Sizlere engellilikle ilgili mikro saldırılardan bahsetmeye başlamıştım. Kimliğin tanınmaması, çaresiz olarak algılanma ve mahremiyetinizin hiçe sayılmasını geçen ay işledik. Bitti mi sandınız? Yok canım, olur mu hiç daha yeni başladık.
Mikro saldırganlığın ne olduğunu merak edenler Elif Emir Öksüz’ün “Engelli Ama Çok Başarılı Maşallah” yazısını okuduktan sonra da benim 24. sayımızda yayınlanan “Yardım Edin Mikro Saldırıya Uğruyorum” yazımı okuyabilirler.
Sıradaki mikro saldırganlık, engellilik yaşantısının yok sayılması. Adından da belli olduğu üzere bu, kimliğinizin sadece engellilikten ibaret olduğunun varsayılmasının aksi ucunda yer alıyor diyebiliriz. Bu tür saldırıda engelli olduğunuz yok sayılıyor.
İlk tiplemesi bizim buldun da bunuyorsun tabirine uyuyor. Restoranlarda neden Braille menü yok diye serzenişte bulunduğunuzda, “garsonlar size okumuyor mu?” Erişilebilirlikten dem vurduğunuzda “biraz fazla şey beklemiyor musun?” Neden fazla şey bekleyeyim ki, benim de herkesle eşit şartlar altında hayata katılmayı beklemem mi fazla?
Bundan 4 yıl önce Yeditepe Üniversitesi’nde düzenlenen Engelsiz Üniversiteler Çalıştayında, eğitimin herkes için erişilebilir olması adına önerdiğimiz şeyler, Özürlüler İdaresi adına katılan bir kişi tarafından gerçek dışı bulunmuştu. Bu kişi, şöyle bir savla karşımıza çıkmıştı: “Bilmem neredeki görme engelli vatandaşın sorunu yıkandığında kafasının durulanıp durulanmadığını anlamakken siz nelerden bahsediyorsunuz?”
Burada o bilmem neredeki vatandaşa ne gibi rehabilitasyon hizmetleri sağlanıyordu merak ediyorum. Bizler onca eşitsizlik altında mücadele edip yükseköğrenime geliyoruz ve adamın biri size gelene kadar neler var neler deme cüretini gösterip bizim konuya ilişkin deneyimimizi hiçe sayabiliyor.
İkinci bir durum da engellinizi her durumda kanıtlamak zorunda olduğunuz. ÖSYM’nin düzenlediği her sınav için bir rapor gönderiyor olmamız bunun bir örneği. Bu durum engelli gözle görünür olmayanlar için tadından yenmez bir hal alıyor.
“Bende öğrenme güçlüğü var, o nedenle sınavlarda ek süreye ihtiyaç duyuyorum.” “Bu da tembel öğrencilerin bahanesi oldu, öğrenme güçlüğü varmış!”
Son olarak aklıma gelen bir tipleme ise "size de çok kıyak yapıyorlar ha!", "Abuzer sen bayağı görüyon ya, bizi kandırıyon sen valla, hem sana hayat güzel, her yerde kolaylık tanıyorlar senin gibilere.”
Ya tabii bana hayat kolay ne demezsin. Bu tepkilere bizim kör camiasında arada bir tartışılan pozitif ayrımcılık durumlarının da katkıda bulunduğunu düşünüyorum. “Otobüse bedava biniyorsunuz ha!” Ben otobüse herkesin ödediği parayı ödemek taraftarıyım, daha doğrusu vergi verilen bir ülkede toplu taşımanın toplum için ücretsiz olması taraftarıyım ama o başka bir konu.
Neyse bence otobüse herkes aynı ücreti ödesin. Ama ben otobüs durağına erişilebilir bir biçimde ulaşabilmeyi, otobüse erişilebilir bir şekilde binebilmek, hangi durakta ineceğimi tespit edebilmek ve yine otobüsten erişilebilir bir şekilde inip gideceğim yere gidebilmek istiyorum. Bütün bunların erişilebilir olmaması ya da yarım yamalak erişilebilir olmasının diyeti ise eşit olarak kullanamadığımız bir şeyden bedava faydalanma hakkı.
Özellikle ortopedik engellilere küfür gibi bir şey bu. Sonra da kurnazın biri diğer yaşadığın tüm olumsuzlukları ve ayrımcılığı yok sayıp, “Sana hayat güzel valla, otobüs de bedava.” deyiveriyor.
İçimiz şişti değil mi böyle yorumlardan? Şimdi toplamda beşinci tür mikro saldırganlıkla devam edeyim. Biraz da buradan yakalım bakalım. Bu mikro saldırı “ikincil kazanım”. Sağlam ve sağlamcı bireylerin bazı örtük kazanımlar edinmek ya da takdir edilmek amacıyla engellilere yardım etmesi, ya da sadece iletişimde bulunması bu tür mikro saldırı.
