İranlı müzisyen Mohsen Namjoo, Türkiye’ye ilk ziyaretinde, 28 Ocak’ta Ankara’da ve 30 Ocak’ta İstanbul’da iki konser verdi. İstanbul konseri yüksek bilet fiyatlarına rağmen dopdoluydu.
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki Mohsen Namjoo şarkı söylemiyor, güçlü sesini çok çeşitli kalitelerde, konuşmaktan çığlığa, söylemenin her türünü kapsayan geniş bir alanda kullanarak adeta şakıyor!
İstanbul konserinden bazı notlar aktarmadan önce Namjoo’nun kim olduğunu kısaca hatırlayalım, zira Namjoo’nun hayatı da bahsetmeye değer.
Mohsen Namjoo kimdir?
Namjoo, İran’ın Razavi Horasan Eyaletine bağlı, ağırlıklı olarak Türkmen ve Fars yerleşimi olan ve adını Sufi bir şairden alan Torbat Cam’da doğmuş. Doğum tarihi 1976 ki müzisyenin gür, kır saçları göz önüne geldiğinde genç bir yaşta öğrenmek şaşırtıcı.
Erken yaştan itibaren müziğin yanı sıra edebiyata da ilgi gösteren Namjoo, 12 yaşından itibaren müzik eğitimi görmüş ve 1994 yılında müzik eğitimine Tahran Üniversitesi’nde devam etmek için Tahran’a taşınmış. Üniversitenin enstrüman eğitimini zorunlu tutması karşısında, o zamanki maddi gücünün ancak bir setar (üç telli bir yerel çalgı) almaya yettiği bilgisi ya gerçek ya da internette dolaşan bir efsane.
Kendi sitesinde “klasik Fars şiirinin rock, blues ve caz gibi Batı müziği formları ile bir birleşimi” olarak tanımlanan müziğine Tahran Üniversitesi’nde yer bulamayan Namjoo, 2003 yılında yaptığı amatör kayıtlar ve Tahran’da verdiği konserlerle bir yandan geniş bir dinleyici topluluğuna ulaşırken, bir yandan da geleneksel şiire ve müziğe müdahaleleri nedeniyle olumsuz tepkilerle karşılaşmış. 2006 yılında Uluslararası Rotterdam Film Festivali'nde yaptığı konser, bunu izleyen radyo söyleşisi ve İran’ın alternatif müzik dünyasını konu edinen Sound of Silence (Sessizliğin Sesi) belgeselinde yer almasıyla birlikte uluslararası alanda da dikkatleri üzerine çeken Namjoo, 2007 yılında ilk profesyonel albümü Toranj’ı İran’da yayınlamış. Namjoo, 2009 yılında Shams (Şems) adlı şarkısında Kuran’ın bir suresinden alıntı yaptığı iddiasıyla gıyabında 5 yıl hapse mahkum olduysa da davadan önce 2008 yılında İran halkından özür dilediği bilinmekte.
2008’de ilk solo ABD turnesini gerçekleştiren Namjoo, Stanford Üniversitesi'nin konuk sanatçı programına kabul edildiği 2010 yılından bu yana ABD’de yaşıyor. Namjoo’nun 2009’da İtalya’da kaydedilen Oy albümünden bu yana (Şems şarkısı bu albümde yer alıyor) yayınlanan albümleri arasında 2011’de A Minor’le birlikte Useless Kisses ve 2014 yılında son albümü Trust the Tangerine Peel yer alıyor. Namjoo’nun bundan başka Strange Times (2010) adlı bir single’ı ve iki konser kaydı bulunmakta.
