Krizin müsebbibinin, kapitalizm, bir dizi bağımlılık ilişkileriyle bir dünya ekonomisi haline dönüşmüş dünya kapitalizmi olduğu ise pek hatırlanmıyor.
Hal böyle olunca, bu krizin etkilemediği hiçbir şey yok. Gerçekten de olmaması doğal, sonuçta, ekonomi-politik çalışıyor çalışmasına da bunun algılanış biçimi ayrıca eğlencelik, özellikle medyada...
İki solcu yazar
Biri mizah yazarı ve diğeri kendinden söz ettiği gibi genç bir kadın gazeteci iki köşe yazarının yazdıklarından esinlendi bu yazı. Adlarını biliyorsunuz, Serdar Turgut ve Ece Temelkuran ... İkisi de, aslında Doğan, Uzan, Doğuş ve Karamehmet ailelerinin gazeteleri esasında solcu sayılırlar. Gazetecilikte yerleşik ahlaki bir takım kriterler açısından da bugüne dek bir ihlalleri olduğunu duymadım.
Önce kısa bir özet:Serdar Turgut, sanırım Hürriyet Ankara - Washington ekseninden nihayet İstanbul'a geliyor ve gazetenin mizah yazarı oluyor. Mizah yazarlığına ilk başladığında, Beyaz Türkler'e hitap ediyor; onlara aşağılayabilecekleri kavimler buluyor (mesela, Pakistanlılar, Hintliler ve tabii ki Araplar), Amerikan yaşam tarzını öven yazılar yazıyor ve bu arada Amerikan komedi dizilerinin sahip olduğu mizah anlayışıyla aynı Beyaz Türkler'i güldürüyordu.
Öteki, televole, teknokrat
Ne yalan söyleyeyim, bazı yazıları gerçekten eğlenceli de oluyordu. Birden, ciddi yazılar yazmaya başladı ve "Öteki Türkiye" ile "televoleci ekonomistler" kavramlarını Türkiye'ye hediye etti.
Öteki Türkiye tartışması yatışır yatışmaz ard arda Kasım ve sonra Şubat krizleri patladı, Derviş geldi. Turgut, Derviş gelince "adamı bırakın işini yapsın" yazıları yazdı, IMF politikalarının neden haklı olduğuna dair bazı makaleler serpiştirdi ve sonra Teknokratlar Hükümeti diye bir öneri patlattı.
Bu önerinin pek patladığı söylenemez, zira kimse ciddiye almadı. Bir kişi, (Ertuğrul Özkök ) hariç... Ertuğrul Özkök'te Turgut'a referans yapınca, medyada tartışma hararetlendi, sonra yatıştı. Malum, bu aralar Fenerbahçe, Galatasaray vs. konuşuluyor.
Erdem eylemi çağrısı
Temelkuran ise, bazı bazı ropörtaj tadında olan, "kültürel çalışmalar" ekolünden yazılarına ara verip, "Konuşsanıza!" gibi ünlemler içeren ve insanları ahlaklı olmaya çağırıp "Erdem Eylemi" öneren yazılar yazdı. Temelkuran'ı kimsenin tartışmaması doğal, ama yine de yazdığı yer Milliyet'in ikinci sayfası...
Ne oluyordu? Turgut'un yazılarından anladığımız kadarı ile özellikle finans sektöründeki çöküş, kalifiye bir kısım bankacının, gazetecinin, yönetici asistanının, insan kaynakları uzmanının vd. işsiz kalmasına yol açmıştı ve Turgut'a göre bunlar, bu ülkenin üreten, kafası çalışan gerçek sahipleriydiler.
Kimsenin onları işsiz bırakmaya hakkı yoktu.
Bir ara rejim, eğer ekonomi düzelecekse gerekli idi, Türkiye'nin Sahipleri (Derin Türkiye!) işlerine kavuşmalı idiler.
Sahi ne oluyordu?
Basitçe kafa kırışlığı
Serdar Turgut'un yazılarının toplumun bir kesimin refleksini yansıttığını kabul etmek zorundayız.
Temelkuran'ın ki ise farklı, aynı kesimin kafa karışıklığı diyebiliriz; basitçe, aslında hiçbir şey olmuyordu, ekonomi-politik çalışıyordu.
Serdar Turgut, Öteki Türkiye'yi yazdığında, yanıldığı söylenemez, gerçekten de Türkiye'de her şey, egemen bir azınlığın temel tercihleri doğrultusunda belirleniyor ve çoğunluk bu ülkede yaşamıyor varsayılıyordu. Kriz bunu esastan değiştirmedi, ama, muhtemelen Serdar Turgut okurlarının çoğunluğunu oluşturan (işte en fazla 10 bin kişi!) ve geçimini gerçekten eğitim yoluyla edindiği sosyal ve kültürel sermayeyi metaya dönüştürerek sağlayan Beyaz Türkler'den bazılarını işsiz bıraktı, onların bir kısmı da Türkiye'yi terk etmekten daha az ücretli işleri tercih etmeye kadar uzanan bir skala içinde tercihlerini yaptılar.
