*Görsel: Sivil Sayfalar
Yazılı, görsel ve işitsel basını ve gazeteciliği ve aslında toplumu ilgilendiren “seçim” konusunda Çağdaş Gazeteciler Derneği, Article 19’un “Geçiş Sürecindeki Demokrasilerde Seçim Dönemi Radyo TV Yayıncılığı, Örnekler-Öneriler” başlıklı metnini yayımlamıştı.
Üzerinden 24 yıl geçmiş.
Günümüzün sorunları ise Türkçe ve demokrasi…
(R) harfini unutmuş ve alfabeden çıkarmış olan TV sunucularının “yapıyo, ediyo, geliyo, gidiyo, diyo” kelimeleriyle sundukları seçim haberlerini geçiş döneminin demokrasileri gibi dinliyoruz. Siyasi nutuklarında (r) harfini kaldırmış kelimeleriyle propaganda yapan politikacıların da Türkçeyi unuttukları bir “seçim” süreci yaşanıyor.
Seçimler sırasında yayınların ve seçimlerin dili yok!
“Dil olmasaydı, uygarlık olmazdı” sözünün sahibi Ömer Asım Aksoy’a göre “dil”, toplu yaşamın doğurduğu en önemli olay ve yaşamın gerektirdiği en yararlı araçtır. Kuralları vardır. Bu kurallar kamunun ortak bilinci ile oluşmuştur.[i]
Günümüzün medya kurallarında çok önemli değişiklikler yok aslında…
Medya, seçim öncesi ve sonrası dönemde kamuoyunu; siyasi partiler, adaylar, kampanyalar, oy kullanma süreci ve seçimle ilgili diğer bütün konularda bilgilendirmekle yükümlüdür.
Bugün olduğu gibi siyasal iktidarın kontrolünde olan medyanın tek tipleştirdiği “bilgi” yaymak seçim propagandasında güçten yana taraf olmaya dönüşmüş bulunuyor.
Ancak medya “kamu yararını ilgilendiren konularda bilgi ve fikirleri iletme” görevinin yanı sıra devleti izlemek gibi iki ayrı kamuoyu görevini aynı anda yerine getirmekle yükümlüdür.
Bu yükümlülük, haber, söyleşi ve bilgilendirici programların herhangi bir parti veya adayın lehine ya da aleyhine olmamayı gerektirir.
Partilerin medyası mı? Medyanın partileri mi?
Seçim zamanı aranan denge ve tarafsızlık sorumluluğunun temeli; kamuoyunu ilgilendiren konularda doğru bilgi yayınlanmasıdır. Seçmenlerin ve adayların ifade ve bilgi özgürlüğü ile ayrımcılığa uğramama hakkı vardır. Bu hak seçim zamanlarında çok önemlidir.
İfade özgürlüğünü sınırlandıran yasaların kaldırılması tüm zamanların en önemli kuralıdır.
Devletler muhalif görüşleri yayınlayanlar dahil kitle iletişim araçlarının güvenliğini seçim kampanyaları süresinde özel önem vererek korumalıdır.
Seçim programlarına sansür uygulanmamalıdır.
Hükümet hem kamuoyuna hem medya kuruluşlarına, seçim sürecinde yapılan yayınlarda sadece devleti, hükümeti ve politikalarını ve iktidardaki partiyi eleştirdiği için hiçbir şekilde cezalandırılmayacakları konusunda net bir açıklama yapmalıdır.
Seçim süresince tüm standartlar ve kurallar, medya ve kamuoyu için belirsiz ve geniş biçimde tanımlanmış olmamalıdır.
Hükümet kontrolündeki medyalar haber, yorum, güncel olayları sunuşunda doğru, dengeli, tarafsız olmalı ve bilgi vermek sorumluluğunu yerine getirirken çok titiz davranmalıdır.
Bu konuda en dikkat çekici davranış biçimi ise yayıncının kendi görüşü ile haberin karıştırılmasında ortaya çıkmaktadır. Medya çalışanlarının haberde kendi görüşlerine yer vermemesi önerilir. Aksi bir davranışla medya çalışanı kendi görüşünü sunmak isterse bu durum açıkça belirtmelidir.
