"İnsanın bahtı mı kara olur, yaşadığı yer mi?" demişti, oğlu dağa giden bir ana. Yaşadığımız bu coğrafya birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış. İnsanın bilincini belirleyen toplumsal koşullar olduğuna göre, nedendir bu savaş, kan ve gözyaşı! Bu çağ barış çağı olmalıydı; bu baş döndürücü teknolojiyi geliştiren insan, neden bir arada yaşama formülünü bulamıyor.
"Yirmi sekiz isyanı bastırdık, yirmi dokuzuncusunu da bastıracağız" diyen zihniyetler toplumsal hıncın barometresini yükseltirken süren savaşın gerisinde dışlama, baskı ve asimilasyon yatmıyor diyebilir miyiz?
Çatışmayı durdurmak!
Demokrasisi gelişemeyen, darbelerle yönetilen bir toplumda çatışmaların, başkaldırıların ve savaşın yaşanmayacağını düşünmek yanılsamadır. Farklı dil ve kültürlerden oluşan toplumlardaki çatışmayı durdurmak, ülkenin ve ulusun değil, aynı zamanda toplumsal eylemlerin, onların özgürlük ve sorumluluk istençlerinin hizmetinde olması gerekmez mi?
Türkiye'de böyle bir yapılanmanın olduğu söylenebilir mi? Demokrasiyi çağdaş koşullarda yüce bir ideal haline getirip, ötekini kavramak, ötekine de, kendine istediğini istemek için bilinç gerekli. İşte cumhuriyet sonrası bu gerçekleştirilemedi.
Bir kimlik toplumsal olarak kabul edilmiş bir dizi farklılıklarla olan ilişki yoluyla oluşturulur, başkasını anlamak, kişinin kendini ya da kültürünü daha iyi anlamasını sağlar ve bu da, hoşgörülü yumuşak, çatışmasız bir atmosfer yaratır.
Farklılıklara tahammül bilinci
Toplumsal çatışmaların, savaşların en önemli etmeni: Farklılıklara tahammül bilinci yaratamayan sözde demokrasilerin güdüklüğünden kaynaklandığına göre, farklı kültür ve dillerden oluşan toplumlardaki çatışmayı durdurmak adaletsizliğe ve eşitsizliğe çözüm getirmek, yönetenlerin yani devletin biricik amacıdır, hak isteyenlerin değil.
Türkiye demokrasisini besleyip büyütemediği gibi, kendine özen göstermekteki yoksunluğu, farklı kültürlere gösterdiği özenin doğuracağı zenginlikten de yoksun. Bu sorunu tarihsel, siyasal ve sosyoekonomik yapısıyla kavrayıp gerçeklere cesurca işaret eden kaç aydın var Türkiye'de?
Ne yazık ki aydınların ezici çoğunluğu gerçekle değil, resmi ideolojiyle bütünleşmiş durumda. Suskunluk ve tepkisizlik artıyor.
Derin devlet ve çeteler
Yaşayan bilir ancak! Doksanlı yıllarda işlenen binlerce faili meçhul cinayetlerin(!) yakılıp yıkılan köylerin, göç dalgasının ve yoksulluğun bedelini hepimiz ödemiyor muyuz? Kimlerdir bu derin devlet ve çeteler? Devlet neden buna ihtiyaç duyuyor? Bu sorunu böyle bastıracağına inanmak ve bunda direnmek akıl dışıdır.
Özgür bir toplum özgür varlıklar üstüne kurulduğuna göre, böylesi mekanizmayla savaşımın olmadığı yerde, demokrasiden söz edilmeyeceği gibi, devletin fobisi şiddete ve siyasal miyopluğa dönüşüyor.
Ayrımcı atasözü ve deyimler
Her insan kendi dili ve kültürü ile var olup bir anlam kazanır. Kendi dili ve kültürüyle özgürce yaşayamamak, yaşarken ölmek demek. Yedi yaşından sonra okulda bin bir güçlükle Türkçe'yi öğrenmek zorunda kalan Kürt çocuklarının bilinç yarası işte o zaman başlıyor.
"En büyük Türk", "Türk öğün çalış güven"; "Türkler çalışkandır, zekidir"; "Bir Türk dünyaya bedeldir"; "Ne mutlu Türküm diyene"; "Kürt çalar çingene oynar"; "Gökten nur yağsa da Kürt Allah Allah demez"; "Ağaçtan maşa olmaz, Kürt'ten paşa olmaz"; "Kürt'ten evliya olsa da sakın koyma avluya"; "En iyi Kürt ölü Kürt"tür deyim ve söylemleri, yönetimin ve toplumsal bilincin gerçek yüzü değil midir?