Kriz, Serdar Turgut'un okurunu da vurmuştu! Serdar Turgut, idare edecek kadar ekonomi-politik bildiğini defalarca gösterdi; dolayısıyla bu açıklama, bir komplo teorisi sayılmamalı.
Hiçbir komplo gerçek kadar şaşırtıcı olamaz.
Banka reklamı duyarlılığı
Temelkuran ise, Akbank reklamlarındaki duyarlılığı köşesine taşıdı ve muhtemelen yaşı nedeni ile tanıklık etmesi mümkün olmadığı yetmişli yılların "ahlakına, yerli malları haftasına, Hababam Sınıfı duygusallığına" bizi çağırıverdi.
Üstelik yüzümüze doğru "Konuşsanıza!" diye yüksek sesle... Sahi, yetmişli yıllarda bu filmler nasıl bir işlev görmüşlerdi? İçinde bol bol "hoşgörü", "birbirimizi sevelim" mesajları içeren şarkılar o kadar masum muydular? Değil tabii, o zamanda ekonomi-politik çalışıyordu, sınıf mücadelesi, dönemin koşullarının yarattığı özgül dinamikler içinde gelişiyor, dönemin egemenleri önlerini göremedikleri oranda, birbirimizi sevmemizi öğütlüyorlardı.
İşte yeni bir kriz, üstelik ardından bir toplumsal hareket de yaratmadı ama orta sınıf ve ideologları, ayaklarının altındaki toprağın kaydığını sarsıla sarsıla hissettiler.
Gülünesi inandırıcılık
Bir yandan Turgut'un kaleminden, toprak kaymasını önleyecekse, ara rejim isteriz diye bağırıyorlar, bir yandan da Temelkuran'ın kaleminden, Erdem çağrısı yapıyorlar.
Bütün sorunun, aslında, birbirimizi sevmeyi unuttuğumuzdan kaynaklandığını, köşe dönmeci olduğumuzu, erdemimizi yitirdiğimizi, ah bir onu geri kazansak her şeyin düzeleceğini söylüyorlar. Hem de gözlerimizin içine içine, "Konuşsanıza!" diye bağırarak.
Konuşmadığımızı kim söylüyor: eğer yaşayanlar bu kadar erdemsizse, bunun nedeni insan tekleri değil, kapitalizmin mantığının egemen olması... Üstelik, bana aç kalmış bir öksüzün köfte çalabilecekken açlığını erdemine tercih etmesi hiç de adil görünmüyor, yaptığı ise hırsızlık olarak hiç...
Bize neden erdem öneriyorsunuz? Ara rejimin sıkacağı kemerlerimize dayanma gücümüzü arttırmak için mi? diyesi geliyor insanın...
Bana gülünç geldiğini söylemiştim, ama anlattıklarım yüzünden değil, her iki yazarın da yazdıklarında oldukça samimi olduklarını düşündüğümden... Bunlara inanıyorlar.
İşçi sınıfını kestiler
Bitirirken, bir hatırlatma yapmadan geçemeyeceğim, siyasi tarihte erdem kavramının yeri üzerine... Jakobenler, devrimci yönetimi, yani giyotinleri erdem için kurmuşlardı. Ropesbierre, kendisine erdem savaşçısı diyordu, Rousseau'nun kitaplarını elinden, Montesguieu'nun "Cumhuriyet'in temel ilkesi erdemdir" sözünü dilinden düşürmüyordu. Kurulan giyotinlere ise, kaşı devrimcilerle birlikte filiz halindeki işçi hareketinin önderleri gönderildi.Burjuvazi devrimci döneminde bile ağzına erdemi aldığında yaptığı, kendi çıkarları için diğer sınıfları arkasından hançerlemekten başka bir şey değildi.
Sabancı'yı da sevelim mi?
Şimdi, sormadan edemiyorum, sahi orta sınıf ya da en azından misyon sahibi yazarları ne istiyor?
Demokrat Serdar Turgut, Genelkurmay Bildirisi'ni destekledi, Teknokrat hükümeti öneriyor; solcu Temelkuran "Erdem Eylemi" istiyor, tabi yurdumuzu birbirimizi sevmemizi de... Birlikte, biraz sonra düze çıkacağımızı da ekliyorlar. İnsanın aklına kötü şeyler geliyor ister istemez, tarih çağrışım yapıyor!
Sahi, erdem için giyotinler de kurulacak mı? Yoksa sadece, birbirimizi -aslında kriz vurguncusu Akbank'ın sahibi Sabancı'yı da- sevmemizi mi istiyorsunuz?(NA)