Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde (ODTÜ) geçen hafta yaşananlar ve hemen akabinde bizzat Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere iktidar kanadından ve onunla bütünleşik medyadan işitilen öfkeli nutuklar aslında Türkiye'nin son yıllarının bir özeti niteliğinde.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) siyaseti salt "teknik bir meseleye" indirgeyen ve kendi iktidarı dışında kalan tüm politik örgütlenmeleri ve sesleri itibarsızlaştırmaya ve kriminalize etmeye çalışan genel stratejisinin önemli ayaklarından biri üniversitelere dair izlediği kuşatıcı ve müdahaleci siyaset.
Yeni yüksek öğretim yasa tasarısının üniversite bileşenlerine dayatılmak istendiği bugünün konjonktüründe Erdoğan'ın ODTÜ çıkışı, sadece ODTÜ'lü öğrencilere ve akademisyenlere yönelen bir azarlama/had bildirme girişimi değil aksine tüm muhalif akademia ile üniversite örgütlenmelerine ve bu vesileyle tüm demokrat ve sol çevrelere bir gözdağı niteliğinde.
Bu nedenle demokrasiden ve özgürlüklerden yana tavır koyan tüm akademisyenlerin ve öğrencilerin bir araya gelerek seslerini yükseltmesi ve bu haykırışlara desteğin tabana yayılması hayati bir ehemmiyet taşıyor.
İktidarın Gençliği ve Ötekiler
Başbakanının ODTÜ olayları üzerine beyan ettiği düşüncelerin bir kısmı doğrudan kamuoyuna yöneltilmiş bir yanlış bilgilendirme operasyonu.
Eylemci öğrencileri ve polis işgaline ve şiddetine karşı çıkan akademisyenleri 'terörist' ilan etmek bunun en güzel örneği. Ancak asıl vahim olanı bahsi geçen dezenformasyondan çok bu iddiaları çevreleyen önkabuller.
Öncelikle iktidar, toplumsal ve politik meselelerde üniversite bileşenlerinin hangi doğrultuda davranması gerektiğine karar verenin kendisi olmasını talep ediyor.
Burada da Türkiye'nin siyasal yaşamının sağ bakiyesinden aşina olduğumuz "milli gurur" heyulasını sapmaz bir kriter olarak karşımıza çıkarıyor.
Hal böyleyken üniversite öğrencilerinin ve akademisyenlerinin 'ideal hal ve tavırları' uzaya uydusunu gönderen bir ülkenin Başbakanına hürmette eksik etmeden dev ekranlar karşısında alkış koparmak.
Zira 'milli, 'manevi değerlerine bağlı itaatkâr gençlik' kategorisi bunu emrediyor.
Yok hayır bu ülkenin şimdisine ve geleceğine dair itirazlarınız varsa ve bunu dillendirmek için eylemdeyseniz ne bugünün ne 2023'ün ne de 2071'in 'şanlı' Türkiye'sinde yeriniz yok!
Üniversite Muhalefetini Okuyamamak
Meselenin diğer yüzü doğrudan üniversitelilerin neleri protesto ettiğini anlamama/kavrayamama konusunda iktidarın gösterdiği azim ile doğrudan ilişkili.
Üstüne üstlük tüm karşı çıkışları ülke içi sığ bir politik rekabet düzlemine indirgeyecek kadar da siyaseten ve entelektüel açıdan ufuksuz.
Öncelikle üniversitelerde büyüyen gençlik muhalefetinin hem doğrudan neo-liberalizmin küresel dayatmalarıyla ve neden olduğu sistemik krizlerle hem de bunların tek tek ülkeler ölçeğindeki altüst edici yansımaları ile ilişkili olduğunu belirtmek gerek.
Ve bu muhalefet dalgasının farklı aktörlerin başını çektiği diğer isyan çabalarıyla aynı küresel ruhtan beslendiği de bir başka gerçek.
Fransız banliyölerindeki isyandan 'Occupy Wallstreet'e oradan İlk İş Sözleşmesi'ne tepkilerden Bologna sürecine karşı dersleri boykot eden üniversite öğrencilerine uzanan bir zincirden bahsediyoruz.
Neo-liberal düzenlemelerin baskısıyla gün geçtikçe güvencesizleşen bir geleceğe dair kendi kaderlerini kendi ellerine almak isteyen aktörlerin ayağa kalkışları, bir başka dünya kurma çabalarımıza katılıyor, yeni imkânlar sunuyor.
Türkiye'deki durum da hiç farklı değil. Çoğu zor şartlarda okuyan üniversite öğrencileri, mezun olduklarında nasıl belirsizlikle dolu günlerin kendilerini beklediğinin farkındalar. İşsizlik, esnek istihdam, sosyal güvencesizlik ve sınır tanımaz piyasacılığın müsebbibi olduğu nice sorunla yüzleşmek zorundalar.
Aynı anda ülkedeki otoriterleşmenin seyrini, üzerlerindeki baskıyı da hissediyorlar. Daha şimdiden birbirlerinin üstüne basmak, orada burada ikbal peşinde koşmak yerine daha özgür bir gelecek ve kamusal iyi için mücadele vermelerinden daha onurlu ne olabilir?
Öyleyse
İktidarın muhalif hiçbir akademisyeni, idari personeli, öğrenciyi üniversite bünyesinden istemediği ODTÜ olayları ve sonrasındaki tutumları ile bir kez daha kanıtlandı.
Başbakan bizzat şunları dahi söyledi
"Bu ülkenin evlatları, genç mühendisleri, böyle bir tasarım yapmışlar, böyle projeyi hazırlamışlar, bunu uzaya fırlatıyorsunuz, hep beraber, aşkla kendi uydusunu artık uzaya fırlatıyor diye bu heyecanı duyması lazımken, bunlarda böyle bir heyecan yok. Ne rektöründe var, ne diğer akademisyenlerinde var. Ondan sonra utanmadan, sıkılmadan kalkıp söyledikleri şey; 'polisin, güvenliğin olmadığı bir üniversite istiyoruz.' Neymiş? Derslere girmiyormuş. Girmezsen girme, bu tür öğretim üyeleri olsa ne olur olmasa ne olur. Bunların elinde ancak bunlar olur.''
Ben de kişisel olarak 'olsa ne olur olmazsa ne olur' kategorisine giriyorum sanırım. Ama bunun kararını Başbakan değil meslektaşlarım ve öğrencilerim verir.
Hal böyleyken benzer tasfiye ve dönüştürme operasyonlarına yasal zemin sağlayabilecek başta yeni yükseköğretim yasa taslağı olmak üzere tüm girişimlere karşı üniversite bileşenlerinin ve toplumun mücadelesini ve dayanışmasını arttırması gerekiyor.
Zira üniversite'deki anti-demokratik ve piyasacı dönüşüm sadece üniversitelerin değil tüm toplumun meselesi. (GGÖ/BA)
* Güven Gürkan Öztan, Yrd. Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi