Karşı Sanat Çalışmaları'nın 10. yılını tamamladığı bu günlerde oraya gelip giden, giren çıkan insan sayısı çoğaldı. Yeni dönemde plastik sanatlarla ilgili etkinliklerin dışında da filmler, söyleşiler atölyeler gerçekleştiriliyor. Yıllardır tanıdığım sevgili Nuran Ulutaş'la birlikte, ekine yeni katılan Ebru Değirmencioğlu bu dönemde Karşı Sanat'ı bir kültür sanat mekanı haline getirmeye çalışıyorlar.
2010'un başından beri bianet haber sitesinde yer verdiğimiz "Bugün, Yarın, Bu Hafta" başlıklı etkinlik rehberi nedeniyle, İstanbul'da gerçekleşen etkinliklerden daha çok haberim olmaya başladı. Karşı Sanat'a bir gönüllü olarak katkıda bulunmakla birlikte "Maske Yapım Atölyesi"nden bu rehber için gönderilen bilgilerden haberim oldu.
5 Kasım Cuma akşamı gerçekleştirilen ücretsiz tanıtım etkinliğine, BİA'nın çiçeği burnunda "yazar"larından birisiyle sevgili Sinem'le gittik. Etkinlik başladığı sırada salon dolmuştu. Her yaştan meraklılar vardı. Atölyeyi gerçekleştiren İranlı sanatçı Babek Sobhi sunuş konuşmasında "maske" konusunun son dönemde "moda" haline geldiğinden ve ilginin yoğunluğundan söz etti.
Taktığımız maskelerimiz...
Büyük kentte yaşayan ve çoklu ilişkiler içindeki insanların yaptıklarıyla ve yaşantısıyla ilgili birçok "şapkası" olduğu, zamanın içinde her an bu şapkalardan birisini başına taktığı hepimizin tanık olduğu bir gerçek. Babek'in sözleri bu gerçeğin başka bir yüzünü bana gösterdi ve düşündüm, o maskelere dair konuşurken.
Yalnız çok sayıda şapkamız yok; aynı zamanda pek çok "maske"miz de var gündelik yaşamda taktığımız. Aynalarla pek dost olmayanlarımız için bu maskeleri ancak ilişkide olduğu insanlar görüp fark edebiliyorlar. Ama çok sayıda farklı kişi ve etkinlik içinde olanlar bu fark edilişi de muhtemelen yaşamıyoruz. Yüzlerimizde, yanımızda ya da çantalarımızda çeşitli maskeleriyle dolaşıyor ve onları suratımıza takarak yaşamımızı sürdürüyoruz.
Babek Sobhi "maske" deyince aklımıza ne geldiğini sordu ve elindeki deftere kaydetti verilen yanıtları. Benim yanıtım "oynamak"tı. En çok "saklanmak", "değişim" ve "korkmak" sözcüğü ya da ona yakın çağrışımlar dile getirildi.
Yaşamı sürdürmek için gereksindiğimiz donanımlar arasında "maskelerimiz" de var. Gereksinimlerimiz arasında "korunmak ve güvencede" olmak en başta geliyor. Onun için hazırladığımız maskelerimiz var. Kimimiz "güçlü", kimimiz "aptal" rolü oynamak üzere taktığımız maskelerle dolaşıyoruz.
Sorumluluklarımız da bizi çeşitli maskelerle dolaşmaya zorluyor. O zaman da "çok daha önemli şeylerle uğraşan", ya da "çok yoğun olduğunu belirten maskeler" takıyoruz.
Sevdiklerimize ise bazen "şirinlik", bazen "aşık", bazen "çocukluk", bazen de "şefkât" maskesiyle karşı karşıya geliyoruz.
En çok gereksinim duyduğumuz şeylerden birisi ise "oynamak" bence. Oynarken öğreniyoruz, oynarken eğleniyoruz. Onun için de "maske" en önemli araçlardan birisi.
Atölyeden bir gün önce Kumbaracı 50'de izlediğim "Kıyıya Oturmanın Böylesi" adlı oyunda Merve Ergin de "Commedia Dell'arte"nin varyasyonu olan ve 16. yy sonlarında Giovanni Gabriel tarafından icat edilen "Commedia Gabriellina" sitilinde bir oyun sundu bize. Kan ter içinde kalarak sergilediği oyunda tek başına masklar ve aksesuarlar yardımıyla ve zaman zaman izleyenleri de oyunun içine çekerek bize bir aşk ve ticaret öyküsü anlattı. Çok eğlendik. Ama bence en az bizim kadar kendisi de eğlendi.
Merve Ergin'in harika oyunculuğunu bir yana koyarsak, 8-10 tane mask ve birkaç aksesuar bu eğlencenin en önemli unsurların başında geliyordu.
