Operasyonlar süresince KCK/PKK'nin gösterdiği tavrı kadar HDP'nin bulunduğu pozisyon da önemli. Diğer taraftan HDP, asli olarak Kürtlerin taleplerini yerine getirebilmek için oluşturulmasına rağmen gerek 2014 cumhurbaşkanlığı gerekse 7 Haziran milletvekilliği seçimlerinde farklı bir tavır ve politika içerisine girerek, Türkiye’de Kürtler dışındaki toplumların da demokrasi ve özgürlük taleplerini sırtlanarak yürüyüşe başladı. Bu oluşuma Türkiyelileşme adı verildi.
Türkiye’deki sol, sosyalist, demokrat ve mevcut iktidara muhalif hareket ve oluşumlarla ittifaka girerek önce cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oldukça iyi sayılacak bir ivme kazandı, sonra da 7 Haziran milletvekilliği seçimlerine, tüm baskılara rağmen parti olarak girme kararı alarak başta iktidar olmak üzere tüm kesimleri şaşırttı.
“Gezi” olayları olarak adlandırılan iktidara karşı muhalefet ve tepkilere kayıtsız/tarafsız kalan HDP bu defa tüm muhaliflerle birlikte iktidara karşı muhalefet hareketini ciddi biçimde örgütleyerek seçimlere girdi ve şaşırtıcı sonuçla 80 milletvekili çıkarttı.
Seçimlere giderken milletvekili aday profillerinde önemli değişiklikler yaptı. Kürt olmayan adaylar oldukça fazlaydı. Yapılan ittifakın görüntüsü adaylara yansımıştı.
AKP, parti olarak girmesine karşı çıkmıştı. İktidar cephesi, parti olarak seçimlere katılma politikasını, “nasıl olsa kazanamayacaklar, kazanamadıkları için de kaos yaratacaklar, bu amaçla parti olarak girme kararı aldılar” diye yorumlamıştı.
İttifaka girmeyen sol ve sosyalist kesimler de ise “kazansalar bile AKP’yi başkanlık konusunda destekleyecekler, bu bir oyundur” diyerek eleştirilerini eksik bırakmadılar.
“Seni başkan yaptırmayacağız” sloganı, bu tür eleştirilerin önünü kesmekle kalmadı, ittifak içerisinde veya dışında, iktidara muhalif tüm kesimlerce olumlu karşılandı. AKP dışında hiçbir kişi ya da topluluk “başkanlık sistemini” istemiyordu.
HDP’nin çıkaracağı her milletvekilinin AKP’den gideceğini iktidar da dahil herkes biliyordu. Bu anlamda 7 Haziran seçimleri AKP ile HDP’nin mücadelesi biçiminde oluşmuştu. Sonuç her kesimi şaşırttı.
Bu seçime kadar baraj nedeniyle bağımsız olarak seçime giren Kürt partileri ilk defa parti olarak katılmış, ortalama yüzde 5 düzeyindeki oylarını cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 9,78 e, daha sonraki seçimlerde ise yüzde 13,1 e çıkarmıştı.
Oyların artışında Selahattin Demirtaş’ın tartışmasız karizması, akılcı konuşması ve sempatikliğinin payını da yadsımadan sonuçlara baktığımızda, HDP’nin sol, sosyalist ve diğer muhalefetle yapmış olduğu ittifakın önemini ve “Türkiyelileşme” denilen sadece Kürt partisi olmaktan vazgeçip Türkiye partisi olma yolunda olumlu adımlar atmasının önemli katkıları olduğunu görebilmekteydik.
Asıl gösterge, Türkiye’de iktidara karşı ciddi bir muhalif hareket oluşmakta olmasıydı. Ciddiyet çok önemliydi. Bugüne kadar muhalefetin yeterli gücü alamamasının nedeni halkın muhalefeti gerekli ciddiyette görmemesinden kaynaklıydı. İlk defa muhalefet gereken ciddiyeti göstermiş, gösterdiği ciddiyet iktidarı ürkütmüştü.
