25 yıldır muhasebecilik yapmaktayım.
Beyanname yetiştirme telaşıyla büroda çalışırken, postacı kapımı çaldı dün.
Muhasebeciler Odası'ndan gelen mektubu gördüğümde aklımdan ilk geçen, 1 Mart Muhasebeciler gününün kutlanması amaçlı gönderildiğiydi.
Zarfı açtım. 12 Eylül 1980 çıktı içinden.
Özetle şöyle deniliyordu;
"Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından Türkiye Serbest Muhasebeci, Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odaları Birliği (TÜRMOB) nezdinde yapılan teftiş çalışmaları kapsamında, meslek mensuplarına ait adli sicil belgelerinin incelenmesinde 3568 sayılı yasanın 4. maddesinin (d) bendinde belirtilen suçlardan mahkumiyeti bulunan kişilere ait ruhsatların iptal edilmesinin talep edildiği...
Birlik Yönetim Kurulu'nun toplantısında, yasaklanmış hakların iadesi kararı olmayan meslek mensuplarının ruhsatlarının iptaline karar verildiği... 07.02.2012 tarih ve 93 sayılı toplantıda, ilgili yazı gereğince ruhsatınız iptal edildiğinden..."
12 Eylül darbesinin üzerinden 31 yıl geçtikten sonra bile sizi akıldan çıkarmayıp, ekmeğinizi elinizden almayı hedefleyen uygulamalar çıkıyor karşınıza her an.
Ve öyle çok boyutu var ki; zarftan çıkan haberin, hani açıdan bakmam gerektiği konusunda kararsız kaldım.
Her zaman, öde öde bitmeyen bir bedeli var muhalif olmanın, diye mi girsem söze?
Bize okuldaki hukuk derslerinde, kazanılmış hakların geri alınamayacağı öğretilmişti, diye mi yoksa?
Evlerinin balkonunu PVC ile kapattıkları için 18 ay ceza alan meslek mensuplarının da aynı durumla karşılaşmalarının mizahi hikayesinden mi söz etsem.
Bu darbeli memlekette, özel sektörde kendi işini yapabilmek, kendi muhasebe bürosunu açabilmek için, yolu hiç mahkemeye düşmemiş hijyen meslek mensuplarının nerede yetişeceğini mi sorsam?
Parasız eğitim talep ettikleri için yolu cezaevinden geçen gençlerin geleceğine mi kaygılansam yoksa?
Türkiye Ceza Kanunu'nun (TCK) memnu hakların iadesi için dava açmayı gereksiz kılan, üzerinden beş yıl geçen adli sicil kayıtlarının silindiğine dair maddesini bir daha bir daha mı okuyup anlamaya çalışsam?
Sorun şu ki; ne geçmiş ne de gelecek sözcüklerinin sözlük anlamına kavuşamadığı en geniş ve en geçmemiş zaman, 12 Eylül.
O yüzden, hiçbir yere gitmeyen bir salıncağın ritminde akıyor zaman memleketimizde. (Gİ/HK)