5 Kasım “Dünya Sivil İtaatsizlik Günü”nde ABD’nin başkenti Washington’da yüzlerce kişi yürüdü. (Erkan Avcı- Anadolu Ajansı)
Ne yaparlarsa yapsınlar müstebitlere direnenlerin bir türlü tükenmediği zamanlarda; önce özgürlüklere düşman oluyorlar, sonra düşmanları çoğaltıyorlar. Herkes onlara minnet duysun istiyorlar.
Armağan verenleri armağanlara boğuyorlar; o kadarki duydukları minnetle paraya pula, şan ve şöhrete, unvanlara ve payelere kavuşanlar sahibinin sesi olmaktan gurur duyuyorlar… Zavallılar!
Kendisine yapılan yardımların karşılığında memnuniyetle hizmet etmek ve minnet duymak…
“Goethe alaylı bir dille şöyle yazıyordu: ‘Minnet altında kalmaktan nefret edene az rastlanır; bu ancak en yoksul sınıflardan gelen ve kendilerine iyilik edenlerin kasaba davranışlarıyla kirlenmiş yardımları sık sık kabul etmek zorunda kalmış olan kalburüstü kimselerde görülür’…” (Jean-Christophe. Romain Rolland. Sosyal Yayınlar. 1983. Cilt 3. Sayfa 286).
Minnet duyarak yükselmek ve kalburüstü kimselerden birisi olmak ne kadar hazin bir sonunun başlangıcıdır. Yükseldikçe yere hızla çakılmak çok sert olur, parça parça olursunuz…
İnsanlara özgü böyle bir kabullenme ile duyulan minnet karşılığı hizmetin bedeli vardır ve bu bedel kalburüstü insanlar arasında yer almanın yalnızlığı ve ezikliğidir.
Minnet altında kalmak istemeyenler yoksul değildir. Varsıllıkla işleri yoktur, ama varsıldırlar. Özgürlükleri vardır, bağlılıkları yoktur. Paylaşımları vardır, dertleri çoktur. Minnet altında kalmaktan nefret ederler, yaşamlarına bağlıdırlar. Önünde eğilecekleri hiç kimse yoktur, minnet duyacakları hiçbir kirli yardımdan nasiplenmemişlerdir.
Montesquieu “Kanunların Ruhu Üzerine” yazdığı kitabında “armağanlardan” söz eder.Ona göre müstebit hükümetlerde bir insan kim olursa olsun kendinden üstün birisinin hatta kralın bile yanına çıkacağı zaman ona mutlaka bir şey armağan etmek zorundadır. Gelenek böyledir.
“Genel bir kural vardır ki o da şudur: gerek saltanat hükümetinde gerek Cumhuriyet hükümetinde büyük ödüller vermek, bu hükümetlerin çökmek üzere olduğuna işaret sayılır; çünkü bu, o hükümet şekillerine göre özel ilkelerin bozulduğunu gösterir; bir yandan şeref mevhumu eski kuvvetini kaybetmiş demektir, öte yandan vatandaşın fazileti zayıflamış demektir…” (Montesquieu. Age. Sayfa 103)
Özgürlükler üzerine ne çok kötülükler görüldü ne kadar çok hapishaneler inşa edildi.
Özgürlükler üzerine ne kadar çok yargılamalar yapıldı ne çok mahkumiyetler verildi.
Özgürlükler üzerine verilen cezaları kendileri vermemişler gibi davranarak mahkumiyetler üzerinden siyaset yapanlar minnet duyduklarına hizmet etmekten ne kadar çok memnun oldular…
Minnet duyan ve minnet duymaktan nefret etmeyen ne kadar çok insan kendisine yapılan kirlenmiş yardımları armağan olarak kabullendi.
Karşılığında ne yapması gerekiyorsa onu yaparak kötü işlerini armağan verir gibi müstebitlerin ayaklarına serdi.
İşini minnet duyarak yapanlar; meslekleri ne olursa olsun unvanların çoğunu istediler ve kalburüstü olmanın yalnızlığıyla az ister gibi yaptılar ve çok yükselerek müstebitleri çoğalttılar.
Kişilerin maddi menfaat sağlamak umuduyla iş görmeye alışık oldukları devletlerde; payeler, unvanlar, ödül olarak dağıtılır.
Kendi kendine yeten ve öteki nedenlerin tümünü elinin tersiyle bir yana iten faziletin hüküm sürdüğü devletlerde ise faziletin varlığı ödüldür, herkesindir ve toplumu varsıllaştırır.
Özgürlükleri baskılayarak sürdürülen düzene batmış müstebitlere minnet duymayan insanların varsıllığından korkanlar; müstebitler ve onlara minnet borcu olanlardır.
Montesquieu’ya göre “Ama Cumhuriyet hükümetlerinde armağan vermek çok iğrenç bir şeydir; faziletin buna ihtiyacı yoktur da ondan. Saltanat hükümetinde şeref armağandan çok daha kuvvetli bir nedendir. Ama müstebit (zorba) Devlette, şerefin de faziletin de bulunmadığı müstebit devlette, bir iş ancak maddi menfaat karşılığı görülür (…)
Kendisine bir şey verilmeyen kişi hiçbir şey istemez; kendisine az şey verilen kişi, çok geçmeden biraz daha fazlasını ister, arkasından da çok şey ister. Zaten hiçbir şey almaması gerektiği halde bir şey alan kişiyi yola getirmek, az alması gerektiği halde çok şey alan, bunun için de aklımızın yaratabileceği bir sürü bahane, mazeret sebep ve neden ileri süren kişiyi yola getirmekten çok daha kolaydır” (2014. Seçkin Yay.sy 104).
Yaşanılan her çağa ve devletlere göre tanımı değişmiş olan “zorba” (müstebit) kimdir, kime denir?
Platon, “zorbayı da alçaklık ve adiliğini en ileri derecesine vardıran, hırs ve ihtiraslarına mağlup, kanun, din ahlak ve adaletten uzak ve bu yüzden de kendisini hem de boyunduruğu altında tuttuğu toplumu mutsuz kılan kişi” olarak tanımlamıştır (Göze, Ayferi. İÜHFD Ayrı bası).
Birçok Anayasa, ulusalüstü sözleşme ve kanun insanlara baskıya karşı direnme hakkı tanımıştır. Son çare olarak herkesin tek başına veya topluca direnme hakkını kullanması haktır ve meşrudur. Bütün her şey ama her şey ve hukuk ve siyasi yollar, yargı ve elde bulunan olanaklar denendikten sonra müstebitlerin baskısı veya keyfi yönetimine son verilememişse direnmekten başka yapacak bir şey kalmaz.
Gün gelir ekmek ve iş ve aş derdinde olan işçilere, adalet ve vicdan derdinde olan yargılanmış veya müstebit devletin hukuka ve hakka layık görmediği; yaşayışı, inanışı ve düşünceleri yüzünden “düşman” belledikleri, sokaktakiler, yoksullar ve kısaca; insanlara karşı her kim zorbalık eder, baskıcı ve keyfi yönetim uygularsa; dünyanın her yerinde insanlar direnme hakkını kullanır.
Müstebitlerden daha faziletsiz olanlar onlara minnet duyanlar, minnettar olanlardır. (Fİ/DB)