Dünyada olup bitenleri pek doğal bir şekilde izlerken diğer yandan da, kendi yaşadıklarını da dünyanın dört bir yanına bu kadar rahat yansıtan, Norveç gibi başka bir ülke görmedim.
Günlük gazetelerine göz attığınızda bile en beklenmedik sayfalar bile bizim "dış haberler" sayfası çıkagelebiliyor. "Breivik'in katliamı", "Hugo Chavez'in yeniden seçilmesi", "Norveç'te radikal İslami gruplar", "Libya'nın Mart 2011'de bombalanması", vs vs..
Toplum radikal İslam'ı izliyor
Norveç yurttaşı yedi İslamcı militanın Suriye'ye savaşmaya gittiği ülkede gazetelerin yansıttığı haberler, radikal İslamcıların eylemleriyle ve "toplumu dönüştürme" hedefleriyle toplumda ifade özgürlüğü ve gösteri özgürlüğü konularında soru işaretleri yaratmaya başladığını gösteriyor.
Dagsavisen gazetesi, "Terör yayma korkusu" (Sprer frykt for terror) başlıklı manşetinde Ubaydullah Hussain adındaki bir radikal İslamcının, bir yandan Şeriat üzerinden radikal söylemlerine yer verirken, diğer yandan da Norveçli bir gazeteciyi tehdit etmesine değiniyor.
Solcu Klassekampen gazetesiyse, "Polis kontrolü kaybediyor" (Politiet mister kontrollen) haberinde, ellerinde Gazze'de yaşananları protesto eden pankartı olan gençlerin gece eyleminden söz ederken sayfasını uzman görüşlerine ayırıyor.
Norveç'i, belki de herkes gibi sadece, Vikingleriyle, Nobel Barış Merkezi'yle ve son 50 yılda bulduğu petrolden zenginleşen bir ülke olarak biliyordum. Ayrıca, PKK-MİT görüşmesi de Türkiye'de Oslo'nun namına nam katmıştı.
Daha önce Oslo'ya uluslararası bir toplantı vesilesiyle bir kez gelmiştim ama insanıyla kaynaşmak, toplumunu tanımak, iyi gezmeye fırsat bulamamıştım.
Protestan temsil yüzde 86
İskandinav Yarımadası'nın en batısında bulunan Norveç'te Evanjelik Lutherciler (Protestanlar) beş milyonluk halkın yüzde 86'sını oluştururken diğer Protestanlar ve Roma Katolikleri yüzde 3'lük dilimi temsil ediyor (Kaynak, Vikipedia). Yani Katolikler de tıpkı Hindular veya Müslümanlar gibi Norveç'te azınlık oluşturuyorlar.
İşsizlik oranı için de yüzde 4 deniliyor. Konuştuklarımız, işsizliği genelde, gittikçe modernleşen sanayiye uygun genç işgücünün yetişememesi ve yaşı ileri çalışanların işlerinden olmalarının ardından emeklilik yaşı olan 67'ye kadar işsiz kalmalarıyla açıklıyor.
Breivik'in kurbanlarından "Banu"yu da andık
Ailecek başkent Oslo'a kısa bir tatil için gittik. Kısa süre önce, yıllardır Türkiye'de yaşayan arkadaşımız Eugene Schoulgin aracılığıyla tanıştığımız bir yayıncının ailesine davetliydik. Oslo'yu karşıdan gören gemiyle yarım saatte varılabilen Nesadden Yarımadası'ndaydı.
Kendi yaşamlarında yaygın olan ailecek orman yürüyüşüne bu kez bizi de kattılar. Ahşap evleri, baraka ve sahildeki kulübelerin, marketlere kadar her tarafın bakir bir doğa içerisinde doğal kalabildiği bir güzellik içerisindeydik. Eksi 2 derecede, çocuklar hiç üşenmeden denizde denizanası çıkarıyor, tekrar denize atıyorlardı.
Adanın küçük bir dilimini dolaşırken tepeye yakın bir yerde küçük bir anıtın önüne geldik. Asbjorn, anıtın faşist Anders Behring Breivik'in 22 Temmuz 2011'de Oslo'nun batısındaki Ütoya Adası'nda yol açtığı katliamda yaşamından olan iki gencin kendi bölgelerinden olduğunu, politik şiddeti bilmeyen yöre insanının bu olaya anlam verilemediğini, iki genç anısına anıtın dikildiğini söylüyor: "İki gençten biri Türkiyeliydi, adı Banu'ydu. Buranın insanı olarak büyümüştü. Cenaze töreninde hem Papaz hem de İmam vardı".
