Obama'nın "eli sopalı" fotoğrafı, ABD'de seçim yarışı kızışmaktayken muhtemelen "sert ve kararlı başkan" imajını pekiştirmek için tedavüle sokuldu. Ancak fotoğrafa yakından baktığımızda onun "çok yönlü" bir mesajı ilettiğini, hatta ABD'nin küresel hakimiyetine ilişkin bir öz imgeyi yansıtıp yaygınlaştırdığını söylemek mümkün.
Başkan Obama'nın bir elinde müzakere ve iletişimi, belki "çoktaraflı" bir uluslararası siyaseti simgeleyen telefon ahizesi , diğer elindeyse çıplak gücü, emperyal zor ve hakimiyeti simgeleyen beyzbol sopası var. Rıza ve zor ya da daha medyatik tabirle "yumuşak güç" ile çıplak emperyal şiddeti biraraya getiren bir küresel hegemonya mesajı bu. Bu anlamda bir elinde kılıç ve bir diğer elinde bir haç tutan Ortaçağ'a özgü tipik hükümdar resimlerini, klasik imperium tasvirlerini andırıyor.
Obama'nın (medya danışmanlarının tavsiye ettiği bir poz olduğu belli olan) kararlı bir ifadeye sahip yüzünün hemen ardındaki resim de önemli elbet. Resimde New York limanındaki meşhur Özgürlük heykelinin elindeki meşaleyi görüyoruz. Resim Obama'nın kafasını adeta kuşatmış. Yine klasik diyebileceğimiz bir ikonografik öğeyle, gücü sembolize eden kişinin başının etrafındaki bir hale efektiyle karşı karşıyayız. Yani Obama'nın başı ABD'nin dünyaya vaad ettiği özgürlüğün halesiyle donanmış halde. Ancak tasvirde Obama bu hale yoluyla mutlak anlamda idealleştirilip, ruhanileştirilmiyor sadece.
Obama'nın sağ elinde (şimdilik ancak zor tehdidini içeren ters bir biçimde) tuttuğu şiddet aletinin bir beyzbol sopası olması, Obama'yı başındaki özgürlük halesinin ima ettiğinin aksine adeta yere, "halka" indiriyor. Seçimle gelen, meşruiyetini çarpıtılmış da olsa halk iradesine dayandırmak durumunda olan "başkan", imparator ya da kralın aksine, aristokratik bir sembol olan kılıç yerine, bir kitle sporunda kullanılan ama aynı zamanda alt sınıfların kavgalarında bir silaha dönüşebilen bir nesne tutuyor elinde. Mesaj açık: Dünyayı idare eden (telefonun diğer ucunda ABD imperium'una boyun eğmiş bir vassal devlet yöneticisi olduğu açık) "başkanın" halka, Amerikan değerlerine, onun maço kültürüne ne kadar aşina bulunduğu, onun kullanmakla tehdit ettiği zorun aslında "sıradan" Amerikalının zoru olduğu.
Söz konusu fotoğraf bizde de, ahizenin öbür ucundaki simanın Erdoğan olması hasebiyle çokça tartışıldı. Açıkçası fotoğrafın Türkiye'nin dış politika önceliklerine ilişkin belli bir algıya "cuk oturduğu" için bunca ilgi görmesine şaşırmamak gerek. Türkiye'nin bilhassa Ortadoğu'da ABD'nin bir taşeronu, ABD'nin emperyal tasarımlarının bir aracısı olarak hareket ettiği şeklindeki yaklaşım, bu fotoğrafla adeta görsel bir kanıta kavuşmuş oluyor.
Obama'yı dünyaya bağlayan bir görsel öğe olarak telefon, fotoğrafta bir tamamlanmamışlık hissi yaratıyor. Ona baktığımızda ahizenin diğer ucundaki şahsı merak etmeye başlıyoruz. Obama'nın buyurgan, belki "ayar çeken" imajının karşısında aklımıza hızla, diğer yandaki iki büklüm "lider" geliyor. Fotoğrafa bakar bakmaz ahizenin diğer ucundaki Erdoğan'ın, kararlı ve sert süzereni karşısında sinmiş, lordundan talimat bekler halini gözümüzde canlandırabiliyoruz.
