Öldürülüyoruz. Eşlerimiz, sevgililerimiz, babalarımız, erkek kardeşlerimiz vb. tarafından öldürülüyoruz. Üstelik sokak ortasında. Bize bakan onlarca gözün önünde. Bizi seyreden gözlerin adına, görgü tanığı deniyor. Görgü tanığı olabilmemin şartı görmek. Susarak, müdahale etmeden görmek. Ölümümüz seyirlik.
Adalete sığındık son nefesimizi vermeden önce. Tek sığınabileceğimiz yerdi. Çaresizdik. Adaletin eğik terazisinin eğikliğinin sebebinin ölü topraklarının ağırlığından olduğundan habersiz, umut ettik. Diriyken dinlenmeyen, bilinmeyen hayatlarımız ölüyken bilinir oldu. Ağlamayın arkamızdan. Ağlamayın ve kulak verin bize.
Adım Nejla...
Adım Nejla. 40 yaşındaydım. Sonsuza kadar da 40 yaşında kalacağım. Kırk yaşının kadın için önemini bilir misiniz? En güzel yaştır kadın için. Sistemin verili kadın rollerinden sıyrılıp, kendi içindeki kadını keşfetme yaşıdır kırk. Adaletli bir dünya yaratabilme umuduyla mücadele veriyordum. Büro Emekçileri Sendikası Ankara 2 No'lu üyesi ve işyerimin de temsilcisiydim. Yazı işleri müdürü olarak adliyede çalışıyordum. Kızım da adliye de çalışıyordu. Adaletin icra edildiği yerde tehdit edildik. Kızım, işyerimizde eski sevgilisi tarafından tokatlanmıştı. Anında savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Sonuç; biz daha eve varmadan katilim olacak adamın ifadesi alınıp serbest bırakılmıştı.
O sabah... Onlarca gözün önünde vücuduma onlarca bıçak darbesi aldım. Seyrettiler. Sokak ortasında bir erkekle bir kadının tartışmasını özel buldular. Kendilerince araya girmediler. Kadın ile erkek arasındaki anlaşmazlığı hukuk sisteminin içinde değerlendirmeyip özele iten adalet sistemi seyretti. Kırk yaşındaydım. En güzel yaştaydım. Şimdi toprak altında çürüyorum.
Adım Ayşe...
Adım Ayşe. Katilim boşandığım eşim. Nejla gibi sokak ortasında görgü tanıklarının görgülü gözleri önünde bıçaklanarak öldürüldüm. Kırk günde, et kemikten ayrılarak çürümeye başlar, derler. Henüz etlerim kemiklerimden ayrılmadı.
Hayal ettiğim gibi bir evlilik yaşamadım. Kıskançtı. Dışarıdaki erkeklerin gözlerinin bende olduğunu; onlar tarafından kandırılacağımı düşünürdü. Kendi yarattığı dünyasına uydurmaya çalıştı beni. Uymadıkça da dövdü. Gazetelerdeki dayaktan dolayı şişmiş, morarmış yüzümü gördünüz mü? O resme bakıp da çirkin olduğumu sanmayın. Güzelimdir.
Boşanmaya karar verince, kurtulacağımı ve kendime yeni bir hayat kuracağımı sandım. Boşanma kararım şiddetin artmasına neden oldu. Boşanma davasını açtığımda ise beni kaçırdı. Tecavüze maruz kaldım. Cinsel saldırı suçundan dolayı mahkemeye verdim. Hâkimin karşısında, beni ne kadar sevdiğini ve pişman olduğunu söyledi. Kendince beni seviyordu ve halen eşimdi. Seven eşin yaptığı zorla sahip olmaya tecavüz gözüyle bakmadı hâkim. Tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraktı.
Boşandım. Ölüm tehditlerine devam etti. Can güvenliğim olmadığı gerekçesiyle tekrar dava açtım, koruma talep ettim. Koruma talebim ret edildi. Gerekçe; boşanmış olmam. Evliyken, eşimden yediğim dayağı, maruz kaldığım tecavüzü evliliğin tuzu biberi olarak görüp soruşturmaya gerek görmeyen adalet sistemi, boşandıktan sonra da aile birliğimiz kalmadığı gerekçiyle koruma tedbirini uygulamadı. Gerçekte katilim kim?
Adım Nahide...
Adım Nahide. Hayattayım ama ölüm korkusuyla yaşıyorum. Azrail'den rol çalan eski eşimin bir gün gelip beni öldürmeye teşebbüs edeceğini biliyorum. Beni, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) Opuz Kararı'ndan dolayı tanırsınız. Ölmedim ama canıma can katan annem toprağın altında. Onunla birlikte bir parçam da çürüyor.
Beş yıl evli kaldım. Üç çocuk dünyaya getirdim. Sürekli dayak yiyordum. Annem, halime dayanamadı. Kol, kanat gerdi. Şiddetten annem de nasibini aldı. Benimle birlikte bıçaklı saldırı ve araçla ezme girişimine maruz kaldı. Ağır yaralama ve cinayete teşebbüsten dolayı eski eşim hakkında dava açtık.
Duruşmalarda sürekli, beni ne kadar sevdiğini, aramızın iyi olduğunu, araya giren annem yüzünden kavga ettiğimizi söyledi. İnandı hâkim. Karşılarında seven bir adam, arabozucu bir kaynana vardı. Çocuklarımın da babasız kalmaması gerekirdi. Eski eşim tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Erkek egemen zihniyet, kadının yaşam hakkını, insanın yaşam hakkı olarak görmüyordu. Annem öldürüldü. Annemin katili yargılandı. Ağır tahrik altındaymış. Ağır tahrik, annemin, acımı yüreğinde hissetmesi ve acı çekmeme dayanamamasıydı. Hayat boyu hapis cezası beklerken, on beş yıla mahkûm edildi. Cezaevinden ölüm tehditlerine devam ediyor.
Yaşam hakkımıza duyarsız kalındığı gerekçesiyle davamı AİHM'ye taşıdım. Mahkeme, Türkiye'yi şiddet gören bir kadını, savcılığa başvurduğu halde, kocasından korumayarak ayrımcılık yaptığına hükmetti. Davayı kazanmıştım. Bu karardan sonra devletin özür dilemesini ve yaralarımı sarmak için gereken yardımlarda bulunmasını beklerken, Kadından ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı, Sayın Selma Kavaf, "Vaka münferit. Karara itiraz edeceğiz. Türkiye'deki yasal düzenlemeler yeterli" diyerek tepki gösterdi. Şaşkınım. Mezar taşlarımızda, erkekler tarafından öldürüldü diye yazmadığı için mi görünür değiliz?
Münferit sayılan biz ölü kadınlar, meclisteki kadın milletvekillerinden bir isteğimiz var. Yeterli görülen yasaların uygulanması sırasında erkek egemen zihniyetin etkisinin araştırılması için gerekeni yapmalarını istiyoruz. (ED/BB)