Bir gün sonrasında Babek'in maskenin neredeyse insanlığın başlangıcından beri yaşamının unsurlarından birisi olduğu söylediği maskenin çeşitli ritüeller sırasında, tiyatro yaparken ve gündelik yaşamda "güzel ve çarpıcı" olmak için yaptığımız makyaj biçiminde her zaman varolduğunu söz etti. Ona benim katkım, makyajla maske arasında yüzümüzün ve mimiklerimizin sağladığı olanaklarla "insan ilişkileri" sırasındaki taktığımız maskelerimizin de olduğuydu.
"Kırıkları sardığımız alçılar"
Maske üzerine konuştuktan sonra uygulama kısmına geçtik. Babek'in elinde "tıbbi malzemeler" vardı. Sağlık kurumlarında kullanılan "cerrahi eldivenler", saçların yaratacağı olumsuzlukları önlemek için kullanılan "plastik bone"ler, kırıkları, çıkıkları tespit etmek için kullandığımız "hazır alçılı sargı bezleri" ve yine sağlık kuruluşlarında en çok kullanılan "vazelin"...
Bunları hekimlik yaptığım sırada yıllarca kullanmıştım. Ama dört -beş yıl sonra bir sanat etkinliğinde yeniden karşılaşmak hoş ve keyifli olmanın yanı sıra yaşantımızda yer alan her türlü araç gerecin "sanatsal bir obje" ya da "araç"a dönüşme potansiyeli olduğunu görmek "bakmanın ve görmenin" birbirinden ne kadar farklı olduğunu gösteren önemli bir deneyimdi.
Uygulamaya hemen herkes yaparak katıldı. Bu konuda becerikli olanlar, ileride birer "usta" olabilecekler hemen kendisini gösterdi.
Önce yüzler vazelinlendi, sonra alçılı sargı bezleri kesildi ve ıslatılarak yüzün şeklini alacak şekilde yüze yerleştirildi, sonra üst üste kat kat eklenerek göz, burun ve ağız dışında tüm yüz kaplandı, kurumadan önce şekiller verildi ve sonunda kuruyunca çıkarılarak "on"u aşkın maske masanın üzerine konuldu.
Bunların hepsi bir buçuk, iki saat içinde tamamlandı. Herkes çok eğlendi, yeni bir şey öğrenme ve yaratma duygusuyla mutlu oldu.
Atölye sürecek...
Ben ne yüzüme maske yapılsın diye sandalyeye oturdum, ne de birisine maske yaptım. Ama bu güzel ve heyecanlı gösteriyi fotoğraflayan birkaç kişiden birisi olmayı yeğledim. Bitince yalnızca fotoğraflamanın anlatmaya yetmediğini fark ettim ve "biamag"da yazmanın iyi olacağını düşündüm. İşte bu yazı o nedenle yazıldı.
Atölye 24 Kasım'da başladı. Yaşamınızda taktığınız maskelerinizi düşünmenin ve fark etmenin yollarından birisi olabilir Babek Sobhi'nin Karşı Sanat Çalışmaları'ndaki "Maske Yapım Atölyesi".
Bir düşünün isterseniz...
Karşı Sanat Çalışmaları
Gazeteci Erol Dernek Sokak, No 11/4 Hanif Han, 34420 Beyoğlu/ İstanbul
Tel: 212-245 71 53 http://www.karsi.com
Babek Sophi
1966 Yılında Tahran' da doğdu. 1985 yılında profesyonel atölye çalışmalarına başladı.
1990 Yılında İstanbul galeri Çizgi' de ilk kişisel sergisini açtı.
1993 Yılında "Yankı" adında ilk kısa metraj filmini yaptı. Film, Kapadokya'daki kaya kiliselerinin gizemini ve insanın doğayla ilişkilerini içermektedir.
1995 -1999 Yılları arasında Babek Sobhi, Akademi İstanbul, heykel ve seramik bölümünü kurdu ve burada öğretim görevlisi olarak çalıştı.
2002 yılında İstanbul İstiklal caddesinde bulunan Yunanistan konsolosluğu binasının yenileme projesinde rölyef ve dış cephe renoatıonnunu gerçekleştirdi.
2005 yılında Diyarbakır' da bej mermer taşından altı metre yüksekliğinde ve üç metre genişliğinde "Günebakan Çiçeği " adlı bir heykel çalışması yapan Babek Sobhi, aynı yıl Diyarbakır Dağkapı Meydanı' na, 20 metrekarelik elips biçiminde çeşitli taş parçalarının uyumlu bir şekilde yerleştirilmesiyle oluşan ve insan gölgesiyle çalışan bir "Güneş Saati" yaptı.
2008'de Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Mask tarihi ve felsefesi üzerinde bir seminer düzenledi.
2009 yılında Kuşadası Belediyesi isteği üzerinde Atık metal'den 1 heykel çalışması yaptı
2009 yılında Antalya da Altın Portakal Film Festivali kapsamında Ahşap Heykellerini sergiledi.
Çok sayıda kısa filmi ve heykel çalışması bulunuyor. (MS/EÖ)