Yargılama makamları açısından önemli olanın "suç" değil, yargılamaya konu olan kişinin kim olduğu ve yargı sürecinin bu "kim"liğe bağlı olarak geliştiği söylenebilir.
Elbette bilinmeyen bir tespit değil bu, ancak müdahil vekili olarak hazır bulunduğumuz Hrant Dink cinayeti davası ile sanık müdafii olduğumuz son Devrimci Karargah (DK) davası arasında bir karşılaştırma, bu tespiti somutlaştırmak açısından çok önemli.
Dink'i katleden sanıklar ile DK sanıkları aynı suçlardan yargılanıyor: Terör örgütü yöneticiliği ve üyeliği, örgüte yardım, ruhsatsız silah bulundurmak... Ancak aynı suçlardan yargılanıyor olmak iki sanık grubuna aynı soruşturma ve kovuşturma usullerinin uygulandığı anlamına gelmiyor.
Özellikle, Dink davasında suçlanan değil suçlayan konumunda olmanın, bu cinayetin kamuoyunun önemli bir kesimince hatta devlet yetkililerince bile lanetlenmiş olmasının davanın seyrini belirlemekte, maddi gerçeğin, cinayetin gerçek faillerinin ortaya çıkarılmasını sağlamakta önemli olduğu düşünülebilir. Oysa böyle değil.
Devletin olunması gereken birey kıstaslarına uymuyorsanız, makbul vatandaşlardan (Türk, Sünni, Müslüman, erkek) değilseniz ya da davanın kendisi devletin konjonktürel ihtiyaçları ile örtüşmüyorsa -ki bu durumda bile göstermelik bir yargılama yapıldığı, "gerçek suçluların gerçek suçlarından yargılanmadığı" unutulmamalı- sanık da olsanız mağdur da, adalete ulaşmanız mümkün değil.
Örneğin kocasının şiddetine uğramış bir kadınsanız, erkeğe yerli yersiz uygulanan, kot giymeyi, yemeği tuzsuz yapmayı, cilveli saat sormayı haksız tahrik indirimi için gerekçe yapan mahkemeler karşısında adalete erişmeniz mümkün değil; yıllarca kocasının sistematik ve ağır şiddetine maruz kaldığı için kocasını öldürmüş bir kadınsanız cinayeti ağır tahrik altında ve can güvenliğinizi sağlamak için işlediğinize mahkemeyi ikna etmek, bu kez bu haksız tahrik indiriminin sizin için uygulanması mümkün değil.
Örneğin, sosyalist, Kürt, Ermeni iseniz ve bir de yasaların "suç" olarak tanımladığı bir fiil işlemişseniz devlet sizi cezalandırmak içim tüm olanaklarını seferber eder; ancak bir biçimde bir suçun mağduru olmuşsanız, örneğin Jitem ya da Mehmet Ağar mağduru bir Kürt ya da sosyalistseniz adaleti bulmanız zordur. Hrant Dink örneğinde olduğu gibi, neredeyse kendi can güvenliğinizi sağlamadığınız için suçlanırsınız, koruma istemediğiniz için öldürülmeyi kabullendiğiniz ima edilir.
Aynı suçtan yargılananlara farklı yaklaşımlar
DK davasında sanıkların telefon konuşmalarıyla ilgili buluttan nem kapan polis ve savcılık, Dink davasında bir sağanak olmasına rağmen konuşmaları masum saydı.
Tuncay Yılmaz ile Mahir Sayın arasındaki "Maydanoz kafedeyiz, devrimci karargahı buraya kurduk" şeklindeki espri, örgütün deşifresi ve "ikrarı" sayılırken; Yasin Hayal'in Erhan Tuncel'den mermi istediği SMS, Erhan Tuncel ile Muhittin Zenit arasındaki cinayetin nasıl işleneceğine dair ayrıntıların bile bilindiğini ortaya koyan diyalog, Mustafa Öztürk'ün "bu işi biz yapacaktık, başkalarına verdiler, onlar da ellerine yüzlerine bulaştırdı" şeklindeki konuşmalar soruşturmacıların dikkatini çekmedi.
DK davasında az önce aktarılan konuşmaların "illegal örgütlerin gizlilik kurallarına uygun" ve "gelişmiş istihbarat taktik ve teknikleri konusunda deneyimli, hassas ve şifreli haberleşme kaynakları" ile yapıldığı iddia edilirken; telefonunun dinlendiğini bilen Yasin Hayal'in karşısındakini uydu telefonuna geçmesi için "uyduya geç, uyduya geç" diyerek uyarması, telefonunu bir arkadaşının köydeki evine bırakıp dinlemeyi "atlatmaya" çalışması istihbarat raporuna yansımış olmasına rağmen "illegal örgütün gizlilik kuralı"ndan sayılmadı.
