dış bahçeli mekanında çoğunlukla İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden gelen yardım malzemelerini ihtiyaç sahiplerine ulaştırmaya çalışıyordu. Çeşitli kanallardan ihtiyaçlar belirleniyor ve gönüllü araç ve motor sahipleriyle adreslere ulaştırılıyor. Depoda kıyafet, hijyen malzemeleri, oyuncak, kırtasiye, kedi köpek maması gibi çok çeşitli malzeme var.
Düzenli toplantılar yapıyorlar, gönüllü rotasyonunu koordine ediyorlar. Gönüllüler, verecekleri hizmetleri sağlılklı biçimde yapabilmek için kendilerine bir oda da yapmışlar, yorgun gönüllülerle, hekimlere, destek isteyenlere yardımcı oluyorlar, bir yandan da toplama destek veriyorlar.
Dostlarımı ziyaret edip bilgi aldıktan sonra İskenderun’da iki gece İzmir Dayanışma Gönüllüleri’nin kampında kaldım. İskenderun merkezde Cemevinin bahçesini kullanıyorlar. İzmir Dayanışma Gönüllüleri, Sol Parti, KESK, TMMOB, World Kitchen gibi bileşenlerin ve bağımsız pek çok gönüllünün destek verdiği bir özerk ağ ve gerçekten bu ağı etkin kullanarak çok iş çıkarıyorlar.
Günler sonra banyo
Günde 3 bin kişiye 3 öğün yemek çıkıyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi, TMMOB Umutsen ve bağımsız gönüllüler üzerinden yapılan eşya ve malzeme tedarikleri dağıtılıyor, itinayla kayıtları tutuluyor.
Bölgede içme suyu, çadır ve soba ihtiyacı büyük, hatta yok diyebiliriz. Tüm ilişkilerini seferber ediyorlar özellikle bu üç kalem için. Ben ordayken bir tuvalet yapmışlardı, ikinci duş-tuvalet bitmek üzereydi. Günler sonra banyo yapan ya da banyo yapmaya giden gönüllülerin mutluluğu görülmeye değerdi.
Kamp alanının karşısında 500 m2 bir alanı kiralamışlar, planları çizdirmişler, zemini dökmüşler. Bu 500 m2 sahra çadırında kadın erkek duş ve tuvaletler, çamaşırhane, koordinasyon ofisi ve toplantı salonu olacak. Suyu arıtmanın yollarını arıyorlar. Her gün 11-13 saatleri arası çocuklarla oyun merkezli çalışmalar yürütüyorlar.
Ben de çocuklarla yapılan çalışma sırasında çocukların anneleriyle sohbet etme imkanı buldum. İzmir’de depremi bölgede yaşayan ve üniversite sınavına girecek gençlerden İzmir’e göç edenlere destek verecek bir dershane kuruyorlar.
Çok zor bulunuyor ama temin edebildikleri çadırları ihtiyaç sahiplerine götürüyorlar, çadırı kuruyorlar. Bir gün de çadır ekibiyle Hatay’ın pek çok yerine, köylerine gitme imkanım oldu. Arkadaşlar çadırı kurarken ben de kadınlarla sohbet ettim.
Emek veren herkesin tüm samimiyetiyle elinden geleni yapması, bu halin koordinasyon becerisi yüksek bir potansiyelle birleşmesi ve toplamda yaratılan çözüm odaklı, işe dönük tutum, güleryüz ve iyilikle birleşince ortaya gerçekten takdire şayan bir dayanışma kampı çıkarmış. Çok güzel insanlarla tanıştım, hele o gönüllü gençler, insana bu zor günlerde umut oluyor. Bana da gözlem yapabilmem için bütün kapılarını açtılar, sağ olsunlar, çadırlarını verdiler, paylaştılar. İzmir Dayanışma Gönüllüleri’ne bu vesileyle çok teşekkür ederim.
Bu kısa Hatay deneyimimde gördüklerim, özellikle kadınlarla sohbetlerimiz ve kamptaki arkadaşlarla yaptığımız konuşmalardan geriye kalanları yazmak istedim.