HDP’nin seçim başarısı aynı zamanda başının belasıydı. Parti olarak rahat değildi. İktidar ve devlet tarafından “teröre” destek verdiği, sırtını kandile dayadığı söylenerek, kandil tarafından yetersiz davrandığı söylenerek suçlanıyordu.
Koşulsuz ve ama’sız ateşkes çağrılarına, KCK eş başkanı Cemil Bayık tarafından, “artık tek taraflı ateşkes olmayacak” denilerek cevap verilmiş, Duran Kalkan ise, “siz neyi başardınız da bizden bunu istiyorsunuz” diyerek eleştiri ile cevap vermişti.
HDP, hükümeti kuramama, hükümetin kurulmasına yardımcı olmama ile suçlanıyordu. Hâlbuki AKP seçim sonuçlarını beğenmemiş, seçimleri yenilemek için ayak oyunlarına girmişti. Hükümeti kurmak gibi bir düşüncesi yoktu. Hükümeti kurmamak, oyalamak, başka partinin bu görevi almaması için süreyi olabildiğince uzatmak peşindeydi. Bu taktik tecrübesiz kişilerce bile görülüyor ve söyleniyordu. Bunu KCK’nın anlamamış olması düşünülemezdi. Buna rağmen HDP’yi “bir şey başaramamış” olarak eleştirmelerinde tek neden olabilirdi. HDP’nin “başkanlık sistemine” temelden karşı çıkmasıydı. Bu karşı çıkış kabul edilmiyordu. Daha önce Abdullah Öcalan bir konuşmasında; “Erdoğan’ın başkanlığına sıcak baktığını” söylemişti.
KCK’nın anlamadığı/anlamak istemediği diğer konu ise HDP’nin sadece Kürt sorununu çözmek amaçlı bir parti olmaktan çıkıp Türkiye partisi olma yolunda adım attığıydı ve ittifak yaptığı güçler “başkanlık sistemini” istemiyorlardı.
HDP’nin ciddi anlamda muhalefet olarak güçlenmesi, Abdullah Öcalan’ın bile “sıcak baktığı” başkanlık konusunda geri adım atmaması, barışı tesis etmek için ateşkesin ama’sız yapılmasını istemesi, bu muhalefet hareketinin gittikçe güçlenebileceği ihtimali tüm taraflar arasında endişe yaratmıştı.
İktidar, bu muhalefetin büyümesiyle istediği sınırsız ve süresiz iktidar düşüncesinin hayal olabileceğini, KCK, kendi sorunlarını siyasi arenada dillendirecek HDP’nin elden çıkıp Türkiye partisi olarak muhalefette yer alacağını düşünerek endişeleniyordu.
Bu sorun çözülmeliydi.
Daha önceden alınmış kararların içerisine bu da çözülmek üzere koyuldu. HDP, “terörist” ya da sırtını “teröristlere” dayamış olarak ilan edildi.
Operasyonlarla birlikte HDP’nin de bitirilmesi çalışmaları hızla devam etti.
Bir taraftan Kürtler maddi ve manevi her türlü değerlerini kaybedecek şekilde baskı ve şiddete maruz bırakıldı, diğer taraftan da HDP çökertilmek için yoğun medya baskısıyla birlikte “terörist” propaganda ile kötülenerek zayıflatılmaya çalışıldı.
Öyle ki batıdan destek için yapılan “barış” talepleri bile “terörist” faaliyet sayılarak cezalandırıldı.
Tam da Nazie karşıtı Protestan papaz Martin Niemöller’in “benim için geldiklerinde ses çıkaracak kimseler kalmamıştı” sözlerinin doğrulandığı/uygulandığı noktaya geldik. (NT/HK)
Dizinin diğer yazıları için: Operasyonların Arka Planı 1 - 2 - 3
* Fotoğraf: Mehmet Arif Altunkaynak - Mardin/AA