Her şeyden önce yeni bir bayramımız daha var. "Dünyanın en eski bayramı olarak kabul edilen Nevruz, gece ile gündüzün eşit olduğu 21 Mart 'ta dünyadaki bütün Türk topluluklarında çeşitli etkinliklerle kutlanacak."
Bunu Anadolu Ajansı söylüyor: Ulusal haber ajansımız. Gerçi tam olarak bilmiyoruz bu bayram "milli" mi yoksa "dini" mi, 21 Mart'ta "dış temsilciliklerimiz" ve "yavru vatan Kıbrıs"ta da "etkinlik" yapılacak mı yapılmayacak mı ama olsun, bayram bayramdır!
"Dünyanın en eski bayramı", bizde "yeni" kutlanmaya başladığından ulusal hükümetimiz AB üyeliği ve ekonominin küreselleşmesi sürecinde bunları da halledecektir mutlaka...
Sarı-kırmızı-yeşil tahliye oldu
Üstelik, bu "Nevruz"la birlikte yeni "milli" renklerimize de kavuşuyoruz: Sarı-kırmızı-yeşil .Sonunda bu güzelim renkler üzerindeki PKK tekelini de kırıyoruz. Anadolu Ajansımız aydınlatıyor ulusumuzu:
"Nevruz renkleri olarak bilinen ''sarı, kırmızı ve yeşil'', eski Türkler'den bu yana çeşitli anlamlarda kullanıldı. Türkler, yeşili ''dirilik, tazelik ve gençlik'', sarıyı ''merkez, hükümranlık'', kırmızıyı ise ''Tanrı, koruyucu ruh, ocak, dirlik, bağımsızlık ve hürriyet''in sembolü olarak kabul ediyordu... Kırmızı, sarı ve yeşil üçlüsü, hükümranlık sembolü olarak sancaklarda, Selçuklular'dan Osmanlılar'a kadar kulanıla gelmişti. Osmanlı teşkilat ve asker kıyafetlerinde de bu renkler yan yana yer almıştı..."
Bu tarihsel çerçeveyi arkanıza alarak güvenle sarı, yeşil, kırmızı renkli giysi ve aksesuarlarınıza bürünebilirsiniz artık. Tabii teorik olarak! Güvenlik teşkilatımız ve Milliyetçi Hareket Partili (MHP) devlet kadrolarımızın bu yeniliği bir seferde hazmetmesi pek ihtimal dahilinde olmayabilir. Alman milletvekilini sarı-kırmızı-yeşil saç bağı taktığı için görüşme masasından kovan bir zihniyet sahibinin, sizi mesela sarı-kırmızı-yeşil atkınızla karşısında görünce "Nevruzun kutlu olsun canım kardeşim," diye boynunuza sarılacağını beklemek biraz fazla iyimserlik olabilir.
O gün kederli olmak en büyük suç
"Nevruz" diyalektiği de bambaşka bir şey. Durup dururken bir bayram sahibi oluyorsunuz. Tam bayram oldu diye sevinirken de yeni bir "suç"la tanışıyorsunuz:
Anadolu Ajansımıza göre, "gönüllerin geleceğe yönelik neşe, sevinç ve ümitle dolduğu bu özel günde, kederli olmak en büyük ayıp ve suç sayılıyor. Hatta, evinden cenaze çıkan insanlardan bile neşeli olmaları bekleniyor."
Hükümetin iki "ulusal" programı birden "Nevruz" arefesinde açıklaması demek ki bundanmış. "AB Ulusal Programı "nın demokrasi, kültürel haklar, insan hakları konusunda ilerleme getirmesini bekleyenler, hükümetin "kısa vadede" kendilerine "nah"demesine sıkıysa bu "Nevruz" yasağı varken surat assınlar. Bakın ne diyor ulusal hükümetimiz:
"Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na göre, kesinleşmiş idam cezalarının yerine getirilmesi kararı münhasıran Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) yetkisindedir. Hükümet, TBMM'nin 1984 yılından bu yana yaşam hakkının özüne dokunulmaması yönünde benimsediği uygulamaya saygılıdır.