Bilmem ne firmasının engelli bireyleri işe almasını reklam haline getirirken, iş yerinde hiçbir erişilebilirlik önlemini almaması ya da göstermelik alması. Üç aralıkta siyasilerden tutun da diğer tüm kurum ve kuruluşların, bir yirmi üç nisan edasıyla engellilerle bir araya gelmesi, tekerlekli sandalye dağıtması, engellilerin başını okşayıp, onlara merhamet göstermesi.
Size yardım eden amcanın “Bir Allah razı olsun desen yeter” demesi ve sizi öbür dünyaya bir yatırım aracı haline getirmesi bile buna bir örnek teşkil eder.
Bu yazımdaki üçüncü ama toplamda altıncı çeşit mikro saldırıya geçiyorum, “genelleme durumu”. Bu engelli kişinin engellinden ötürü olan kısıtlamaların diğer alakasız özelliklerine yayılması durumu. Körlerle bağırarak konuşulması yaygın bir örnek.
Evleneceğim zaman belediyenin nikâh ile ilgilenen biriminden randevu almaya gittim. Memur belgelerimi aldı. İlgili kanunu incelemeye başladı. İmza atabilir misin diye sordu, ben de atabileceğimi söyledim. Neyse ki noterlerdeki gibi illa parmak basacaksın diye tutturmadı, ölümü görmekten sıtmaya razı olur hale geldik.
Neyse memur sonra bana ciddi ciddi “evet diyebilir misin?” diye sordu. Ben şaşkınlıkla derim dedim. İmzayı anlıyorum, ama evet demek kısmı bende bir türlü oturmuyor. Karşısında konuşuyorum, onu duyuyorum ve cevap veriyorum ama evet deyip diyemeyeceğimi soruyor.
Küçümseme bir diğer mikro saldırı. Bu da çok yaygın bir tür. Saldırgan sizinle adeta bir çocukla konuşur gibi konuşmaya başlar. Kocaman kadınsınızdır, karşınızdaki sizden yaşça genç de olabilir ve bir anda sevgi kelebeğine dönüşüverir. Bu tür kelebeklerin metamorfoz evresini tamamlayabilmeleri için engelli biriyle karşılaşmaları gerekir. Neyse işte karşınızdaki için yetişkin olmaktan çıkıp, hayatındaki hiçbir şeye ehliyeti olmayan bir çocuk olursunuz. Her şey sizin için yapılır, sizin adınıza karar verilir ve gerek olmadığı halde bir çocuğa anlatır gibi size anlatılır. Onlar için bir yetişkinden daha azsınızdır.
Bunun bir diğer biçimi de sizin engelli olmaktan ötürü yüceltilmeniz. Sen engelli olmanın yarattığı işkencevari duruma rağmen nasıl olur da hayatını sürdürürsün! Takdir değil anlatılmak istenen, neredeyse nefes aldığınız için yüceltilirsiniz. Burada yaşanan his, bir bebekmişsiniz gibi milletin gaz çıkarttınız diye mutlu olmasına benzer. Yani bu durumu yetişkin olarak yaşadığınızı düşünün.
Ben gerçekten takdir edilecek şeyler başardığımızı düşünüyorum. Takdir gerektiren başarılarımın farkında olunması değil beni rahatsız eden. Sadece engelli biri olarak yaşayabildiğim için takdir edilmek. Bir de o takdirlerdeki “rağmen” yok mu o beni benden alıyor. Görme engelli olmasına rağmen doktora yapıyor mesela. Yok, ben görme engelli olmama rağmen doktora yapmıyorum, ben kitaplarım erişilebilir olmamasına rağmen, makaleleri okumak için kırk takla atmam gerekmesine rağmen, insanlar bana yapamazsın demesine rağmen ve benim ile ilgili her şeyde “rağmen” diyenlere rağmen doktora yapıyorum.
İkinci sınıf vatandaşlık bir diğer mikro saldırı. Bu da çok yaygın. Ya laf aramızda ama şu ortaöğretimde açılan vatandaşlık yerine (benim zamanımda böyle bir ders vardı) ikinci sınıf vatandaşlık diye bir ders açmak lazım. Ötekileri anlatırız bol bol. Neyse konuya dönelim. Burada engelli kişinin erişimi için yapılması gereken düzenlemeler “gereksiz”, “yük”, “lüks”, “makul olmayan” biçiminde görülür.
Buna ne örnek vereceğimi şaşırdım, o kadar çok var ki. Toplu taşımanın, binaların, internetin, sağlığın, çalışma hayatının, kamuya açık alanların, kendi eğitiminizin, engelli bir anne olarak çocuğunuzun eğitiminin, filmlerin, ne bileyim aklınıza ne geliyorsa işte onun erişilebilir olmaması durumu.
Örneğin bölümüm bana elektronik dokumanlar sağlamakta fena sayılmaz. Bundan 1 ay önce doktora mülakatları vardı. Doktora öğrencileri olarak, adaylarla biz de mülakat yapıyoruz. Değerlendirme formlarının hepsi basılıydı ve bana kimse mail de atmamıştı. Bu basit örneğin bana verdiği mesaj benim fikrimin değersiz, çoğunluğun yanında benim ihtiyaçlarımın önemsiz olduğu. Bir düşünün bakalım ne kadar sık bu mesajla karşılaşıyorsunuz? Ne kadar sıklıkla sizi “erişilebilir değil” bahanesiyle bir şeylerin dışında bıraktılar.
