Kimi şehirler kadim zamanların emanetidir. İşte, o kadim zamanlardan kalma demlerin, güzelliklerin, yaşanmışlıkların usta ellerce-akıllarca derlenip-toparlanıp, harlanıp-tütsülenip, harmanlanışının halden anlayanlara sunulan hâli misalidir.
Farklı şekillerde şehrin sunumu zuhur edince huzur bulursunuz, içiniz ısınır, ruhunuz ferahlar ve iyi ki… der devamını gözlerinizi yumarak içinize akıtırsınız.
Sonra hayal edersiniz ve hayaliniz size geçmişte kalan bir gerçeklikle eşlik eder; sanki o gerçeklik içi kalaylı bakır bir tasta sunulan zelal hamravat suyu gibidir. Ya da dövme bakır bir siniye serili pestil, ceviz, badem, kesme, sucuk misali kış ikrâmıdır.
Ve sonrası kelamdır ahir zamanlardan kalan bir geleneğin musikiyle teşne şevbihêrkinde.*
Ve şehir; onca zulme, gadre, kıyıma, yıkıma, telefata ve kimliklerinden yoksun düşürülmelere uğratılmış olsa da küllerinden yeniden doğmaya gayret etmektedir.
Bazen, evet evet bazen hiç beklemediğiniz ama olur mu olur diye umut ettiğiniz bir yerden bir çoklu ses ve bin nefes, ahenk olarak çıkar ve "ben buradayım işte, sesime ses ol, duy beni" der şehrin göğerdiği coğrafyanın kimi sesi/sesleri.
İşte bugünlerde medyada önce sesin ve sesin sahibinin güzel ahengini dinleyip izledik. Sonrasında da artık neredeyse her birimiz için alışılageldik hallere dönen acımasız linci okuyup izledik.
Hikâyenin odağına yerleştirilmiş olan uluslararası opera sanatçısı Pervin Çakar'dı.
Pervin Çakar önceki paragraflarda tadımlık birkaç cümleyle anlatmaya çalıştığım coğrafyanın çok sesli ve çok kültürlü şehrinde ilk musiki kültürü ve eğitimini alıp Avrupa’ya çok zorluklara katlanarak gitmiş. İtalya’da, Almanya’da sanat kariyerini geliştirmiş. Ünü büyük sahnelerde izleyicisi/dinleyicisi ile buluşmuş bir sanatçı.
Operanın literatüründeki Batı dilleriyle yetinmeyip kendi anadili Kürtçe ve Kürtçenin komşu dillerinde de ses veren bir sanatçı Pervin Çakar.
Yorumunun kadim zamanlardan süzülerek akıp gelen zarif tınısı kulağımda ve ruhumda sızıyla karışık ahengini henüz koruyorken sadece kendime dedim ki; çok mu zor sahi o gece İstanbul gibi Roma-Bizans’tan Osmanlı'ya devir çoklu kültür harmanı o şehirde izleyip dinlenilen sese saygı göstermek!
Çok mu zor sahi; sesli, sözlü, tınılı musikinin hiçbir dilin bir başkasını ötelemediği, aksine eşitlediği, kucakladığı, yoldaşı olduğunu hissettirdiği bir dünyayı kurmak!
Bakın, musiki ile kültürle sanatla bu iş çok güzel kotarılıyor. Peki, siyasetin dili niye bu kadar hoyrat, niye bu kadar tekçi, niye bu kadar sert, niye bu kadar ötekileştirici, yok sayıcı.
Belki sözü Pervin Çakar’ın yorumladığı "Mem û Zîn" destanından söze bırakmak en doğrusu:
“Zîn bi findê re di peyive
Dem, şem'e di kir ji bo xwe demsaz
Ey hemser û hemnişîn û hemraz
Herçendî bi sohtine wekî min
Emma ne bi gotinê wekî min
Ger şibhete min te ji bi gota
De min bi xwe dil qewî ne sohta…”**
*Şevbihêrk: Kürt geleneksel kültüründe sözlü-musikili birlikte geçirilen gece…
** "Zîn’in muma seslenişidir: Bazen mumu kendine ederdi muhatap.
Ey sır ve dinginlik arkadaşım, baş yoldaşım
Gerçi yanmak yönünden de benim gibisin sen
Fakat sohbet yönünden benim gibi değilsin
Eğer sen de benim gibi konuşsaydın,
Benim gönlüm de fazla yanmazdı…"
(ŞD/AÖ)