Türk ceza hukukundan ölüm cezasının kaldırılması hususu, şekil ve kapsamı itibariyle TBMM tarafından orta vadede ele alınacaktır ."
"Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi ve eğitim dili Türkçe'dir. Ancak bu, vatandaşlarının günlük yaşamlarında farklı dil, lehçe ve ağızların serbest kullanılmasına engel teşkil etmez. Bu serbestlik, ayrılıkçı veya bölücü amaçlarla kullanılamaz."
"Anayasal bir kuruluş olan Millî Güvenlik Kurulu (MGK), ulusal güvenliği ilgilendiren alanlarda bir danışma organı niteliğindedir. Anayasa ve yasanın ilgili maddeleri, MGK'nın yapısı ve işlevini daha açık bir biçimde tanımlayacak şekilde orta vadede gözden geçirilecektir."
İçinizden bir "lâhavle" çekebilirsiniz ama, siz siz olun ağzınıza geleni söyleyebileceğinizi sanmayın, bu mübarek "Nevruz" gününde "kederli olmak en büyük ayıp ve suç".
Orda bir vade var uzakta: "Orta vade"
"Nevruz"la birlikte bir de "orta vade"miz var artık. "Orta vade", anlaşılan biz sıradan insanların aramızda konuşurken "bakarız" dememiz gibi bir şey.
"Bakarız, Apo'yu asar mıyız asmaz mıyız, orasını biz biliriz, bakarız MGK kalkar mı kalkmaz mı, şimdi bir şey diyemeyiz..."
Ama bu ulusal program , ister istemez insanın aklına kötü şeyler getiriyor.
Hükümetimizin "kısa vadede" ulusal olduğu muhakkak olsa da sanki "orta vade"de "ulusal olmayan" bir şeyleri de aklından geçiriyor olduğu izlenimi bırakıyor ki, buraya bir mim koymakta yarar olabilir.
Ancak siz "AB Ulusal Programı"nın uyardığı kuşkularınızla boğuşurken, yeni ulusal bakanımız Kemal Derviş yeni "Ulusal IMF Programı"nı açıklıyor ki akıllara seza:
"Özelleştirme temel önceliklerimizden biri. Ancak özelleştirmenin zamanlamasında ve ulusumuza en yararlı biçimde gerçekleştirilmesi için piyasa koşulları etkili olacak. Özelleştirmenin önündeki tüm engelleri kaldırmayı hedefliyoruz. Başta TELEKOM, THY, TÜPRAŞ, ERDEMİR, TEKEL ve şeker fabrikalarının kamu hisselerinin satışı ile TEAŞ ve TEDAŞ'ın varlıklarını bir bölümünün satışı ile ilgili çalışmalar süratle tamamlanacak. Bu kapsamda yasal değişiklikler zorunludur. Acil önlemler paketindeki yer alan düzenlemelerin bir kısmını gelecek hafta için TBMM'ye sunma aşamasına gelmiş bulunuyoruz."
İnanılmaz bir hız. İş, IMF taleplerini karşılamaya gelince "orta vade"den "acil"e geçiveriyor "ulusal hükümet"imiz. Sahibi "bütün ulus" olan her şeyi yabancılara satmanın "ulusumuza en yararlı biçimde gerçekleştirilmesi" için kolları sıvıyor.
Henüz"Nevruz"un acemisiyiz , "gönüllerin geleceğe yönelik neşe, sevinç ve ümitle dolduğu bu özel günde", "en büyük ayıp ve suç"u işleyip kederlenebiliriz böyle olur olmaz şeylere...
En iyisi biz, binlerce yıldır "Newroz" kutlaya gelen, evlerinden ölüler çıkmasına karşın, geleneklerini elden bırakmayan, Kürt komşularımıza bakalım. Onlarla bayramlaşalım. Böylece öğrenebiliriz acıya vekarla göğüs gerebilmenin, içimiz kan ağlarken tebessüm edebilmenin sırrını. (NA/YÖ)