daha önce isminin belleğimin bir yerlerinde kayıtlı olduğunu anımsasam da ayrıntısı aklıma gelmediği için, akif kurtuluş'un kim olduğunu ne yaptığını bilmiyordum.
akademiye gelince sevgili latife tekin ondan eski arkadaşlarından birisi olarak söz etti. ankaralı bir avukat olduğunu, gümüşlük'e yerleştiğini ve akademinin hukuki işlerine de yardımcı olduğunu söyledi. sonra da "son yayınlanan" kitabı, "mihman"dan söz etti. akademi'nin yeniden yapılan "kafeteryası"nda kahvaltıya çağırdığında da akif kurtuluş ve kitabı mihman oradaydı. akademinin gelecek dönemki programı üzerinde konuştuk önce.
sonra odama çekildiğimde iletişim yayınları tarafında henüz yeni yayınlanan kitabı okumaya başladım. her zaman olduğu gibi de önce yazarın "künye"sinden başladım.
"akif kurtuluş 1959 yılında ankara'da doğdu. yarın dergisi (1981), edebiyat dostları (1988) ve edebiyat eleştiri (1991) dergilerinin kurucuları arasında yer aldı. halen duvar dergisi yayın kurulu üyesi. yayınlanmış şiir kitapları: yalan şiirler (1983), tören provası (1989), kırgınlıklar galası (1997), herkes gümüş (2005). herkes gümüş'le 2005 yılı behçet necatigil ödülü'nü paylaştı. ayrıca, harita metod defteri (eleştiri ve denemeler, 2000), romantik korno (denemeler, metinler, 1998) ve politika ve sanat (araştırma, 1999) adlı kitapların da sahibi. ece ayhan'ın akif kurtuluş'a mektupları 2011 yılında yayınlandı. (kardeşim akif, dipnot yayınları)"
aynı zamanda avukatlık yaptığı halde bu kadar aktif ve üretken olması beni şaşırttı ve ilk romanı olan "mihman"ı okumak için yoğun bir istek duydum. aklıma takılan ise 'kitabın adı'ydı. bildiğim benzer sözcük olan "mihmandar"dan yola çıkarak tahminler yürüttüm. nasıl olsa kitabın içinde bir yerde geçer de öğrenirim diye araştırmadım. geçmiyordu!..
bir cümlenin gücü!
bir roman okursunuz ve onun içinden bir cümle aklınızda kalır. ya da bir cümle duyarsınız veya aklınıza gelir, ondan bir roman çıkar.
sevgili şair arkadaşım aynur uluç'la "ses ve söz" üzerine zaman zaman tartışıyoruz. ben kadınların "ses"leri, erkeklerin ise "söz"leri olduğunu söylüyorum. bir çok örneği karşılıklı olarak irdeliyoruz. çoğu zaman katılıyor düşüncelerime. ama ben hep yeniden doğrulamaya çalışıyorum bu "iddia"mı.
benim için bir kanıt da akif kurtuluş'un bu romanı aslında.
bu kitapta da bir çok "söz" ve "ses" var. "ses"ler hep kadınlardan çıkıyor. "söz"lerin hepsi de şöyle ya da böyle "erk sahibi" erkeklerden çıkıyor.
ardarda alıntılarla bir kitap yazısı yazmayı çok sevmem; ama kitabı bitirince aklımda kalan bu cümleleri yeniden okudum. dahası ardarda gelince, hem kitabı, hem de kitaptaki düşünceyi çok iyi anlatacağını fark ettim.
ilk söz kitabın başında yer alıyor. düşün insanı adorno'nun bir sözü. kurtuluş sonrasında romanın içinde de bu cümlenin benzerini kuruyor. bence bu romanı yazdıran cümlelerin başında geldiği için kitabın da "baş köşesi"ne yerleşmiş, adorno'nun bu "söz"ü!
"(...) daha sonra yaşanacak olan bütün mutluluklar, her an geri alınacak borçlar olarak görünüyordu ban."
yaşam borçların ödenme süreci
beni en çok düşündüren konuların başında geliyor. yaşam boyu aldıklarımız ve o aldıklarımızın karşılığını bir şekilde ödeyip ödemediğimiz. bu hesaplaşmayı her gün yapıp da sonunda iki tarafı "eşit" kılanların o gece yataklarında rahat uyuduklarını düşünüyorum.
eşit kılamayanlar ise genellikle sabahı ediyor.
akif kurtuluş'un ilk gruba girenlerden olduğunu düşünüyorum. o duyarlı bir insan, aydın, sanatçı!.. aldıklarının karşılığını vermek için bildiğini, yapabildiğini ortaya koyuyor.
hele hele şu günlerde bir halkın topyekûn olarak, her halkın sahip olduğu temel haklara kavuşmak için yaşadıkları ve yaptıklarını düşününce ve bu romanın da tam da burada bir işlevi olduğunu, bir görevi yerine getirdiğini fark ediyorum.