Halloween öncesi balkabağı oyduk!
Normalde Pagan festivali olarak İngiltere, İrlanda, İskoçya ve Galler'de 19. yüzyılda kutlanmaya başlanan, bir yüzyıl sonra da Amerika kıtasında bu bölgelerden göç edenlerce taşınan Halloween Bayramı 31 Ekim'lerde kutlanırmış. Çocukların, korkunç kostümler giyerek, yüzlerini yara bere içinde göstererek kapı kapı dolaşıp şeker topladığı bir Cadı Bayramı'ndan başka bir şey değil.
Bunu Amerikan popüler kültürünün bir parçası olarak gören aile, birkaç gün öncesine rastlasa da, oğlumuza bunu yaşatmak için, akşam akşam babasına balkabağı oydurttu. Koca bir balkabağın dışı, çocukların kağıt üzerinden çizdikleri "korkunç" kafa resimlerine uygun olarak oyulurken, kabağın içi de ortasına mum yerleştirilebilecek genişlikte boşaltılıyor. Ardından mum yakılıp yerleştiriliyor. Odadaki ışık da söndürülünce etrafa tatlı bir loş ışık yayılıyor.
Yemekte bizdeki lahananın koyun etiyle haşlanmış haline benzeyen bir yemek vardı. Eksi 2 derecede içindeki biber tanelerini ısırmaya pek aldırış etmiyorsunuz.
Munch, Vigeland, Kon Ti-ki müzeleri...
Oslo, beş milyonluk ülkenin en kalabalık şehri olarak, tarihi mirası en hak eder şekilde koruyan bir yerleşim olarak bize tanıtıldı. Viking Gemileri Müzesi, Munch Müzesi, Doğa Tarih Müzesi, Vigeland Parkı ve Müzesi, 2. Dünya Savaşı Direniş Müzesi, Kon Ti-ki Müzesi gibi kültürel mekanların birçoğunu gezme imkanımız oldu.
Gustav Vigeland'ın hikayesi, onun adına kurulmuş park ve müzeyi gezince, dokunaklı geldi: Atölyesini de içeren evi 1921'de yıkılan heykeltıraş Vigeland bunalıma girince Oslo belediye yetkilileri, ona yeni bir yer vermiş. Vigeland'ın bunun üzerine bağışladığı heykellerden 200 kadarı parkta yol boyunca sergileniyor. Çıplak yetişkin ve çocuk bedenler, mutluluk, canlılık ve yaşama sevinci uyandırıyor.
Sigrid de Lemos, Auschwitz, 1942...
Dönüş yolunda kaldırım asfaltının içine sıkıştırılmış, üzerinde yazı olan altın sarısı bir plaket dikkatimi çekti: "Sigrid de Lemos, Doğum 1883, Auschwitz toplama kampına nakil: 1 Aralık 1942". Alman ordusunun beş yıl işgal ettiği Oslo'da Lemos, bu mahalleden ölüme gönderilmiş.
Anadolu malı kumaş Viking müzesinde
Viking Müzesi'nde "Oha" dediğimiz an, denizcilikte usta bu boynuz kasklı milletin Akdeniz'de cirit attıkları yıllarda İstanbul'daki boğazlardan da geçtiklerini ve Anadolu malı kumaşlardan da temin ettiklerini öğrendiğimizde oldu. Ancak yelkenli gemilerine de diyecek de yok doğrusu!
Tatilin en yaratıcı kısmına gelince, oğlumuzun sahildeki Nobel Barış Merkezi'nde barış adına yeteneği sınandıktan sonra "barış ajanı" seçilmesi oldu. Bunun için, aşama aşama ilerleyip, kutucuklar açıp, içindeki kağıtlarda geçmişte Nobel Barış Ödülü almış kişilerle ilgili sorulan sorulara yanıt vermesi gerekiyordu.
Gandhi, Sirleaf, Gbowee, Karman...
Neyse, merkezde varlığımızı sanal bir barış yürüyüşüyle taçlandırıp mekandan ayrıldık. Ancak Oslo'ya gidecek varsa, aynı merkezdeki Henri Cartier Bresson'un muhteşem Mahatma Gandhi fotoğraflarından oluşan sergisi 17 Şubat 2013'e kadar açık, haberiniz olsun!
Ayrıca, Nobel'le ödüllendirilen üç kadın olarak Ellen Johnson Sirleaf, Leymah Gbowee ve Türkiye vatandaşlığını alan Yemenli gazeteci Tawakkol Karman'ın (Tevekkül Karman) da tanıtıldığı köşe de gözünüzden kaçmaz. (EÖ/ÇT)