Büyüyünce ne olacaksın?
Çocuklu yaşlarda etrafınızdakilere hayatınıza nasıl bir rota vereceğinizin ipucudur bu soruya vereceğiniz cevap.
Ben de yaşam ve ölümün kolkola yürüdüğü, baskı ve zulüm üzerinde ayak basan hemen herkesin hayatını kâbusa çevirdiği bir coğrafyanın kentlerinden Diyarbakır'ın Lice ilçesinde 12 Eylül darbesinin hemen sonrası dünyaya gözümü açtıktan sonra, 90'lı yılların başında bir gece vakti evimizi basan özel timlerden biri tarafından yöneltilmesiyle karşılaştım bu anlamsız ve uzak soruyla.
Anlamsız ve uzaktı çünkü bırakın düşleyebileceğiniz bir gelecek tasavvurunu, bir gün sonrasına bile çıkıp çıkmayacağınızı kestirebilecek değildi.
İstihbarat testi
Bu gerçekliğin nedeni ise, güpe gündüz işlenen faili belli cinayetlerde, yağdırılan bomba, fütursuzca yakılabilinen ev ve iş yerlerinde, yaş ve cinsiyet farketmeksizin uğrayabileceğimiz hakaretlerde ve bilye yerine koyup oynadığınmız mermi kovanlarında gizli.
Aslında bende uyardıkları kadar, yönelten açısından da masum bir yeri yoktu sorunun.
Mağduru konumunda olduğumuz bölge gerçekliklerine tanıklıklar karşısında, biraz erişkin bir yaşa geldiğinizde yüzünüzü bir dağ silsilesine dönüp, dönmeyeceğinizin üstü örtülmüş bir istihbarat testidir sadece.
Bu yüzden o gün "Daha düşünmedim" demekle yetinmiştim.
"Gazetecilik" liste başı
Fakat maruz kaldıkları baskı ve zulüm karşısında sesleri duyulmadığı için ülkenin doğusundan batısına göç etmek zorunda bırakılan milyonlarca Kürt ailesi gibi, gidilen yerde dahi kendisini her koşulda gösteren ötekileştirici, suçlayıcı, küçümseyici vb. yaklaşımlara karşı başkalarının da aynı kaderi paylaşmaması ya da en azından sesini duyurabilmesinde rol alabilme inancıyla meslek seçimi yapmak zorunda kaldığımda listenin başına "Gazetecilik" yazıp, Marmara Üniversitesi'ne kaydoldum.
Öğrenim yıllarım boyunca ve sonrasında devlet kurumu Anadolu Ajansı'nda yaptığım staj döneminde egemen medyanın yapısal özelliklerinin iyice farkına vardım.
Üç yıldır DİHA'da
Bu yapı ve ilişkiler içerisinde kendim olarak kalabilmenin olanaksızlığı dolayısıyla da, hiç tereddüt duymadan gerçekleri halka ulaştırmak için 70 gazetecinin hayatını kaybettiği özgür basın geleneğine sahip Dicle Haber Ajansı (DİHA) bünyesinde yer almaya karar verdim.
"Gerçeklerden Asla Taviz Verilmez" anlayışıyla hareket eden bu kurum içerisinde geçirdiğim son üç yıl boyunca gazeteciliğin anlamını yeniden öğrenip farklı ve özgür bir bakış açısı, bilgi birikimi ve kültür edindim.
Birbirinin kuyusunu kazıp ayaklarını kaydırmak yerine, meslektaşının boşluğunu kendi boşluğu görüp kapatan çalışma arkadaşlarımla birlikte ortaklaştım, güldüm, ağladım, yeri geldi polisten dayak yedim.
En önemlisi vicdanımın kabul etmediği hiçbir haberin altına imza atmadım, atmak için zorlanmadım.
İç huzuruyla gazetecilik
Tüm kısıtlı imkânlarla, çoğu zaman yoktan var ederek çocuklarının kemiklerini arayan annelerin, emeği sömürülen işçi ve emekçilerin parasız, eşit, anadilde eğitim talep eden öğrencilerin adaletsizliğe ve haksızlığa uğramış ezilenlerin seslerini ve hikâyelerini duyurmaya, onları görünür kılmaya çalıştık.
Bunları yapmaya çalışırken payıma düşen iç huzurun zevkini almanın yanı sıra devletten alacağı olan biri olarak "Demokratik Açılım" toplantılarını bile yeri geldi takip etmem engellenerek mensubu olduğum halka karşı beslenen tavrı erken tanıma fırsatı da buldum meslek hayatım içerisinde.
Cezaevi
Bu ve buna benzer resmi politikaların, anlayışların ikircikliğini, samimiyetsizliğini ve şiddetini deşifre etmeye kalktığımız için de her türlü muhalefetin bastırdığı bir iktidarda, "KCK" adı altında yapılan cadı kazanına dönüşmüş bir operasyonla 36 arkadaşım ile birlikte gözaltına alınıp tutuklandık.
Biz daha neyle suçlandığımızı dahi bilmeden, siyasi iktidar karşısında meslek mensuplarını ayakları altına alan meslek kurtları "Terör Pres" manşetleri atarak düşünce ifade özgürlüğüne yönelik bu saldırıya çanak tutabildi.
Yaftalamalar
Gazetecilik faaliyeti dışında, suç ekipmanları dışında da suç aleti bulunmayışının verdiği hırsla bizzat bu ülkenin Başbakanı tarafından tecavüzcü, hırsız, molotofçu ve katil yaftalamalarına peşi sıra insafsızca maruz kalabildik.
Hâlbuki yaptığımız hırsızlık orta yerde durmasına rağmen yüz çevrilen gerçekleri halka duyurmak, sorulmaya cesaret edilemeyeni sormak, tetik yerine deklanşörlerimize basarak belgelemekti sadece.
Tüm bu karalama ve çirkinliklere rağmen, özgürlüklerimizden alıkonularak konulduğumuz cezaevlerinde vicdanlı meslektaşlarımız ve duyarlı kesimlerin verdikleri destekle ne kadar doğru yolda olduğumuzu bir kez daha görmüş olduk.
Gazeteciler olmasa...
Her ne kadar ailelerimiz ve sevdiklerimizden uzak kalıp, güneşi görmeye bile hasret kalsak da, siyasetçisinden, insan hakları savunucusuna, seçilmişinden öğrencisine, hukukçusuna, kadınına, çocuğuna kadar doldurulduğu bu mekânlarda gazeteciler olarak haksızlığa uğrayanların yanında bulunuyor olmaktan haklı bir mutluluk duyuyoruz.
Gazetecilerin bu insanlar arasında yer almaması çelişki olurdu. Bedeli ödenmesi gereken amaç "özgürlükler" ise mesele esir düşmekte değil, yenilmemekte... (ÖÇ/BA)
* Ömer Çelik, Kandıra 2 Nolu Ceza İnfaz Kurumu
** Hapis Gazeteciler "Suç"larını Anlatıyor yazı dizisinde yer alan diğer mektupları okumak için tıklayın.