Tüm dinler ve felsefi öğretilerin yolu kaçınılmaz olarak ölmekten ve öldürmekten geçer. İnsanın bir an önce varılması gereken o muhakkak noktaya (özgürlük, hakikat ya da cennet) varması gerektiği dürtüsü, insanda tarih boyunca doğaya ve topluma karşı amansız kıyıcılığa yol açmıştır. Ölüm olgusunun sınıflı-devletçi çağ boyunca insandaki tüm yıkıcılığın kökenlerine dair belli bir sosyolojisi var. Ancak Ortadoğu’da durum özellikle günümüzde içinden çıkılmaz bir haldedir.
İslam dinini kullanarak büyük bir dehşetle yayılan şiddet, sürekli olarak birbirini üretiyor ve halklar arasında yerleşik bir “ideoloji” halini alıyor. Salt ölmeyi ve öldürmeyi idealize eden, kurgulayan bir ideoloji…
Özellikle İslam büyük oranda başkan Öcalan’ın dediği gibi ömrünü her gün intiharlarla ve ölümle uzatan bir şiddet inanışı halini alıyor. Eğer bu tespit doğru değilse bile bu durumun tersi bir ideolojik, yapısal ve eylemsel bir duruşun ortaya konulması gerekiyor. Çünkü IŞİD canavarlığı her şeye rağmen ciddi bir bölgesel ve uluslararası meşruiyete, hatta kamuoyuna sahip. Böylece sürekli katılımlarla tüm batı karşıtı (Arap milliyetçisi ve İslamcı) tepkileri elinde tutarak öfkeyi yönetiyor. Dikkat edilirse IŞİD tüm dünya kamuoyunda yalnızca vahşet ve korku anlamlarına gelmekte. Hz. Muhammed döneminin o bilgeliğe ve temiz ahlaka dayalı “yeryüzündeki tüm canlılar, böcekler bile benim ümmetimdendir” diyen İslam kişilikleriyle hiç alakaları yoktur. IŞİD’ e bu haliyle modern dünyanın son vampirleri –zombileri denilebilir.
Ancak modern dünyanın tersine (modernite karşıtı gibi görünseler de onun bir türevi olarak) IŞİD’e verilen açık-örtük destek, bu korkuyla nefret dolu bir gurur duyuyor. Habil ve Kabil’den beri eldeki yegâne silahla (ölmek ve öldürmek) dünyayı titretme fikri büyük bir çekiciliğe sahip.
Demokratik ulus dediğimiz hadise Ortadoğu halklarını şiddet, çatışma ve ölüm sarmalından uzaklaştırmayı amaçlıyor. Birbirinin hakkını ve varlığını gözeterek bir arada yaşamayı savunan bir perspektiftir. Ölüme karşı yaşamı, ulus-devletle oluşan çatışma yerine eşit ve özgür yan yanalığı esas almaktadır.
Üstelik Demokratik Ulus, İslam’ın başkan Öcalan’ın belirttiği “milletler birliğini” ifade eden ümmet anlayışıyla da günümüze dair benzerlikler içermekte. Ortadoğu’ya dışarıdan (200 yıllık İngiliz hegemonyacılığınca) dayatılan ulus-devlet yüzünden yaratılan ölme ve öldürme kültürüne karşı yaşamı ve beraberliği savunmak gerek. Demokratik ulus ve Demokratik Konfederalizm ne ölümü ne de aynı anlama gelen yeniden ulus-devlete sarılmayı salık verir.
Başkan Öcalan ve özgürlük hareketi özyönetim derken bu yabancı yönetim sorunlarını çözerek halkları kendi sorunlarını çözen bir ehliyete ve yeteneğe kavuşturmayı amaçlıyor. Küresel hegemonyacılığın başkan Öcalan’a sürekli kızmasının sebebi, bu topraklarda artık işlerinin kalmaması demek olan bu ideoloji ve yapısallığı geliştirmesi ve halkların buna artan bir ilgiyle yaklaşmasındır. Demokratik Ulusla kendi sorunlarına şiddet dışında özyönetim perspektifiyle yoğunlaşan halklar, küresel hegemonyacılığı kendiliğinden aşacak ve böylece ölüm Ortadoğu’nun değişmez kaderi olmaktan çıkacaktır. “Emperyalizme karşı” denilerek bayatlamış sloganizmden farklı olarak, halkların kendi sorunlarını çözmeye karar vermesi en büyük iradeleşme ve özgürlüğe cesarettir. Günümüzün en etkili anti-emperyalizmi halkların kendi sorunlarını çözmeye (ölümle ağırlaştırmaya değil)koyulmasıdır. Bunun formülü Demokratik Uluslaşmadır.
İşte İslam’ın sorunu bir korku ve dehşet dini mi yoksa köklerinde bulunan evrensel insanlığın erdemleriyle barışık bir barış dini mi olacağıdır. Selefilik İslamı (veya en genel anlamda İslamiyet) Ortadoğu’da hangi sorunu çözmüştür? Bugün insanlığın sorunlarının çözümü için nasıl bir İslam düşüncesiyle yürünmelidir? Bu sorular aynı zamanda bir muamma olan Ortadoğu kültürüne dair temel problemlere dikkat çekiyor. İslam dini ve fikriyatı eğer bu IŞİD veya selefi komploya karşı ideolojik, yapısal ve eylemsel bir mücadele verebilirse kendini “katil bir din” haline getiren selefiliği aşabilir. Böylece o yeniden Ortadoğu halklarına barış, kardeşlik ve özgürlük getirme ideasını bir hakikate dönüştürebilir. (MZ/HK)
* Mehmet Sezgin, Demokratik Modernite Dergisi Editörü