Zafer Açıkgözoğlu ismi, birçok kişi için ilk anda hatırlayamasa da çok tanıdık gelecek, mutlaka bir yerden duymuştum hissine kapılacakları bir isim. Bunun nedeni Zafer’in adının taşeron sisteminin kötücül yüzüyle bir anılması, işçi sağlığı ve güvenliğinin Türkiye’deki korkunç durumunu her defasında yeniden bizlere hatırlatması.
Yine de hatırlayamayanlar için Zafer’i kısaca hatırlatayım. Zafer umut dolu, neşeli, yaşamayı seven, duyarlı, genç ve sağlıklı bir insandı. Birçok hayali vardı. Haziran 2013’te yoğun yağmur sonrası İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde su taşkını meydana gelmiş, binaların alt katları kanalizasyon suyu ile dolmuş. Müdahale için taşeron temizlik şirketi işçileri hiçbir güvenlik önlemi alınmadan, hiçbir ekipman verilmeden, olanca halleri ile kanalizasyon sularını temizlemeğe zorlanmış. Zafer de bu işçilerden biri. Müdahale sırasında tıkanan lağım kapağı basınçla açılmış. Zafer maruziyet sonrasında rahatsızlanmıştı. Kendisine “akut hepatit” teşhisi konuldu. Karaciğer nakli olmak zorunda kaldı, nakil yapıldı da. Ancak vücudu nakli reddetti. Tüm çabalara rağmen Zafer kurtarılamadı, iş cinayeti sonucu genç bir insan daha hayatını kaybetti.
Vefatından kısa bir süre önce yazdığı mektupta “Biliyorum arkadan iki gün ağlayıp üçüncü gün unutacaksınız. Hayatınıza hiçbir şey olmamış gibi devam edeceksiniz. Benden önce her sene iş kazasından ölen 1500 kişi gibi Soma’da ölen 301 işçi gibi…” demişti. Onu tabii ki unutmadık. Ne onu unuttuk, ne Soma’dakileri, ne de iş cinayetlerinde hayatını kaybeden onlarca işçi arkadaşımızı.
Zafer’i kaybetmemizin üzerinden on yıl geçti. Aradan geçen bunca zamanda öfkemiz ve üzüntümüz hala tazeliğini koruyor. Onu kaybettikten sonraki üzüntümüze on yıl boyunca hukuken bir arpa boyu yol alınamamış olmasının öfkesi de ekleniyor şimdi.
İş kazası sonrasında yapılan suç duyurusu sonucu ceza yargılaması yapıldı. Sadece taşeron şirket yetkilisi sorumlu bulundu ve hapis cezasına çarptırıldı. Söz konusu ceza 12 bin 100 TL para cezasına çevrildi ve taksitle ödenmesine karar verildi. Diğer sorumluların yargılanması taleplerimiz her aşamada reddedildi.
Meydana gelen olayın bir “iş cinayeti” olduğu ve böyle adlandırılması gerektiği çok açık. Böyle olduğu halde, Sosyal Güvenlik Kurumu olayı hukuken “iş kazası” olarak kabul etmedi. Bu yüzden, “tespit” davası açmak zorunda kaldık. Yapılan yargılama sürecinde alınan bilirkişi raporları ile olayın bir “iş kazası” olduğu tespit edildi, yerel mahkeme tarafından dava kabul edildi. Davalılarca üst mahkemeye itiraz edildi.
Bu sırada hukuk mahkemesinde tazminat davası açıldı. Yargılama sürerken, üst mahkeme “iş kazası” olduğuna ilişkin yerel mahkeme kararını eksik inceleme gerekçesi ile bozdu. Dosya yeniden yargılanmak üzere yerel mahkemeye gönderildi. Tazminat dosyası da söz konusu tespit kararının kesinleşmesi için diğer mahkemeyi beklemeye karar verdi.
On yıldır bekliyoruz. İSKİ’nin yapması gereken işin, hiçbir eğitim verilmemiş, hiçbir ekipman sağlanmamış, hiçbir deneyimi olmayan, hastane gibi çok yüksek riskler barındıran bir yerde, yirmili yaşlarının sonunda bir insana zorla yaptırılması sırasında meydana gelen olayın “iş kazası (iş cinayeti)" olarak kabul edilmesini. Öfkemiz de, üzüntümüz de baki.