Bilmem nasıl demeli, nasıl başlamalı…
Bu sözcükler size ulaştığında, belki de siz daha güneş üzerinize doğmadan yollara düştüğünüzde, şehrin o her zamanki kalabalığında sizin için ve sevdikleriniz için “güvercinler güneşten bir sessizliği” biriktirdiğinde, gecenin bir yarısı dışarıda kurtlar uluduğunda; ötelerde ve yanımızda, başucumuzda eşit olmayan bir savaşta fırtınaya karşı savaşan çocuklar yaşamak için toprağa düşüyor olacaklardır.
Çok yaşayan yüzler; doğdukları yerde ölmek isteyenler ve göç yollarına düşmeyenler şanslıdır, derler.
Ya herkesin unuttuğu, küsmüşçesine unuttuğu insanlar da şanslı mıdır?
On üç gün oldu… Gündüzü ve gecesiyle, on üç gün.
Uzaklardan en uzaklardan, sonra içerden en içerden geldiler yeryüzünün soysuzları; doğdukları yerde yaşamak isteyen, orada büyüyüp de ölmek isteyen, ebedi çocuk nedir, nasıldırı bilmek isteyen çocukları vahşice ve gaddarca boğazlamak için günlerdir saldırıyorlar.
Yarın on dördüncü gün olacak… Sonraki gün on beşinci gün olacak gündüzü ve gecesiyle.
Gördünüz mü?
Yaşamak için göç yollarına düşerken ardındaki toprağının ucuna, kıyısına, köşesine diz çöküp ardındakiler için, ötesinde, berisinde ardında bıraktığı oğulları, kızları ve toprağının çocukları için başını yukarılara, en yukarılara kaldırıp gözleriyle, gözündeki yaşlarıyla ellerinin avuçlarını açıp Allah'ını/Tanrısı'nı arayan Rojavalı anneyi/anayı gördünüz mü?
Düş mü gerçek mi bilemem... Düş de olsa gerçek de olsa siz de düşleyin ve görün ve duyun Rojavalı anayı, Rojava’nın sesini… Her şeyi, daha çok şeyi yitirmekten daha kötüsü yaşanmadan onu bulmak, onu duymak ve dinlemek adına yapacağımız her şey asla gereksiz ve sonuçsuz olmayacak.
Biraz da sinema
Hayat bu kadar insanı yorarken en azından sanat/sinema insanı dinlendirmeli.
Ne zaman, nerede ve nasıl geleceği belli olmayan, ama özlediğiniz, ama hayalini kurduğunuz, arada hasretlerini hep çektiğiniz, dilediğiniz anlamlarda size bakmasını istediğiniz filmlere ait kahramanlar vardır.
Bir başlangıcı ve bir sonu yokmuşçasına size, beklemesi dahi sonsuz mutluluklar veren, henüz tanımadığınız yeni kahramanlar geliyor Filmekimi’yle.
On üçüncüsü düzenlenecek olan Filmekimi başlıyor.
Birçok şehri dolaşacak olan festivalin programında Cannes, Berlin, Venedik, Toronto, Sundance ve Karlovy Vary gibi festivallerde gösterimleri yapılan 43 film önce İstanbul’a (11-17 Ekim) oradan da Ankara (10-12 Ekim), İzmir (15-19 Ekim), Diyarbakır (24-26 Ekim), Urfa (24-26 Ekim), Trabzon’a (31 Ekim-2 Kasım) uğrayacak.
2-9 Kasım tarihleri arasında da Antep’te gerçekleşecek Zeugma Film Festivali’nin yabancı film programını üstlenecek.
İstanbul’un biletleri 27 Eylül Cumartesi (bugün) günü satışa sunulacak.
Timbuktu, Turist, Beyaz Tanrı...
43 filmin gösterileceği festivalde Balkanlardan Avrupa’ya, oradan da Afrika’ya uzanan sinemacıların filmlerini izlemenin şansını bulacak görmeye meraklı gözler.
Festivalin 43 filmi arasında, Oscar’ın yabancı dilde en iyi film kategorisine aday gösterilen filmler de var.
George Ovashvili’nin Corn Island (Mısır Adası), Kornél Mundruczó’nun White God (Beyaz Tanrı), Ruben Östlund’un Force Majeur (Turist), Afrika sinemasının önemli sinemacısı Abderrahman Sissako’dan gösterimi Cannes’da yapılan Timbuktu, Dardenne Kardeşler’den Deux jours, une nuit (İki Gün, Bir Gece), Türkiye gösterimi Filmekimi’nde yapılacak olan Xavier Dolan’dan Cannes’da Jüri Ödülü’nü Godard’la paylaştığı, Mommy ve Paolo Virzi’nin Stephen Amidon’ın aynı adlı romanından sinemaya uyarladığı Il Capitale Umano (İnsan Sermayesi).
Loach, Godard, Kim Ki-Duk...
Çekimleri 12 yıllık bir sürece yayılan, oyuncuları da film boyunca “yaşlanan” ve Berlin’de Altın Ayı kazanan Richard Linklater’ın Boyhood (Çocukluk), Yeni Dalga’nın yaşlanmayan sinemacısı Jean-Luc Godard’ın küreselleşmeden, devletin şiddetine ve aşka dair birçok konuya değindiği Adieu au langage (Dile Veda), Roy Andersson’un Siz (2000) ve Yaşayanlar’dan (2007) sonra çektiği “yaşayanlar” üçlemesinin son filmi olan ve Venedik'te Altın Aslan ödülünü alan En duva satt pâ en gren och funderade pâ tillvaron (İnsanları Seyreden Güvercin), Andrey Zvyagintsev’ın Eyüp peygamberin öyküsünden esinlendiği Cannes’da en iyi senaryo ödülünü kazanan Leviathan ve Abel Ferara’nın öldürülen şair ve yönetmen Pier Paolo Pasoli’nin cinayetine kamerasını çevirdiği Pasolini, Michel Hazanavıcıus’un The Search (Arayış), Ken Loach’un Jimmy’s Hall (Özgürlük Dansı) ve Kim Ki-duk’un One on one (Bire Bir) filmleri de 43 film içindeki filmlerden birkaçı.
Bu zamanları hiç kaçırmamalı diyerek izleyebildiğiniz kadar film izleyin… Seyriniz iyi olsun, güzel olsun. (KT/YY)