çünkü o halkın içinde yaşadığı diğer halk tarafından fark edilmesini amaçlıyor. aslında kaderleri de gelecekleri de, yaşamları da bir ve beraber olan insanların gerçekten ve yaşamda eşit olmalarını sağlayacak sürecin bir parçası olacak bir yaklaşımı ortaya koyuyor:
"'o' 'ben'im, 'ben' 'o'yum!
romandaki "halk"lar
romanda iki "halk"tan insanlar var:
birisi bu coğrafyadaki "egemenlerle" aynı etnik(?) yapıdan gelenler: politik olarak karşıt uçlarda olsalar da adlarının yanında da birbirlerine benzerlikleri çok olan "memet fuat"(avukat, 'tosi') ve "mehmet fuat" (mit elemanı, müdür) romanın asli ve temel kahramanları. roman bir anlamda onların birbirleriyle kesişen yollarının hikâyesi.
diğeri ise "egemenliğini" artık ellerine almak isteyenler: ruhi, berfin (dicle), siyabend, baran aydın, delila(nurhan), halil, dağlar...
iki halktan başkaları da var romanda kuşkusuz. her biri, herhangi birimize benzeyen insanlar:
bir yanda "berin, şehnaz, nalân, yusuf, kemal, orhan, cemil bey, hüseyin amca, nurhayat, belkıs hoca, hasan hüseyin, tuncay ve diğerleri", diğer yanda ise "ayfer, mahmut, said, nezir, şükran, saffet, turgut, muhsin dede, necati, av. selami ve başkaları"
asıl romana dolaylı olarak dahil olan ama bu coğrafyada bir arada yaşamış iki halktan iki insan daha var. onların da hikâyeleri çok önemli ama belki de başka romanların konusu olmaya aday: vasiliki ve reha. ilki bir "pontuslu rum". ikincinin soyadının "mağden" olduğu ve şimdi yaşamasa da "bilinir ve gerçek birisi" bir "gürcü" olduğu aşikâr.
"sesim ulaşşın"
yukarıdaki iddiamın gerekçesi ikinci alıntı da bu:
askerdeyken yaşadığı çatışmada ölen asteğmen yusuf kesirli'nin annesi, kemal kesirli'nin eski karısı ve memet fuat'ın sevgilisi nalân kesirli'nin oğlunun cenaze töreninde gazetecilere söyledikleri (s:25)
"şimdi o iki anneye sesim ulaşsın istiyorum. bu sessizlik belki buna yarar. onların acısına ulaşmak istiyorum. bana yardım edin. üçümüzün de memeleri arasında aynı bıçağın acısı var şimdi. üçümüz de kanımızı içimize akıtıyoruz. ben yusuf'un annesiyim. iki anne daha var şimdi çok uzakta. nerede olduklarını bilmiyorum. hayattalarsa eğer, yaşadıkları acının ne olduğunu biliyorum. biz, üç kadınız artık. üç anneyiz. üçümüz de aynı anneyiz. yusuf'la birlikte o iki çocuğu kardeş yapacak birileri varsa, biz üçümüzüz. beni anlayın, bize yardım edin."
o ses, diğer annelerin seslerine ulaşıyor romanın bitmeden; iyi ki de ulaşıyor.
şimdi cezaevlerinin kapısında, açlık grevleri, ölüm oruçlarında olan oğullarından kızlarından gelecek bir haberi, bir "ses"i bekleyen annelerin seslerinin, o kapıları tutan, o taleplere kulak tıkayanların annelerine de ulaşması gerekiyor. eğer her gece "borçlarımızı ödeyen insanlar gibi rahat bir şekilde uyumak istiyorsak" buna hepimizin katkıda bulunması gerekiyor.
herkesin acısı
o sesin ulaşamamasının nedenlerinden birisini de yine aynı "halk"tan ama diğer taraftan birisine söyletiyor akif kurtuluş.