Siyasi açıdan tartışmalı konularda veya devlet işlerinin yayımlandığı haberlerde ve programlarda yapılan basın açıklamalarının süresi kadar muhalif olan tarafa yanıt hakkı tanınmalıdır.
Medya gazetecilerin güncel olaylar konusunda uzman kişilerin ve/veya seçmenlerin parti liderlerine ve adaylara soru sormalarını, adayların birbiriyle tartışmalarını sağlayacak etki gücü yüksek programlar yayınlamalıdır. Gazeteciler, uzmanlar ve soru soracak diğer kişiler sorularda denge sağlayacak şekilde seçilmelidir.
Yayınlar nefreti ve şiddeti tahrik etmemelidir.
Medyanın şiddeti açıkça ve doğrudan tahriki dışında; seçim dönemi yayınlarında adaylar veya parti temsilcilerinin yasadışı açıklamalarından, iftiralarından, nefret söylemlerinden muaf tutulmalıdırlar. Yalnızca sözlerin sahipleri yaptıkları yasadışı açıklamalardan sorumlu tutulmalıdır.
Ortaya çıkan sonuçlara bakılırsa; nefret ifade eden konuşma yasağına kimse uymamaktadır. Hükümete yönelik eleştirileri susturmak amacıyla ya da ulusal, dini etnik veya başka türden bir çatışmanın taraftarlarını bastırmak amacıyla nefret dili çok sık kullanılmaktadır.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ilk olarak (97)20 sayılı Nefret Söylemi Tavsiye Kararında nefret söyleminin kapsamını şöyle belirlemiştir: “Nefret söylemi, saldırgan milliyetçilik ve ırkçılık ile ifade edilen hoşgörüsüzlük; azınlıklara, göçmenlere ve göçmen kökenli insanlara karşı ayrımcılık ve düşmanlık dahil olmak üzere ırksal nefreti, yabancı düşmanlığını, antisemitizmi ya da hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret biçimlerini haklı kılan, yayan kışkırtan, teşvik eden her türlü ifade biçimini kapsar”
Bakanlar Komitesinin (97) 21 sayılı Medya ve Hoşgörü Kültürünün Tanıtımı konulu tavsiye kararında ise medya kuruluşlarının ırkçılık ve hoşgörüsüzlük eylemleri hakkında ve aralarında gerilim bulunan topluluklarla ilgili haberlerde hassas davranmalarını tavsiye etmektedir. Özellikle seçim zamanlarındaki söylemlerin aktarılmasında çok daha özenli olmaları kültürel, etnik ve dini toplulukların üyelerini aşağılayıcı ifadelerden uzak durmaları şarttır. Tartışma programlarında hoşgörüsüz ifadelerin altında yatan gerçeklerin açıklanması ve nedenleri üzerinde durulması medyanın görevidir.
Komitenin (2010) 5 sayılı Cinsel Yönelim veya Toplumsal Cinsiyet Kimliğine Dayalı Ayrımcılıkla Mücadeleye İlişkin Tedbirlerle ilgili 31.03.2010 tarihli Tavsiye kararında devletlerin lezbiyen, homoseksüel, biseksüel ve transseksüel bireylere karşı nefret veya diğer ayrımcılık yayan ifadelere karşı mücadele edilmeye yönelik tedbirler almalarının gerekli olduğuna dikkat çekilmiştir. [ii]
Günümüzde yaşanan en önemli sorunlardan biri olan “siyasal nefret söylemi” toplum arasında ayrımcılığı körükleyen ve kutuplaştırıcı siyaset biçiminin en tehlikelisidir.
Demokrasi, uygarlıktır. Kuralları vardır. Uygulanmamak ve unutmak için kural oluşturulmaz. Yaşayan demokrasi her gün kendini yeniler.
Siyasi tartışma özgürlüğü demokratik toplumun temelidir.
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 20. Maddesinin ikinci fıkrasına göre; “Ulusal, ırksal ya da dinsel nefretin ayrımcılık, düşmanlık ya da şiddete kışkırtma şeklini alacak biçimde savunulması yasalarla yasaklanır.”
İfade özgürlüğünün sağlanabilmesi için en önemli sınır budur.
Siyasi tartışma özgürlüğünü yaşama geçirmek için nefret söylemini, düşmanlığın veya şiddete kışkırtma ve ayrımcılığın yasaklanması demokratik toplum düzeninin kuralıdır.