Hijyen sözcüğünün kökenini oluşturan Hygiea, Yunan ve Roman mitolojisinde koruyucu sağlığın ve sağlıklılık halinin temsilcisiydi. Babası iyileştiriciliği temsil ederken o “koruma” ile özdeşleşmişti, koruma ile, temizlik ile ve sağlığı sürdürme ile. Aradan geçen yüzyıllar biçimini değiştirse de Hygiea’nın da hijyenin de önemini değiştirmedi.
Hijyenin koruyuculukla eşdeğerliği yığınla endüstri tarafından deforme edildi. Temizlik ürünleri “hijyenik” oldu, öyle ki “iş hijyeni” de “işyeri temizliği” gibi algılandı. Oysaki “iş hijyeni” işyerinde sağlığı olumsuz etkileyecek faktörleri belirlemek, değerlendirmek, ölçmek ve önlemek amacını taşıyan bir mesleki disiplin idi. Neden böyle bir mesleki disipline ihtiyaç duyulmuştu ki?
Çünkü çalışan sağlığı koruyuculuğun en gözle görünür olduğu alanlardandı. Sağlığı bozabilecek etkenleri belirleyebilir, ölçebilir ve gerekli önlemleri alarak çalışanları koruyabilirdiniz. İşin yol açabileceği kazaları öngörebilecek bilgiyi, teknolojiyi kullanabilirdiniz. Sağlığı olumsuz etkileyecek etkenler ve kaza riskleri belliyken de önlem alabilirdiniz.
Sağlıklı olmak için iş gerekir aş gerekir barış gerekir, temiz hava, su, gıda ve daha birçokları. İşin de sağlığını bozmaması, seni tüketmemesi, öldürmemesi gerekir. Başka hiçbir yerde karşılaşamayacağın yüzlerce farklı etkenle ve tehlikeyle işyerinde yüz yüze gelirsin. Eğer koruyucu önlemler olmazsa ciğerlerine bodrum katlarında kot taşlarken toz dolar, kurşun solursun akü fabrikasında, sağır olursun günden güne, ergonomik bir bilgisayar düzenin yoksa da boyun fıtığı.
Peki kim koruyacaktır seni? Devlet çalışanların sağlığına ve güvenliğine yönelik hizmetlerde sorumluluğunu sınırlamış, dışarıda sağlık hizmetlerinde bir şekilde rol üstlenirken çalışan sağlığı alanında bu hizmetleri işverene bırakmıştır. Oysa önlem almak, çalışanı korumak maliyettir, harcamadır. Her harcama ve maliyet, kârdan kayıptır patron için. Bu yüzden sistem sorgusu gerekir, “ne için üretiyoruz”, “üretimin bedeli ne?”
Soma’da yaşanan faciayı “insan eliyle oluşan bir afet” olarak nitelendirmeliyiz. Bu felaketin gelişini de ne basit teknik hatalarla ve ne de kişisel kusurlarla açıklayabiliriz. Dönüp “sisteme” bakmak gerekiyor, madendeki vardiya, çalışma sisteminden, ülkedeki iş güvenliği sistemine, sağlık sisteminden sosyal güvenlik sistemine, kuralsızlaştırmaya, özelleştirmeye, taşeronlaştırmaya, devletin şirketlerin dadısı olma haline, denetim hallerine, bilimin ve bilim insanlarının hallerine ve de bütün bunların temellendiği sisteme.
Biber gazının “bitkisel ürün” görüldüğü, bilim bakanlığının “hissi kalben vukuu” ile tapelerin montaj olup olmadığını anladığı, bakanların kuraklık için bıyığına iddiaya girildiği bu ülkeden “iş güvenliğinde fıtrat yöntemi” dünya literatürüne girdi. En riskli sektörde çalışan yurttaşlarını koruyamıyorken, çalışanlara yönelik sağlık hizmetlerini sağlık politikalarının bir parçası haline getiremiyorken, iş güvenliği bu haldeyken gıda güvenliğinden, yol güvenliğinden, bina güvenliğinden, inşaat güvenliğinden, trafik güvenliğinden, afet güvenliğinden, tüketici güvenliğinden ne haber?
***
Madenciler belirli anlarda hatırlanır.
Madende yılbaşı kutlaması iyi bir medya malzemesidir. Yerin yüzlerce metre altında oruç açmak, sahur yapmak, bayramlaşmak da.
Depremlerde hatırlanır, 99 depremlerinin sessiz kahramanlarıdır onlar, yürekleri ve kazmaları vardır sadece.
Grizu deyince hatırlanır, patlama deyince, göçük deyince, şimdilerde ölüm deyince.
Ne demişti Melih Cevdet:
“Unutulur, sonra ağlanır
Üzülme, ölüm yaşıyor Niobe”
“Ölüm yaşıyor Niobe”
Davutpaşa’dan Tuzla’ya, Roboski’den Soma’ya
Yaşam odalarına ihtiyacımız var, yerin altında da üstünde de, her yerde ve o yaşam odalarını biz kendimiz kuracağız! (CIY/HK)