"Yarının işini bugünden yapma." En güzide Türk atasözlerinden biridir. Duymadınız mı?
Siz muhtemelen "Bugünün işini yarına bırakma"yı biliyorsunuzdur. Hele iyi bakın, bu da onun kardeşidir: "Yarının işini bugünden yapma." Devletin hep birlikte tanık olduğumuz bütün bu "Newroz gününde kutlanır" inadı da -küçük hesapların dışında- bu atasözünden alır kaynağını. Cümle içinde kullanıyorum:
"Efendim bu durum her şeyden önce bayramın kendisine saygısızlık. Yarının işini bugünden yapmayalım. Lütfen!"
Türkiye'den pek fark edilmese de, Türk disiplininin bu yanı beynelmilel çevrelerde çok iyi bilinir, hatta Alman disipliniyle olan akrabalığına gönderme yapılarak "Türkler sakın Orta Asya'dan değil de Orta Avrupa'dan gelmiş olmasınlar" diye latifeler edilir.
Sadede gelelim; Türkler bayramlar gününde kutlanmazsa çok kızarlar ve, Avrupa ya da Asya, bir yerin "orta" kısmından gelmişlerdir bu topraklara, Kürtler ise binyıllardır buradadırlar.
Evet, hep dağlarda eğleştikleri için Fransız Devrimi sonrası tüm dünyaya yayılan ve bütün imparatorluklar gibi Osmanlı'nın da nasibini aldığı milliyetçilik dalgasına uzak düşmüş, bağımsızlık furyasını kaçırmışlardır...
Ama bu uzaklıkları ve Kürtçeleri sayesinde kültürlerini ve Newroz gibi bir bayramı korumayı da bilmişlerdir.
Kürtlerin İber Yarımadası'ndaki kardeşleri, yoldaşları ve kader arkadaşları Basklar o topraklarda ne kadar eski olduklarını anlatmak için "Daha Tanrı, Tanrı olmadan önce biz Basklar vardık ve buradaydık" derler.
Ve gerçekten de öyledirler: Ortega y Gasset tanrı mefhumu olmayan Baskların Hıristiyanlığı da uzun zaman kabul etmediklerini ve ancak yüzyıllar sonra tanrı mefhumu için Bask dilinde "Yukarıdaki efendi" anlamına gelen "jaungoikoa" kelimesini kullanmaya başladıklarını söyler.
Kürtler de tıpkı Basklar gibi, "Yehova" "Tanrı" ve "Allah" daha tarihe dahil olmadan çok önce, "ateş"in ve "güneş"in üzerine bir kutsalın tanımadığı zamanlardan bu yana o dağların arasında yaşıyorlardı ve hala da orada yaşıyorlar. Ve Newroz da binyıllardır bu coğrafyada onlara eşlik ediyor.
Binyıllardır aynı coğrafyada yaşayan ve aynı bayramı kutlayan Kürtlerin hiç sönmeyen, hep canlı kalan, bu halkı diri tutan ana ateşi ise elbette Kürtçedir.
İnsanın anadili gölgesi gibidir; insan yaşadıkça onu terk etmez. Baskının en yoğun olduğu dönemlerde, Kürtçe de Kürt halkıyla beraber şehirlerin kenar mahallelerine ve dağların doruklarına kaçtı. Bazı zamanlar hayat o kadar karanlık oldu ki, bu anadilden gölge her Kürt için ancak ayak numarası kadardı. Zamanla ışık arttı ve dışarı düşmeye, uzamaya, büyümeye başladı bu gölgeler.
Kürtler arasında artık Kürtçe okuyup yazabilen, dili öğretmeye ve büyütmeye yeterli bir nüve oluştu. Öğreterek ve öğrenerek büyüyor ve çoğalıyorlar her geçen gün. Şurası çok açık; Kürtçede de bütün dillerde olan şey olacak:
Dil su gibi akmaya başlayacak. Aynı cümle iki kere kurulmayacak. Kürtçe de büyüyecek. Şimdi eski kitaplar karıştırılıyor, gramer üzerine kafa yoruluyor olabilir. Yakında coğrafya karıştırılıp alt üst edilecek:
Kürt halkının dağlara kaçarken ve şehirlerin kuytuluklarına sığınmaya çabalarken düşürdüğü özgün kelimeler yerlerden toplanılacak. İhtiyarların belleklerinin kuytularına, dişleri dökülmüş ağızlarına saklanan hikayeler derlenecek. Bellek tamir edilecek. Yaşananlar hikayeye dökülecek. Gasp edilen ezgiler yeniden anadillerine dönecek. Kürtçe şenlenecek.
İslamın bu yalçın dağlara ne zaman, hangi yollardan, ne kadar girebildiğini; Kürtçede Allah anlamında kullandığımız "Xwede"nin etimolojisini artık bu okuyup yazabilen ve sayıları giderek artan Kürt gençleri araştırıp bize anlatacaklar.
O çocuklar büyüyecek... O kelimeler, o hikayeler, o ezgiler dirilecek... O Kürtçe büyüyecek...
Bir Newroz vardır; meydanlarda büyük ateşlerin çevresinde stranlarla, govendlerle kutlanır.
Bir Newroz vardır; sokaklarda kolkola verip barikatlara yürüyerek kitlelerle kutlanır.
Bir Newroz vardır; bir hücrede üç çöp kibrit yakarak hayatla kutlanır.
Bir Newroz vardır; anadilden başka dilde kutlanmaz:
Newroz pîroz be! (BK/HK)