Bush, gerçekte olayın ardından ve hâlâ sürmekte olan savaşta bu tarz açıklamalarla biz/beyaz/erkek/uygar/zengin olanlar ve "öteki" yani onlar/siyah/dişil/uygarlaşamayan/üçüncü dünya kamplaşmasını iyice arttırıyor.
Aydın'a (1999:12) göre, kimliğin iki temel bileşeni var.
* Birincisi, tanımlama ve tanınma,
* İkincisi ise aidiyet.
Kimliğin tanımlanmasında hep "ötekileştirilen" başkalarına ihtiyaç var. Çünkü, kimlik hep ne olunmadığı, kim olunmadığı üzerinden kurulur. Özellikle ulusal kimlik, hep diğer uluslardan üstünlük, cesurluk, anlı-şanlı bir geçmiş sahip olma gibi söylemlerle inşa edilir.
Ötekileştirilen kültürler
Kültürler arası karşılaşmada ise, araya daima iktidar girer ve özellikle ekonomik ve askeri üstünlüğe sahip kültürler daha "üstün" olduklarını açıkça ya da örtük yollarla yinelerken... (Larrain,1995) "Öteki"leştirilen kültürler ve uluslar hep "iyileştirilmesi" ve "haddi bildirilmesi" gerekenler olarak tanımlanır.
"Öteki" olmanın bedeliyse her dönem çok ağır olmuştur. Bireysel yaşamdaki aşkı sınırlamaktan, en son savaş teknolojisiyle bir ulusa saldırmaya kadar her çeşit bedel "öteki" içindir.
Jerzy Kosinski, "Boyalı Kuş" adlı kitabında "öteki"leştirilenin çekmesi gereken acıları hayli çarpıcı bir dille anlatır. İnsanın ulaşabileceği vahşetin boyutları okuyucunun kanını dondurur. Ama ne de olsa bu bir romandır, yazar da mutlaka biraz abartmıştır diyerek teselli olunabilir. Ne var ki, insan olarak ve yine insana ilişkin bazı duyarlılarla hiçbir şekilde teselli olunamayacak olaylar da yok değil.
Yugoslavya'nın parçalanış sürecinde özellikle Bosna ve Kosova'da yaşananlar; hâlâ Afganistan'da sürmekte olan savaş, hafızalarda çok taze olanlar sadece.
Kara çocuk nasıl kovuldu?
Kosinski'nin kendi yaşam öyküsünden hareketle kaleme aldığı "Boyalı Kuş", İkinci Dünya Savaşı yıllarında orta Avrupa'nın köylerinde geçer. Köylerinden dışarı çıkmayan bu insanlar "sarı saçlı, açık tenli mavi gözlüydü. Oysa çocuk "esmer, kara kaşlı ve kara gözlüydü." İşte bunun için "Kara Çocuk" dendi, içinde "kötü bir ruh" taşıdığına inanıldı. Kara saçlarının çiftliklere yıldırımlar çekeceği, kara gözlerin baktığı insanlara uğursuzluk getireceği korkusuyla hep kovuldu ya da yok edilmek istendi köylülerce.
Afganistan'da sürmekte olan savaşta da teröristlerin yok edilmek istendiği öne sürülüyor. Oysa bölgede yaşayan binlerce masum insan yok sayılıyor, çünkü onlar "öteki" coğrafyanın insanları.
Başlık: Ortaçağdan gelen adamlar
Haber peşindeki gazeteciler bölgeye gittiklerinde ise izlenimleri nedense azgelişmişlik üzerine oluyor. Hürriyet'te (18.10.2001 ) Burak Kara,"Medeniyet nerede biter?" sorusuyla başlattığı metnini şöyle sürdürüyor:
"Peşaver'den Şam Şatu Afgan mülteci kampına doğru yola çıkmaya başladığımızda medeniyetin izleri de yavaş yavaş yok olmaya başlıyor. Geçen her kilometre bizi biraz daha ilkel bir dünyaya sürüklüyor."
Sayfada kullanılan üç fotoğrafta da çocuklar vurgu alıyor, metinde vurgu alansa eğitim sistemlerinin ne kadar geride olduğu.