Herkesin hiçbir çaba göstermeden katıldığı ya da yapabildiği şeyler size sadece erişilebilir olmadığı için yasaklı ya da başarması çok güç veya emekli hale geliyor. Örneğin hangi otobüsün geldiğini anlamaktan tutun da, satın aldığınız kitapları okumaya, bir yazılımı kullanmaktan tutun da bir formu doldurmaya kadar varan her şey için mücadele etmek hayatı nasıl da yorucu hale getiriyor.
Keller and Galgay (2010) engellilerin görünmezliğini de ikinci sınıf vatandaşlık içerisinde ele alıyor. Burada siz sihirli iksiri içmiş gibi olursunuz. Ya da daha tuhaf, varlığınızın farkındadırlar zira sizi ilgilendiren şeyler konuşuluyordur ama bir türlü siz konunun nesnesi olmaktan öznesi olma mertebesine erişemezsiniz.
Misafirlikte “çay içer mi?” Hastanede “şikâyetleri ne?” Ben ortaokuldayken matematik öğretmenimin sıra arkadaşıma söylediği şey “şunu bir ara getir de sınav yapalım”. Daha da tuhafı sizin değil de engelli olmayan çocuğunuzun muhatap alınması ve karşıdaki kişinin bir yetişkin olarak sizinle değil de yananınızdaki çocukla konuşmayı tercih etmesi. “Baban çalışıyor mu?”.
İşte bu yüzden de bir yerlere tek başıma gitmeyi tercih ediyorum. İnsanları rahatsız etmekten hoşlanıyorum galiba bir yerde, buna dürtmek diyorum. Karşımdaki benim varlığımdan kaçınamıyor ve benimle iletişim kurmak zorunda kalıyor. O zaman da “ay işte ben daha önce sizin gibilere… şey” falan gibi şeyler duyuyorsunuz. Bu durumlarda bazen karşınızdakini eğitiyorsunuz da ama bu hem sizin o anki psikolojik durumunuza hem de karşınızdakinin ne kadar öğrenmeye açık olduğuna göre değişiyor.
Cinselliğin reddedilmesi ise bir başka mikro saldırı. Sizin ne haddinizedir ki cinsel gereksinim ya da güdülerinizin olması. Hatta duygu düzeyinde bile âşık falan olmak da size göre değildir. Yani sevişmek, aşk, tutku gibi kavramlarla engellilik bir arada düşünülemez. Bu engelliler bir nevi cinsiyetsiz ve cinselliksiz olduklarından ötürü cinsel kimlik ya da yönelimleri de söz konusu olamaz. Engelli, insan olmaktan ötürü gelen özelliklere sahip değildir ve başkaları tarafından da arzulanılmak ya da âşık olunmak engelliye göre değildir. Bu konuyla ilgili Elif Emir Öksüzün, Ekşi Sözlükteki bir paylaşım üzerine kaleme aldığı “Tartışmalı Bir Başlık: Kör Bir Kızla...” yazısını da okuyabilirsiniz.
Bu saldırının benim hayatımdaki yansıması: “A evli misin? Onun nesi var?” Verilen mesaj: Sen benim gibi sağlam biri için çekici değilsin. Henüz liseye falan gidiyordum sanırım, komşumuzun birinin annesi ziyarete gelmiş onlar da bize oturmaya gelmişler. Teyze evlendirme programı izlemek istedi. Neyse hep beraber televizyona bakılıyordu. O günkü katılımcılardan biri de fiziksel engelliymiş, Bunu gören teyzeden tepki: ”Senin neyine evlenmek, şu haline bak”. Benimle birlikte yaşayarak aktivist olan annem, “Neden öyle düşünüyorsun, onun da hakkı tabii ki evlenmek, mutlu olmak”.
Bu saldırılar her gün oluyor. Her gün tanıdıklarınız, tanımadıklarınız, sevdikleriniz ya da sevmedikleriniz saldırgan olabiliyor. Bazı mikro saldırılar daha sık ve sistematik düzeyde yaşanıyor, ikinci sınıf vatandaşlık gibi, bazıları bireysel düzeyde kalıyor, ikincil kazanım gibi. Ama sürekli hayatımızdalar.
Bunca mikro saldırının içinde olup da onları içselleştiren engelliler var mı? Peki, biz nasıl karşılık vereceğiz bu saldırılara? Kolay mı üzerine gitmek bu saldırıların? Bedeli ne sessiz kalmanın? Bir dahaki yazıda da bu sorulara cevap arayacağız. (DAD/NV)
Kaynakça
Keller, R. M., & Galgay, C. E. (2010). Microaggressive experiences of people with disabilities. Microaggressions and marginality: Manifestation, dynamics, and impact, 241-268.
* Bu yazı EEEH Dergisi'nde yayımlandı.
** Yazının sesli anlatımına buradan ulaşabilirsiniz.