İnsan hakları kapsamı geniş bir konsept ve ülkemiz bu anlamda küçüklü büyüklü pek çok olayla gündemde kalmayı başarıyor. Sanki konuşma doldurmak adına hazırda bekletilen bir konu gibi.
12 Haziran genel seçimleri yapıldı. Seçim konusu bir yana, bir de oy verme süreci var ki, o kendi başına ele alınması gereken bir olay. Oy vermeye gidip de merdiven başında nasıl birkaç kat yukarı çıkacağını düşünen engelliler, yaşlılar, hastalar ya da ancak yakınlarının sırtlarında taşınmak suretiyle oy sandıklarına ulaşabilen insanlara rastlamamış olanlarımız var mı?
Bizzat şahit olduklarımız bir yana, gazeteler, televizyon haberleri ve internet siteleri yine bu durumları belgeleyen resimlerle dolu. Aslına bakarsanız yapılardan kaynaklanan problemleri sadece engelliler ya da hastalar ve yaşlılarla kısıtlamak da doğru değil. Oy verdiğimiz okullarda her gün binlerce öğrenci öğrenim görmüyor mu? Bir insanın sadece genç olması hiçbir rahatsızlığı olmaması ve her türlü fiziksel aktivite mecburiyetinin altından rahatlıkla kalkabileceği anlamına mı geliyor?
Bu aksaklıklara sıcak faktörünü de eklemeden geçmemek lazım. Her sene sıcaklar sebebiyle hayatını kaybeden birçok insanın haberini okuyoruz. Ancak durumun ciddiyeti sürekli göz ardı ediliyor. Oy kullandığımız okullarda klima yok. Bu binaların içleri dışarıdaki havadan bile daha sıcak ve nemli. Bırakın engellileri, hasta ve yaşlıları, sapasağlam insanların bile bu duruma dayanma şansları az. Vatandaşlık görevimiz olan seçme hakkımızı kullanmak için bu derece işkence çekmeli miyiz gerçekten?
Seçim propagandalarının en ateşli hususlarından olan engelli hakları konusu hiçbir zaman popülaritesini yitirmezken, engellilerin çektikleri sorunların çözümüne yönelik önlemler alınamamasının mantığını anlamak çok güç. Devletin bağladığı komik "maaşlar"la hayatlarını idame ettirmeye çalışan bu insanların çoğu, yetersiz sosyal haklar ve şehir mimarisinden kaynaklanan pek çok başka nedenden ötürü evden dahi çıkamıyor. Sürekli birilerine muhtaç halde yaşıyorlar; tabii buna yaşamak denirse.
Tüm bunların asıl üzücü tarafı, gerekli düzeltmelerin kolaylıkla yapılabilecek olması. Konu neticede gelip insan haklarına, insana verilen değere bağlanıyor. Bahsettiğimiz konu ülkemizdeki insan hakları (ya da haksızlığı) tablosunun alışıldık, artık neredeyse önemsiz görülen bir tezahürü. Sürekli tekrar eden durumların insanda yarattığı hipnotik etki bu konuda da karşımıza çıkıyor. Hissizleşiyoruz. Belki de hükümetlerin en önemli görevlerinden birinin de vatandaşlarının hayatlarını kolaylaştırmak olduğunu yeniden hatırlamaya çalışmalıyız.
CHP'den milletvekili seçilen Şafak Pavey'in bir konuşmasında söylediği gibi, bu ülkede insanlar hala engelli çocuklarının ya da yakınlarının kendilerinden önce ölmesi için dua ediyor. Bunun ne demek olduğunu bir anlığına da olsa yürekten hissetmeye cesaret edebilen var mı? (NS/ŞA)