Kendini ifade edemeyen, horlanan, aşağılan, yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalan ve yasaklarla yönetilen bir halkın toplumsal tepki göstermesi kaçınılmazdır. Çünkü yasakların olduğu yerde kitle bir araya gelir ve illegalite başlar.
Milliyetçi bilinci besleme psikolojisi
Daha önceki isyanların, PKK'nin çıkış nedenlerini görmezden gelip, çözümü askere havale etmenin zamanı geçtiği gibi, Güneyde oluşan federasyonla birlikte artık Türkiye kendi toplumsal yapısına uygun çözümü gündeme getirmelidir. Dış mihraklar, vatan millet Sakarya ve bölünme korkusuyla yaşamak, bu duygu ve düşünceleri diri tutup, milliyetçi bilinci besleme psikolojisi önemini yitirmiştir.
Böylesi durağanlığın siyasi tıkanıklığa götürüp, toplumsal çürümeyi hızlandıracağı bilinen bir gerçektir. "Her şey böyle olduğu için böyle kalmıyor" demek diyalektiğe aykırıdır. Değişim, istemler ve haklı talepler görmezden gelinemez.
Yaşanan bunca acıya karşın iki halk yine boğaz boğaza gelmedi; ama medya ve sözde aydınların "Sarılın silaha, vurun Kandil Dağı'nı; Sınır ötesi operasyon!" nidaları atarken, bu savaşı körüklemeleridir acı olan.
Çözüm zor değil
Sol ise hiçbir zaman güçlü bir muhalefet oluşturamadı; solun kolektivizmi ile liberal tarafsızlık arasında sıkı bir ilişki de gelişiyor ve dünün solcuları bugünün keskin milliyetçileri haline dönüşüyor.
Çözüm zor değil aslında, zorluk; kabullenmemek ve istememektir. Oysa gerçek aydın, empati duygusu yüksek, özgür ve bağımsız bir bilinç denmek. Bu satırları yazarken, "Peki siz özgür ve bağımsız mısınız ?" diye sorabilirsiniz. Koskoca bir "evet" diyorum, ama yaşadığımız gerçekliğe işaret ettiğimiz ve dile getirdiğimiz için taraf ya da potansiyel suçlu durumu yaratılmak isteniyor.
Çünkü gerçek anlamda Kürt sorununu aydınlar bile kabullenmiyor, kabullenişleri sözde ve sığ.
Barış, uzlaşma ve birlikte yaşama
Taraf olup olmama konusu derin bir konu ve her insanda bir aidiyet duygusu vardır. Kendi kültürü, dili ve yaşadığı coğrafyanın her türlü tınısıdır bu aidiyet, ama toplumda söyleyecek sözü olanlar, dünyayı farklı kavrayanlar, neden-niçin ilişkisini kuranların aidiyetlerinde bir evrensellik vardır, olmalıdır. İşte bu evrensellikte barış, uzlaşma ve birlikte yaşama, dünyayı güzelleştirme ruhu yatar.
Gerilla analarının çığlıkları yüreğimi dağlarken, asker analarının çığlıkları da yüreğimi dağlıyor. Bugünlerde tırmandırılan savaş kaygı vericidir, barış inisiyatif girişimcileri çözüm için sesleniyor, bu sese kulak verilmeli.
Ortak payda oluşturmak
Tarihte aynı sorunu yaşayan yeniden yapılanan ülkelerden alınacak dersler yok mu? Demokratik ilkeler, adaletsizliğe, eşitsizliğe bir çözüm olamıyorsa aldatıcıdır. İnsanın umudunu yitirmesi ve yaşama sevincinin kalmaması felakettir.
Sağduyulu siyaset bilimciler, toplumbilimciler, psikologlar şiddetin ve başkaldırının kaynağına inip, gerçek bir demokratik anlayışla ortak bir bilinç oluşturmalı.
Devleti "baba" olarak gören, devletin karşısında küçülen koyun sürüsü yaratmak yerine, çağdaş ve özgür bilinç oluşturma cesaretiyle farklılıklara tahammül bilinci yaratılarak bir arada yaşamanın ortak paydaları oluşturulmalı.
Türkiyeli halklar olarak bu acıları yaşamayı hak etmiyoruz. İlkel güdü ve düşünceleriyle, vatanseverlik adı altında rantçılık yapanlar bu ülkeyi kana boğuyorlar. Çünkü "Bazı alçakların sığındığı en son şey vatanseverliktir." Önünde sonunda barış olacaksa savaş ne diye? (SS/AD)