DK davasında, sosyal hayatta bile birbiriyle bir araya gelmemiş insanlar arasında olmayan bir hiyerarşik ilişki icat edildi, kimileri üyelikten kimleri yöneticilikten yargılanıyor. Ama Dink davasında, sanıklar arasında ve sanıklarla polisler arasında "reis", "başkanım" gibi açık hiyerarşi göstergesi olan hitaplar örgütsel bir bağlam içinde tartışılmadı.
Örneğin Ahmet Şık'ın kitabına alınan notları örgütsel talimat sayan zihin, BBP yöneticisi Halis Egemen'in eşiyle birlikte Yasin Hayal'i cezaevi çıkışında karşılamasını, ona nasihatler etmesini, Yaşar Cihan'ın ve Halis Egemen'in Yasin'in cezaevindeyken, ailesine para yardımında bulunmasını insani ilişki kapsamında değerlendirdi. Erhan Tuncel'in ne kastettiğini bizim "anlamadığımız" ama ilgilileri tarafından sanırım gayet iyi anlaşılan "Genel Merkez'e bildirecektim" ifadesindeki Genel Merkez'in neresi olduğu, Erhan Tuncel'in kime neyi bildireceği hala sır.
DK davasında, kim tarafından gönderildiği belli olmayan, kendi içinde mantıklı bir bütün arz etmeyen ve çoğu email yoluyla gelen ihbarlar ciddiye alındı ve soruşturmanın çatısının kurulmasında önemli bir yer tuttu. HD davasında da hem polise hem de aileye ciddi ihbarlar geldi. Muhsin Yazıcıoğlu, Haluk Kırcı ve Yaşar Cihan'ın cinayetle ilişkisi üzerine, olay yeri yakınlarındaki konuşmalar üzerine, olay yerinde Ogün Samast'ın yalnız olmadığı üzerine, Yasin Hayal'in Orhan Pamuk'a karşı eylem planlanması üzerine çok sayıda ihbar vardı. Ancak bu ihbarlarla ilgili şüpheleri ortadan kaldıran, ihbarlardaki verileri yanlışlayan hiçbir ciddi işlem yapılmadı.
DK soruşturmasında neredeyse selam verenler bile sorgulandı, tutuklandı; anayasal güvence altında olan bir siyasi partinin yöneticileri ve genel başkanı, parti faaliyetleri örgüt kapsamında değerlendiriliyor; ancak Hrant Dink davasında Erhan Tuncel'in birlikte fotoğraf çektirdiği Muhsin Yazıcıoğlu'nun adı bile anılmadı, Yasin Hayal'in duruşmalarda sürekli Muhsin Yazıcıoğlu'na ve BBP'ye selam göndermesinin anlamı üzerinde durulmadı. Davada bazı BBP yöneticileri de yargılanıyor olmasına rağmen, cinayet Alperenler ocağında konuşulmasına rağmen BBP de Alperenler Ocağı da soruşturmaya dahil edilmedi.
DK davasında olmayan deliller yaratıldı; sanıklardan Mahir Sayın'ın emekli polis olan babasından miras kalan beylik tabancası suç delili olarak dosyaya girdi, Sultan Seçik Kubilay'ın 1997'deki bir başka soruşturmada evinde bulunduğu iddia edilen malzemelerin listesi iddianameye delil olarak konuldu.
Yasal basın açıklamaları, resmi bayram olan 1 Mayıs mitingine katılmaları suç delili olarak işlem gördü. Ancak HD davasında mevcut deliller yok edildiği, smslerin içeriklerinin değiştirildiği, savcılara telefon dinleme kayıtlarının gönderilmediği ve kayıtsız-tutanaksız imha edildiği, olay gününe ait güvenlik kamerası kayıtlarının silindiği bilindiği halde bu delilleri ortadan kaldıran polisler için hiçbir işlem yapılmadı. Ogün Samast'ın yakalandığı anda üzerinde olan cep telefonu ve iki sim kartın akıbeti hala meçhul.
DK davasında, sanıklara yüklenen örgüt üyeliği suçlamasının savcılığa göre en önemli delillerinden biri, 27 Nisan 2009'da yargısız infazla hayatını kaybeden Orhan Yılmazkaya'nın bu şekilde öldürülüşünü protesto etmek için düzenlenen yürüyüşe katılmak, burada bildiri okumak, slogan atmak. Peki bu durumda Ogün Samast'la, eline bir de bayrak tutuşturarak hatıra fotoğrafı çektirmek için birbiriyle yarışan polis ve jandarmaları ne yapacağız?
DK davasında okuduğunu anladığı bile şüpheli olan polis memurlarının değişik yayınlardan bağlamından kopararak bir araya getirdiği, kimi yazılardan paragrafları kolajlamak suretiyle yazdığı raporlara, varlığı bile şüpheli gizli tanık ifadelerine, sanıkların mahkeme huzurunda kabul etmedikleri kötü muameleye dayalı ifadelerine dayanarak hazırladığı fezleke esas alınarak hazırlanmış bir iddianame ile dava açıldı.
Ancak Hrant Dink'in 2004 Şubat ayında Genelkurmay Başkanlığı'nın bildirisinin ardından İstanbul Valiliğinde tehdit edilmesiyle başlayan ve hedef gösterilme sürecindeki tüm aktörleri, cinayetin nasıl adım adım geldiğini tarif eden, devlet kurumlarının bu cinayeti ta 2004'te biliyor olduklarını ortaya koyan "Neden Hedef Seçildim?" ve "Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği" başlıklı bu iki yazıdaki anlatımlar, bir anlamda suç duyurusu içeren bu iki yazı görmezden gelindi.
Hrant Dink davasında, iddianamede adı belirtilmediği için örgüt yargılaması yapılamayacağından bahisle iddianameyi iade eden yargı; DK davasında, nerden tutsan elinde kalan, yasadışı tek bir eylem içermeyen, sanıklardan biri açısından suç tarihinin bile doğru gösterilmediği iddianameyi yargılamaya elverişli sayarak kabul kararı verdi.
Hrant Dink cinayeti soruşturmasının tek elden yürütülmesi gerektiği yönündeki talepleri görmezden gelen, Trabzon'da olabilecek en hafif suçlamayla yargılanan jandarmaların fiillerinin Hrant Dink'in öldürülmesini kolaylaştırdığı, cinayet delillerinin ortadan kaldırılmasının bu ilişkiye işaret ettiği iddialarına dayandırılan birleştirme talepleri sistematik olarak reddedildi. DK davasında ise, yasal koşulları oluşmadığı halde ve usul hükümleri hiçe sayılarak, 8 aydır tutuklu olarak duruşmaya çıkmayı bekleyen sanıkların savunmaları alınmadan ilk DK davası ile birleştirme kararı verildi.
Örnekler çoğaltılabilir. Ancak şu bilinmeli ki; bunlar, yazının tezini güçlendirmek için kasıtlı olarak seçilmiş örnekler değil; dosyalarda ağırlık bakımından benzer örnekler bulmak mümkün olmadı. Maksadımız, iki eşitsiz durumda eşit muamele talep etmek de değil. Ayan beyan ortada olan şey, savcıların soruşturması gereken "kuvvetli şüphe" bir davada göz ardı edilirken, araştırılmazken; diğer davada soruşturmaya başlamak için zorunlu koşul olan "suç işlendiği izlenimi"ni bile uyandırmayan olguların, nasıl bir araya getirilip allanıp pullanıp öne çıkarıldığıdır.
Bu anlamda, bir çifte standarttan bile söz etmek mümkün değil. Bulmaya çalıştığımız, birinde "olan"ın yokmuş gibi yapılmasının, diğerinde "olmayan"ı oldurmak için akıl almaz akıl yürütmelere, zorlama yorumlara başvurulmasının arkasındaki motivasyonun ne olduğu? Bir Ermeni'nin katillerini "dostlar alışverişte görsün" mantığıyla yargılayan pratikle, sosyalistleri, devrimcileri olmayan fiillerden yargılayan mantığın nerede örtüştüğü?
"Dünya kamuoyu karşısında Türkiye'yi zor durumda bıraktığı" söylenegelen olayın bilinen ve bilinmeyen faillerini yargılamaktan sakınarak, ömrü kontgerillaya, darbelere karşı mücadeleyle geçmiş, hatta zamanında andıçlanmış olanları, "Ergenekon davasını boşa çıkarmaya çalışmakla" suçlayan zihniyetin hangi yaratıcı zekadan beslendiği? (UDT/EÖ)