İstanbul konserinden notlar
Namjoo, İstanbul konserinde 3700 kişilik bir seyirciye son albümünde birlikte çalıştığı dört müzisyen eşliğinde çaldı. Perküsyon (Greg Ellis), bas (Kasra Saboktakin), ve elektrik gitardan (Mohammad Talani) oluşan ve konsere hakim olan rock sound’unu belirleyen sete ek olarak, kamança ve setar Namjoo’nun müziğinin geleneksel boyutuna işaret ediyordu. Bis (tekrar) parçası olarak ilk albümden Toranj’ı çalarken ise Namjoo ilk albüme emek veren müzisyenlerden ikisini sahneye davet etti.
Konserde ağırlıklı olarak son albümünden parçalara yer veren, hatta kaydedilmemiş bir parçasını dahi seslendiren Namjoo, elbette Türkiyeli dinleyicinin aşina olduğu şarkılarını çalmayı da ihmal etmedi. Konseri Türkiye’de de çok sevilen Nobahari’nin solo yorumu ile açan müzisyen, Kürt dostlarına ithafen yine çok sevdiğimiz Shirin Shirinam’ı (Şirin Şirinam) da seslendirdi.
Başta da belirtmiştim, Namjoo’nun sesi hem son derece karakteristik hem de muazzam bir güce sahip. Özellikle üst oktavlarda, bir anda koca bir salonu doldurup, binlerce kişinin nefesini kesecek bir güçte. Gözlerinizi kapadığınızda zihninize doluyor, biraz sonrası acıtacakmış gibi ama biraz daha sürsün, kesilmesin istiyorsunuz. Namjoo bunun yanı sıra kafa sesini ve diğer rejistirleri de başarılı bir şekilde kullanıyor. Geleneksel ses süslemelerden progressive bir ses kullanımına geçmesi her zaman bir an meselesi.
Müziğinin -sıklıkla tekrar edildiği gibi- bir senteze mi yoksa farklı stillerin bir araya gelişine mi işaret ettiği tartışılabilir. Ancak Namjoo’nun, beslendiği geleneksel kaynaklara hem edebi hem de müziksel anlamda hakim olduğu aşikar. İyi bildiği bu geleneksel malzemeyi kullanarak kendi çağının müziğini yaptığını söyleyebiliriz. Bu müziğin İran gibi bir ülkede ancak alternatif yeraltı mekanlarında yaşama şansı var. Ülke içinde geniş bir market kurmaktan mahrum durumdaki İranlı müzisyenlerin bir kısmı bu sebeple -ABD başta olmak üzere- Batı’ya göç etmekte. Bölgenin köklü müzik geleneğini/geleneklerini ve nitelikli müzik eğitimini göz önüne aldığımızda, bu müzisyenlerin göç ettikleri ülkelerde müzik yaşamına güçlü bir soluk kattıkları muhakkak.
Bir başka deyişle, Namjoo gibi bir müzisyen için, hem yaptığı müziğin niteliği hem de gıyabında verilen hapis cezası nedeniyle İran dışında yaşamak bir zorunluluk gibi görünmekte. Bu yüzden konseri dinlemeye gelen bir grup İranlı seyirciye neden İngilizce konuşmayı tercih ettiğini açıklarken söylediği “Farsça’yı unutuyorum” sözünün insanın içini sızlatması işten değil.
Müzisyenin hem dinleyici hem de birlikte çaldığı müzisyenlerle kurduğu sıcak ilişki, özellikle İranlı dinleyicilerin istek parçalarını hep bir ağızdan söylemeleri, müzisyenlerin sahne üzerindeki sıcak iletişimi ve Ellis’in virtüözik perküsyon icrası da, Namjoo’nun sesi ve şarkılarına ek olarak, konserden akılda kalacak ayrıntılar.
Bir sonraki konserin bir an önce ama bu kez dinleyiciye daha aktif bir katılım olanağı veren samimi bir mekanda ve daha uygun fiyatlı biletlerle gerçekleşmesini dileyelim... (EHÖ/HK)
Evrim Hikmet Öğüt, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı, Araştırma Görevlisi. |
* Fotoğraf: Bülent doruk - İstanbul/AA, ikinci fotoğraf Mustafa Kamacı - Ankara/AA