Fotoğrafın Türkiye'nin ABD ile olan "bağımlılık" ilişkisini görsel olarak yalın ve açık bir biçimde ifade eden mesajının bunca ilgi görmesi tesadüf değil. Aslında tam da Erdoğan'ın küresel nizamın efendilerinden çok toplumsal muhalefete karşı sergilediği bıçkın külhanbeyi imajını yaraladığı için önemli...
Ancak, ABD'nin emperyal gücünün bir öz imgesi olan bu pek başarılı fotoğrafa bakarken bir hususa dikkat etmek lüzumlu (neticede küresel güç ilişkilerine dair belli bir perspektifi bilinçli olarak öne süren bir fotoğraf sadece bu): Açıkçası Türkiye'nin "bölgede", mesela Suriye hususunda takip ettiği siyaset konusunda "eli sopalı" Obama'dan talimat almasına gerek yok. Aslında Türkiye'nin Suriye'deki pozisyonunun ABD ya da mesela Fransa gibi emperyalist güçlerden çok daha hırçın ve "aceleci" olduğu aşikâr. Bu "agresif" dış siyaset, Türkiye hâkim sınıfı ABD emperyalizminin kuklası olduğu, onun dayattığı siyasetleri harfiyen uyguladığı için gündeme gelmiyor. Türk hâkim sınıfı bölgesel gücünü artırma hedefiyle, kendi inisiyatifiyle hareket ediyor ve elbette bu konuda küresel hegemon güçle, yani ABD ile paralel davranmayı seçiyor.
Dönemsel geri çekilişler olsa da Türkiye, aslında kökü Özal dönemine kadar giden, bir bölgesel güç olma doğrultusunda hareket etme hedefinde kararlı görünüyor. Ayrıca fotoğrafın ima ettiğinin tersine, ABD'nin "bölgedeki" etki ve gücü, 2000'lerin başından, 11 Eylül sonrası konjonktürden çok daha kırılgan (belki de tam bu nedenle ABD'nin gücünü teyid eden böylesi görsel imgelere ihtiyaç var). Bu nedenle bir dizi bölgesel aktöre (mesela Katar'ın adını son yıllarda sıkça duymamız bir tesadüf değil), elbette mevcut emperyal statükoya riayet eder şekilde hareket alanı açılıyor.
İşte Türkiye kendi periferik emperyal özlemleri uğruna bu hareket alanını değerlendirmek istiyor. Becerir mi beceremez mi bilinmez elbet. Kesin olan, sorunumuzun "emperyalizmden bağımsızlık" meselesi olmaktan ziyade, ya da bunun kadar, aynı zamanda Türkiye sermaye sınıfının, Türkiye kapitalizminin temel yönelimleriyle alakalı olduğu.
Türkiye'nin Suriye'ye angaje olma biçiminin ardında Obama'nın sopası değil, kendi âli çıkarları var. Ortadoğu, Balkanlar, Orta Asya, hatta Afrika'da cirit atan Türk sermayesinin âli çıkarları...
Yani Obama'nın elinde tuttuğu beyzbol sopasının, sermayenin birikim koşullarının küresel ölçekte yeniden üretimi açısından vazgeçilmez olan bu sopanın, Türk dış siyasetinin öncelikleri açısından çok da açıklayıcı, daha doğrusu belirleyici olmadığı kesin. Türkiye'nin emperyal statükonun sınırlarını zorlamadan emperyalist "zincirdeki" pozisyonunu yükseltme hedefi ya da periferik emperyal hevesleri Obama'nın elde sopa dayattığı bir şey değil.
Bizzat Türk sermayesinin ortak aklı olarak işlev gören Türk devlet aklı ya da "bilgeliğinin" eseri. Dolayısıyla meselemiz emperyalizme (ABD'ye diye okuyun) "bağımlılık" meselesinden, Türkiye'nin "bağımsız" bir dış politika izlememesinden falan ibaret değil. Meselemiz, Türk kapitalist devletinin emperyal zincir içerisinde yeniden konumlanma arayışının Türkiye'yi bölgesel ihtilaflar içerisinde giderek daha saldırgan bir biçimde yer almaya itmesi. Unutmayalım: İçerdeki (asıl) "düşmana" bigane kalan bir antiemperyalizm, yani antikapitalist (sınıfsal) bir muhtevası olmayan bir antiemperyalizm, "bağımsız" ama kapitalist bir Türkiye gibi bir oksimorona işaret etmekten başka bir şey olmaz. (FB/HK)