Hatay’da durum ağır. Hatay nüfusunun yarısını oluşturan İskenderun, Antakya ve Defne ilçelerini ve Samandağ ilçesini görme imkanım oldu. Binaların önemli bir bölümü yıkık, ağır hasarlı ya da ayakta ama yorgun.
Depremler devam ettiği için binalara kimse girmiyor, yani merkezlerde yaşayan yok gibi. Genelde varsa bağı köylerde ya da az katlı binaların bulunduğu yerlerde çadırlarda yaşıyorlar ve az sayıda çadırkent var.
Kredinin ilk tasidi gelmeden deprem olmuş
En büyüğü 3000 kişilikmiş demişti birisi. Toplam nüfusun yaklaşık 2 milyon olduğu bir kent için depremden bir ay sonrasında olduğumuz düşünülürse trajikomik rakamlar. Çadırlarda yaşayanlar da çoğunlukla 15-20 kişi aynı çadırın içinde yaşıyor.
İki üç aile bir arada çoluk çocuk, hiçbir özel alanları yok, duş yok, üzerlerinde kadınlardan birinin deyimiyle sağolsun kimbilir kimin kıyafetleri, korkuyorlar, uyuyamıyorlar, evlerini, eşyalarını, yaşam alanlarını, insanlarını, hayvanlarını kaybetmişler; çadırı götürünce o kadar mutlu oluyorlar ki, gülümsüyorlar, şükrediyorlar, çay, yemek ikram etmek istiyorlar, teşekkür ediyorlar, utanıyorum, sarılıyorum, utanıyorlar sarılırken kaç zamandır banyo yapmadık diye. Hikaye çok. Deprem gecesine dair, depremden önce ve sonraki hayatlara dair.
Birisi yeni evlenmiş, üç yıl boyunca evliliğe hazırlanmış, eşyalar, kırlentler, bi dolu anı. Düğün takılarının üstüne biraz da kredi çekerek bir ev almışlar ve itinayla hazırladıkları evlerine yerleşmişler. Kredinin ilk taksidi gelmeden deprem.
Enkazları bile çıkarılamamış. Birisi gece depremle uyanıyor, yaklaşık 2 dakika süren öyle bir sarsıntı ki duvardan duvara çarparken daha deprem devam ederken elektriklerin kesilmesiyle her yer karanlık, kızını bulamıyor, sokağa çıkıyorlar, herkes çığlık çığlığa, panik halde birbirinden yardım istiyor, hava soğuk, sağanak yağmur… hala kızını arıyor.
Depremden etkilenen diğer şehirleri görmedim ama Hatay’da temel ihtiyaçlar çözülmemiş durumda. Devlet pek görünmüyor, üzerinde AFAD yazan çadırları özellikle takip ettim, gerçekten azdı. Özellikle sol sivil toplum, HDP ve CHP belediyeleri yaraları sarmaya çalışıyor.
Bu da bölge insanında bir dışlanmışlık hissi yaratmış. Bize özellikle yardım etmiyorlar, göç etmemizi istiyorlar gibi bir güceniklik var. Bu zor koşullarda özellikle yaşlısı, çocuğu, hastası olanlar için yaşamak daha bir zor ve bağı olanlar doğal olarak daha güvenli hissettikleri tanıdıklarının olduğu başka bir şehre geçiyorlar, kalanlar gidecek yeri olmayanlar aslında. Mersin’e 400 bin kişi göçmüş diyorlar. Gidenlerden akrabalarının yanında rahat etmeyip dönenler oluyormuş.
Bize Defne bölgesinin tarihini ve dokusunu anlatan Akif Abiye göç konusunu sorduğumda, bana sorarsan yüzde 70-80 göç etti, diğerleri de köylere çekildi, görüyorsun işte dedi. Merkezlerde yaşam neredeyse yok, az sayıda dükkan açık, sokaklarda çok az insan var.
Şimdi ne olacak, hep çadır mı, nereye kadar, yaşam ne zaman ve nasıl yeniden başlar, bunlar herkesin soruları. Hatay’da barınma ve su mutlaka çözülmesi gereken iki aciliyet. Soba da keza soğuktan korunmak için.
Su başka şehirlerden pet şişe olarak geliyor, bir tır su geliyor bir günde bitiyor; çadır geliyor, o kadar az ki ihtiyaç sahipleri arasından en ihtiyaçlısı vicdani sorgulamalarla seçiliyor, adrese götürülüyor ve kuruluyor. Temelde destek olan ve muhtaç olan ilişkisinin yarattığı durumları başka bir paragrafta ayrıca ele alacağım. Buradaki yeri taşıma suyla değirmen döner mi sorusuyla ilgili.
Çok haklı olarak ilk dönem şok halindeki insanlara hizmet vermek anlayışı üzerine kurulu ancak sanki devlet neredeyse yokken, eldeki kısıtlı imkanlarla her gün tırlarla bilmem kaç km den pet şişe su taşımak, günde bilmem kaç kere su var mı, çadır var mı diye soran, telefon eden insanlar karşısında ezilmek nereye kadar.. öyle görünüyor ki bu hal uzun sürecek, böylesi sürdürülebilir görünmüyor.
Hatay öyle bereketli bir coğrafya ki, suyu da yiyeceği de çözebilecek öz kaynaklara sahip. Şu dönemde kimse çalışmadığı için öz iş gücüne de fazlasıyla sahip.
Defne ilçesinde Akif Abi bizi Harbiye Şelalesi’ne götürdü. 24 saat akan, dinamik su, deprem sonrası analizleri yapıldıktan sonra içme suyu alternatifi olabilir mi mesela ya da merkezi arıtmalar kurulabilir mi?
Aynı şekilde kamusal alanlara herkes kendi çadırını yapabilir, yıkımlardan kalan çokça atık malzeme var, yörük çadırı gibi ekolojik mimari örneklerin yapımı konusunda destek verilebilir, birlikte yapılabilir.
Yem, tohum ve gübre desteğiyle tarım faaliyetlerinin sürdürülmesi desteklenebilir, işgücü desteği sağlanabilir.
Bu tür çözümleri birlikte uygulamak depremi yaşamış kişilerin umutsuz bekleyişlerine bir nefes de olacaktır.
Depremi bölgede yaşayan insanlar bir felaketle karşılaşmışlar ve her şeye ihtiyaçları var. Bizler de ihtiyaçları gidermek için destek sunuyoruz. Dayanışma diyoruz ancak dayanışma aslında karşılıklı bir eylemdir.
Tekrar ediyorum ilk yaşandığı dönemde şok içindeki insanlara bakım vermek gerekir, dolayısıyla bu ilişki biçimi bu dönem için doğal olanıdır. Ancak birlikte bir yaşam ve yeniden yaşamı inşa etmek için gereken özgücü ve yerel kaynakları harekete geçirme pratikleri olacaktır. Yemek çıkarmak yerine, çadırlara malzeme temini yaparak kendilerinin yemeklerini yapması gibi, oyun çadırlarında çocuklarına birlikte bakmaları yönünde ilişkilerin kurulması gibi bir özerk / otonom, demokratik ve katılımcı aklı büyütmek gerekiyor.
Gönüllü ilgi ve desteği illa ki azaldı, daha da azalacak ve verilen hizmetleri sürdürmek mümkün olmadığında çalışmalar bir yerde sonlanacak, sonra süreli sivil toplum fonları devreye girecek, o da bir yerde bitecek.
Bir gün gidecekmiş gibi düşünerek kurduğumuz mekanları, yaptığımız çalışmaları devredeceğimiz lokal iradelerle ilişkilerimizi bu yönde yapılandırmalıyız, özgücü harekete geçirmeliyiz.
Yaşamı yeniden inşa etmek merkezi hükümetin devlet aklıyla, yeni TOKİ ihaleleriyle ya da geçici sivil toplum fonlarıyla kurulmayacak, kamusallığı önceleyen öznesi yerel olan bir bakış geliştirmemiz gerekiyor.
(AD/EMK)