Başbakanın otoriter her hamlesinde, “babalığa soyundu yine” diyen hatırı sayılır nicelikte kalem erbabı var. Bu tür hamleler sürdükçe, bu tür cümleleri de çok duyacağız. O nedenle, bu babalık benzetmesiyle hesaplaşmamız gerekiyor. Bu yazıda, bu babalık benzetmesinin neden yanlış olduğunu açıklayıp tartışıyoruz.
Öncelikle, başbakana babalık makamını atfeden muhalifler, psikanalize ya da genel olarak ‘psikodinamik yaklaşımlar’ olarak adlandırılan Freud’gil akımlara yaslanıyorlar. Oysa, otoriterliği babalık üstünden tariflemek, Freud’gil akımların arkaik (erken) formlarından öteye geçilmediğinin bir göstergesi. Freud’dan sonra birçok kuramcı geldi geçti; ancak, içlerinden, en kolay anlaşılanı ve üstüne en çok yayın yapılanı Freud olduğu için, diğer gelişmeler gözardı ediliyor. Böyle olunca, 50 yıl önce tartışılıp rafa kaldırılmış birçok psikanalitik kavramın Türkiye’de tekrar dolaşıma girdiğini görüyoruz.
İkincisi, başbakanın otoriterliğini babalık rolüne bağlamak; bu, arkaik bir psikanaliz yaklaşımına dayandırılmıyorsa, şu soruyu akla getiriyor: “Sizin babanız, Erdoğan gibi miydi?” Başka sorular da eklenebilir: Sizi döver miydi? Size parmağını gösterip “sen böylesin, sen şöylesin” mi derdi? Sık sık nefret ifadeleri mi kullanırdı? Ama başka babalar, hiç de böyle değil... Darda kaldığınızda babalık yapanlar var sözgelimi...
Demokrat babalar
Aslında, bugün yaygın kabul gören bir nokta şu: Çocuk yetiştirme pratiklerindeki farklar, kişiliğin biçimlenmesinde (az-çok) etkili oluyor. Konuyla ilgili çalışmalarda, sık sık, 3 tür çocuk yetiştirme pratiğinden söz ediliyor: Demokratik, yetkeci ve serbest. Demokratik anne-babalar, çocuğun olgunlaşmasına yardımcı olmaktan öteye geçmiyorlar. Böyle anne-babalara sahip olan çocuk, özerk olarak büyüyor. Ondan, anne-babaya bağımlı olması değil; yaşı ilerledikçe önce özerk, sonra da bağımsız olması bekleniyor. Demokratik anne-babalar, çocuğun benliğine ve kişisel gelişimine saygı duyuyor; ancak, sözkonusu olan, çocuğun her dediğinin olduğu bir aile yapısı değil.
Demokratik ailede, anne-baba, çocuğu, başkalarının görüşlerini dikkate alarak kendi kararlarını verebileceği bir biçimde yetiştiriyor. Çocuğa bir ceza verilmesi gerektiği zaman, bunun nedeni açıklanıyor. Ödül ve ceza düzeneği, rasgele olmadığı için, böylece, çocukta adalet duygusu da gelişiyor. Birçok araştırmada, ilerideki yaşamlarında en başarılı olan çocukların, bu çocuklar olduğu bulunuyor. “Erdoğan, babalığa soyundu” sözü, elbette, bu tür babalara karşılık gelmiyor.
Sert babalar
Yetkeci anne-babalar ise, sertler. Onlar için disiplin, herşeyden önce geliyor. Bu tür ailelerde, anne-baba, çocuk için en doğruyu kendi bilir. Nereye gideceğine, nerede kalacağına, hangi bölümü okuyup hangi mesleği seçeceğine, kiminle evleneceğine vb. hep anne-baba karar verir. Erdoğan’ın, biat ve itaat istediği kesimlerin (tümüyle olmasa da) çoğunlukla, bu tür bir yapıda olduğu söylenebilir. Anne-baba (özellikle de baba), çocuğa “ben ne dersem doğrudur” der; “X’i, Y’i, Z’yi senden öğrenecek değilim” der. “Haddini bil” der. “Çekerim kulağını” der.
Bu tür ailelerde, aile-içi şiddetin çeşitli biçimleri ve özellikle dayak, günlük bir olgudur. Babaya karşı gelinmez; karşı gelinirse, sonuçlarına katlanılmalıdır. “Erdoğan, babalığa soyundu” sözü, bu tür babalara karşılık geliyor. Hatta Erdoğan’ın kendi ailesindeki (çocuk rolündeyken ve baba rolündeyken olmak üzere iki aile yapısı) babalık türü de dikkate değer bir inceleme konusu olabilir. Çocuk olarak yetiştirildiği aile yapısı yanında; baba olarak yer aldığı aile yapısı da, kuşkusuz, kişiliği üstünden etkili olmuştur/olacaktır.