İlk sivil yerleşim yerinin vurulmasının ardından Taliban yönetiminin izniyle bölge gazetecilere gezdirildi. Haber söylemi yine bölgenin geri kalmışlığı üzerinden kuruldu. Kaç kişinin öldüğü muğlak kalırken, "Kerpiç evler yıkıldı" söylemi ve görüntüleri izleyicilerin hafızalarında yer etti. Milliyet (11 Ekim 2001) Gazete, Pakistan'daki protesto esnasında çekilen bir fotoğrafın üstüne "Ortaçağ'dan gelen adamlar" başlığını atabildi.
Özgürlükler ülkesi ya da eleştiriye tahammüllü olarak nam salan ülkelerin başkanları, bölgeden yayın yapan ve "öteki"nin de sesine yer veren El Cezire'nin kapatılması için girişimlerde bulunuyor; kendi ülkelerindeki medyadan bu televizyonun bantlarını kullanmamasını istiyor. Hem de epeyce rafine bir söylemle...
Medyadan sonsuz maviliklerde kanat çırpan, beyaz köpüklü denizlerden havalanan uçakları izliyoruz sürekli. "Sonsuz özgürlük" (!) için bütün uçuşlar. 21. yüzyılın ilk savaşının adı sonsuz özgürlük!..
Ölüm saçan bombalara hayran kalmak...
Füzelerin, bombaların, uçakların ve benzeri cihazların özelliklerini dinledikçe, hele ki, nasıl kullanılmaları gerektiğine ilişkin sürekli bilgilendikçe hayran kalıyoruz şu teknolojiye. Teknolojinin yarattığı insan öldürme makinelerine. Kaç bin kilometreden hedefe kilitlenerek mutlaka vuruyor, uydularla kumanda edilebiliyor. Üstelik radarı bile atlatmayı başarabiliyor.
Medyada bilinçli ya da bilinçsizce yapılan gazetecilik; pratiğiyle bu savaşta güçlü olanın söylemine eklemleniyor. Savaşla gelen acıları değil, güçlü tarafın teknolojisini izleyip yine güçlü olana hayran kalıyoruz.
Arada uydunun yanlış yönlendirmesiyle sivil birimler de vurulabiliyor. Ama o zaman da iktidar sahipleri iyi aydınlatılmış ortamlarda, itinalı saç tuvaletleri, pahalı kostümleriyle bütün sahte maskelerini takınarak, onlarca kamera ve mikrofonlara siviller için derin üzüntülerini ifade ediyorlar.
Medyanın hayli yoğun yer verdiği bombardıman uçaklarının sonsuz maviliklerde süzülüşü vahşetin estetize edilmesi... Savaşın tüm cani boyutlarını, zorbalığını, acısını, gözyaşını unuttururcasına izliyoruz uçakların sonsuz maviliklerde süzülüşünü...
Gerçekte dillere dolanıp duran bir "savaş" kavramı da olmasa hiç farkında olamayacağız dünyanın bir bölgesinde yaşanan bir savaş olduğunun. Hele ki görsel bir şölene dönüşen hedefini bulan ya da bulamayan bombaların patlayışı. İşte bu görsel şölenler kamufle eder kaç sevgilinin ebedîyen ayrıldığını, kaç yaşamın daha başlamadan bittiğini, kaç yüreğin kanadığını...
Neden boyandıklarını anlamayan çocuklar
Savaş kana boyar bütün renkleri. Ama kana boyanan renkler, bir türlü iktidar sahiplerinin söylemini aşıp gündeme gelemez.
Bazen teröristlerce bazen de iktidar sahiplerince boyanıp boyanıp atılıyor çoğu masum insan. Bir türlü aynı türden olduğunu anlatamadığı diğer insan kardeşlerinin içine...
Irak'ta, Filistin'de, İsrail'de, Afganistan'da ve daha dünyanın pek çok yöresinde kana bulanıyor küçücük masum çocuklar, üstelikte bir türlü anlayamıyorlar neden boyandıklarını. Kâbil pilavını iştahla yiyen çocuk, National Geographic'in posterleştirdiği gözlerinin yeşiline vurulduğumuz Afgan kızı, oyuncak niyetine makineli tüfeğe sarılan küçük Afganlı bugünlerin boyalı kuşlarını temsil ediyor. (NU)
-----------
Kaynakça
Aydın S. (1999) Kimlik Sorunu, Ulusallık ve "Türk Kimliği", Öteki:Ankara
Kosinski J. (1968) Boyalı Kuş, Çev. Aydın Emeç, Ece:İstanbul
Larrain J. (1995) İdeoloji ve Kültürel Kimlik, Çev. Neşe Nur Domaniç, Sarmal: İstanbul