Negatif ve pozitif... Yakın günlerde bir dostumla sohbet ederken bu iki kelimenin insanlar üzerindeki etkisini düşündüm, üzerine konuştuk, sonra yazayım dedim.
Genelde eski kuşak, yani siyah-beyaz, renkli ve pozitif film kullanan sinema filmi yapımcıları, gazeteciler, fotoğraf sanatçıları, fotoğrafçılığı meslek edinenler kullanırdı birbirine zıt olan bu iki kelimeyi. Siyah-beyaz veya renkli filmler için negatif, çektiğiniz görüntüyü olduğu gibi yansıtan filmlere ise pozitif denirdi.
Bir de gündelik hayatın sorunlarını entelektüel ölçüler içinde tartışanlar sohbetlerinde olumlu konu, durum veya insan için pozitif, olumsuz konu, durum ve insan için ise negatif ifadesini dillendirirdi. Halkın ezici çoğunluğu ise Türkçe olmayan bu iki kelimeye pek yabancıydı. Ta ki, yazdığım anlamların dışında bu yılın başında koronavirüs testleriyle gündeme oturuncaya kadar!
Tüm dünyayı kasıp kavuran, yüzbinlerce insanın ölümüne yol açan ve halen kıyıma devam eden koronavirü, bu iki kelimeyi (pozitif ve negatif) günümüzde iki popüler kelime haline getirdi.
Bu iki kelime, koronavirüs denen belayla birlikte bilen-bilmeyen, köylü-şehirli, okuyan-okumayan velhasılı hemen herkesin yani dünya yüzündeki bütün insanların yaşamına girdi.
Neden mi?
Olumlu anlamda kullanılan "Pozitif" Covid-19 testine gidenleri korkutan, ürküten, olumsuz anlamda kullanılan “Negatif” ise teste gidenlerin korkularını kaygılarını gideren, mutluluk veren bir hal aldı.
Olumsuz ve olumlu, yani negatif ve pozitif…
Koronavirüse yakalanma şüphesiyle hastanelere gidenlerin, test sonuçları çıkana kadar bu iki kelime beyinlerini meşgul ediyor. Pozitif çıkmaktan korkulup negatif olmak için dualar ediliyor! Negatif negatif olalı böyle rağbet görmedi ve altın çağını yaşıyor demek galiba en doğrusu.
Ya maske...
Ameliyatlara giren doktorlar ve ameliyathanelerde görev yapan sağlık çalışanları genelde kullanır(dı) yüz maskelerini. Geçmiş zamandan şimdiye kadar da hep böyle oldu.
İnsanların bazısı ise bir yakınının ameliyatı için hastaneye gittiğinde, ameliyathane kapılarında ameliyata girecek doktorlar veya sağlık çalışanlarının yüzünde görürdü bu maskeleri.
Ameliyathane ortamında pek işi olmayan veya yolu düşmeyenler ise ağırlıklı olarak filmlerdeki hastane ortamlarının geçtiği sahnelerde görürdü bu maskeleri.
Bir de ağır ameliyatlardan çıkan, taburcu edilmesine rağmen vücut direnci düşük olan hastalar, organ nakli olanlar ve kronik birtakım rahatsızlıkları bulunanlar doktor tavsiyesi üzerine evlerinden dışarı çıktıklarında mikrop kapmamak için kullanırlardı bu maskeleri.
Pek alışkın olunmayan ve sayıları bir ikiyi geçmeyen bu maskeli insanlar cadde ve sokaklarda görüldüklerinde de onlardan hastalık kapılabileceği düşüncesi akıllara gelir ve dürüst olalım bunlara mesafeli durulurdu. Şimdi gün oldu devran döndü misali...
Geçmişte cadde ve sokaklarda tek tük gördüğümüz ve uzak durduğumuz o maskelilerin görüntüsüne bürünür olduk bilcümle. Artık hepimiz bir olduk. Eşitlendik yani.
Aylardır koronavirüs yüzünden evlerimizden dışarı adım atar atmaz korkudan hemen maskeleniyoruz. Hastalığın yanı sıra bi rde para cezasının verdiği korku da var tabii ki! Birbirimizi tanımakta da zorlanıyoruz artık. Bize selam verenin yüzüne şöyle bir beş saniye bakıp öyle tanıyabiliyoruz. Veya selam vermek istemediğimiz, sevmediğimiz birileri önümüzden bile geçerse oralı olmuyoruz, tanımamazlıktan geliyoruz. Çünkü kamuflajımız var. Yani maskelerimiz.
Ve kaçış...
Haberlerde sık sık yer alıyor. Virüse yakalanan babaya, evladı kapının altına eğilip sesleniyor "Baba" diye. Baba kapının altından uzak mesafeden cevaplıyor. Veya çocuk bu illete yakalanmış, baba kapının arkasından durumunu öğrenmeye çalışıyor. Veya özellikle yaşlı anne, baba, dedelere hastalık kapmasınlar diye çocukları, torunları görmeye bile gitmiyor kolay kolay. Gitseler bile eskisi gibi öyle sevmek, dokunmak, koklamak da yok.
Yakından tanığı oldum böylesi bir durumun. Çocuk kapıyı çaldı. Yaşlı annesi kapının iki kanadından birini açtı. Çocuk içeri girmeden virüse yakalanmamış olan annesinin ihtiyaçlarını kapının önüne koyup uzaktan hal hatır sorup çekip gitti. Sordum, "Annen hasta mı?"
“Yok. Ama belki ben taşıyıcı olabilirim, ona bulaştırabilirim, bu nedenle içeri girmiyorum" dedi. Yani evladın, anneden kaçış hali.
Bunları görünce çok önceden okuduğum ve aklımda kalan şu söz geldi: "O gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar." Kutsal kitap Kuran-ı Kerim'in, Abese suresinde geçer bu cümleler. Yani Kuran-ı Kerim'e göre kıyamet gününde olacaklardan bir bölüm bu.
Gözle bile görülmeyen, dünyayı allak bullak eden bir virüsün yaptığına bakın. Bu illete yakalanan anne-baba evladından, evlat ana-babadan, kardeş kardeşten, karı-koca eşler birbirinden, birbiri uğruna belki de ölümü göze alabileceğini söyleyenler ise birbirinden kaçıyor. Velhasıl hemen herkes birbirinden kaçıyor veya arasına mesafe bırakıyor. Virüs, insanlar arası mesafeyi habire açıyor.
Hele ölümlerin habire artması insanların korkularını daha da arttırıyor. Sosyal medyaya girmekten çekinir hale geldik. Sosyal medya ölüm ilanlarıyla dolu çünkü.
Tecrit
Bir iki dakikalığına sosyal medyaya gireyim diyorum. Herkes bir yakınının, dostunun, arkadaşının ölümünden bahsediyor. Habire baş sağlığı mesajları. Veya koronavirüse yakalananlar için acil şifa mesajları havada uçuşuyor.
İnsanlar birbirinden şüpheleniyor, herkes birbirine temkinli. Biri yanlışlıkla maskenin bile altından hapşırsa, aksırsa insanlar cin görmüş, çarpılmış gibi kaçıyor. Korku paranoyası bu. Paranoyak olacak herkes bu gidişle.
Kendi kendimizi tecrit ediyoruz. Virüsü kapar kapmaz 14 günlük hücre yaşamı başlıyor. 14 günlük hapis gibi yani. Kendi kendimizi hapsediyoruz. Virüsü kaptığımızda oldukça sıkıntılı geçen o 14 günden sonra kurtulabilirsek, ikinci kez doğmuş gibi sayıyoruz kendimizi!
(NÖ)