“Bırakınız yapsınlar” babaları
Üçüncü tür anne-baba, özellikle tek çocuklu ailelerde ve orta sınıf ve üstü ailelerde görebildiğimiz, serbest biçim. Bu türde, çocuk, herşeyin üstündedir. Şımartılmış olarak büyür. Büyüyünce, narsisizm geliştirir; kendini gerektiğinden değerli gibi görür ve gösterir; toplum, ona ortalama bir birey olduğunu anımsattığı zaman, hayal kırıklığına uğrar. Toplumsal bağlardan kopuk kimi sanatçılardaki hep sevilme/beğenilme isteği ve “bu ülke beni anlamadı; beni sevmiyorlar” vb. düşünce yapısı, bu aile türü üzerinden yükselir. En büyük zorbalar da, bu tür ailelerden çıkar. Kimi durumlarda, anne-babanın eğitim düzeyi, çocuğunkinden düşük olur. Düşük eğitimli anne-baba, çocuğun okumasıyla, adeta kendi okumuş gibi olur. Ancak, çocuk, yaşı ilerledikçe, ailesine daha az değer vermeye başlar. Anne-babaya karşı gelinebildiğine göre, herkese gelinebilir.
İkinci tür aileden itaatkar bireyler çıkarken, bu tür ailelerden onları güdecek çobanlar çıkar. Çocuk ne derse doğrudur. Onun dediği, herşeyin üstündedir. Bu tür ailelerde, yaş ilerledikçe, anne-babanın otoritesi tümüyle yok olur; rol modelleri önem kazanır. ‘Hayırsız evlat’lar bu ailelerden çıkar. Bu tür anne-babalardan, sık sık, “çocuğumuz için yemedik içmedik; onu özel okullara gönderdik; yine de bize saygısı yok; aramıyor sormuyor bile” gibi sözler duyarız. Bunlar, toplumsal baskınlığı yüksek çocuklardır.
İşin ilginç yanı, çocuklarını bu biçimde yetiştiren tutucu ve/ya da özgürlükçü kalem erbabının bir bölümünün Gezi direnişçilerini bu şımarık çocuklara benzetmesi. Buna eşlik eden düşünceler şöyle: “90 kuşağı (Y kuşağı) farklı büyüdü...”, “Bunlar, internet kuşağı; beyin kıvrımları farklı.” “ailede ve toplumda AKP’nin getirdiği demokratikleşme ve özgürlük ortamında şımartıldılar”.
Y kuşağı kavramının bilimsel olmaması bir yana, bu tür görüşler, ilk bakışta direnişçiler ile ilgili olumlu bir havayı yansıtır görünürlerken, altını birazcık kazıdığımızda farklı bir tablo ortaya çıkıyor: Birincisi, son iktidar dönemine kadar, AKP’nin vatandaş (çocuk)-merkezli bir anlayışı olduğu; ülkeye özgürlük ve demokrasi getirdiği varsayılıyor. İkincisi, çözüm olarak, “vuracaksın ağzına bir iki tane (ya da bunlardan birini Taksim’de sallandıracaksın, bak o zaman bir daha çıkabiliyorlar mı?!)” gibi otoriter anne-babalık formülleri işe koşuluyor. Otoriter bir anne-babanın şımarık çocuğu algısı, ayrıca, AKP’nin son 10 yılda kendi burjuvazisini yaratması üzerinden, tutucu ailelerdeki dönüşüm gibi bir eksende de tartışılabiliyor.
Tutucu ailelerin çocukları, anne-babalarından daha eğitimli. Ancak, Gezi direnişçilerinin yalnızca küçük bir bölümünün tutucu ailelerden geldiğini anımsatalım. Gezi direnişçileriyle bu 3 tür anne-babalık üstünden bir psikoloji araştırması yapılıp veri toplansa; biz de böylece, anekdot düzeyindeki bilgilerle yorum yapmasak, daha iyi olurdu elbette.
Gezi direnişçileri, bireysel benliklerini yitirmeden, toplumla bütünleşebiliyorlar. Bu nedenle, itaatkar kullar da değiller, bencil şımarıklar da. Devlet baba ise, otoriter bir baba ile şımarık bir çocuk arasında gidiyor, “dediğim dedik; ister asar ister keserim” diyerek.
Toplumdan bireye bireyden topluma yapılan benzetmelerde sık sık çeşitli sorunlar oluyor zaten; ama bağzı muhalif kalem erbabları, otoriter babayla demokratik babayı aynı kaba koyup otoriterliği babalıkla özdeşleştirmese iyi olur; çünkü biz bizimle sokağa çıkan ya da bizi destekleyen, bizi toplumsal becerilerle donatılmış bir biçimde özerk bireyler olarak yetiştiren annelerimizi de babalarımızı da seviyoruz ve çocuklarımızdan da bizi tam da bu nedenle sevmelerini umuyoruz. (UBG/HK)
* Fotoğraf: Kayhan Özer - Diyarbakır/AA