mit görevlisi -müdür- mehmet fuat, o sırada girdiği tenis hocası kılığı içinde, tenis öğrettiği, babası dağlarda öldürülen turgut için söylüyor bu "söz"leri: (s:77)
"acısını, o zaman boynundaki ipe bağlı büyük bir kaya parçası gibi gittiğin yere götürebilirsin. beceremezsen, o büyük kaya parçası gittiği yere seni sürüklüyor. büyük surların içine, bir kuyunun ağzına, bir ırmağın taşkın sularına, karadeniz'in içine aldığını yutan dalgalarına, fındık kabuğuna, taze bir cevizin kıvrımlarına, kılcal damarlarına, bir uçurumun ağzına... nereye götürürse, nereye atarsa artık!
bu topraklarda babasının ölümü, on bir yaşında bir çocuğa bu şansı vermez. bu ölüm, çocuğun elinden, ona hiç hissettirmeden kendine ait olabilecek hayatı alır kendisinin olmayan bir hayat, sahipleneceği bir ölümü de bahşetmez ona babasının ölüsü herkesin ölüsü olacağı için, hiç bir zaman aşabileceği bir ölüm duygusunu da yaşayamayacaktır. yokluk, ölümü sahiplenmeye yetmez."
acıları herkesin acısı kılmak , acıya akılla değil salt duyguyla yaklaşıldığında "yeni acılar" üretmekten başka bir anlama gelmiyor çünkü. o duyguyu anneler nalan, asiye, ayfer elbette birleştirip yoğuracaklar ve büyütecekler. ama sorunların çözümündeki aklı da aynı biçimde birleştirip, yoğurup büyüterek sorunları çözme gücünde olanların da aynı şeyleri yapması koşuluyla. yoksa o acılar hep sürüyor ve hep sürecek!
'ayna' olmak
romanın içindeki öyküleri, çatışmaları, anlatmıyorum. onu nasılsa alıp okuyunca öğreneceksiniz.
ben romanı bitirdikten sonra o romandaki sözleri ve sesleri aktararak sizi okumaya ve kendi sesinizle, cümlenizi bulmanız için kışkırtmaya çalışıyorum.
benim için bunu sağlayan karakterler birisi de romanın içinde "gıyabında" katılan chiapas'ın "alt komutan"ı subcomandante marcos!. o da kitabın sonundan bir önceki cümlesinde, daha önce okuyup da altını çizdiğim, bir erkek olarak kurduğu şu "söz"le romana katılıyor: (s.269)
"biz bir aynayız. görmek ve görülmek için buradayız, bizi görmeniz için, kendinizi görmeniz için, ötekinin bizim imgemizde kendisini görmesi için. buradayız ve bir aynayız. gerçek değil, bir yansıma. ışık değil, ışığın yansıması. yol değil, fakat ancak birkaç adım. rehber değil, fakat sabaha ulaşan birçok patikadan ancak biri."
son söz
mihman 'misafir' demekmiş. akif kurtuluş'un "mihman"ı aslında bu dünyada 'misafir' olan bizlerden söz ediyor. her birimiz, herhangi birimiz olabiliriz o "mihman". misafirler bu hallerini de bilerek davranmalılar bu dünyada. bu misafirlik bitmeden önce avukat memet fuat'ın söylediği gibi "gördüğüm misafirperverlikten dolayı çok teşekkür ederim" denilebiliyorsa bu dünyadaki görev yerine getirilmiş demektir.
bir romanı okuyup da yalnızca felsefesinden söz etmek sanırım bir şeyleri eksik bırakmak, dolayısıyla yazarına borcunu tam ve eksiksiz ödememek anlamına gelir.
o yüzden "sıradan" bir roman okuru olarak buna dair düşüncelerimi de dile getireyim:
bir kere bir 'ilk roman' olmasına karşın gerçek bir "roman"la karşı karşıyayız.
kurtuluş'un yazma yöntemi olarak yeğlediği 87 bölümden her birini o bölümün 'asli aktör'ü olanın ağzından, onun duygu ve düşünceleriyle "episodik" biçimde yazması, hatta aynı olayın, olayda yer alan diğer kişiler tarafından da bir sonraki bölümde yine kendi açılarından anlatılması, hem okumayı kolaylaştırıyor, hem de sanki bir film izler gibi bir kurgu sağlıyor.
pek çok romanın başlangıç bölümlerinde hissedilen, belki de konuya dahil olamamaktan kaynaklanan "yüzeysellik", ilerleyen bölümlerde ortadan kalkıyor. dil de giderek farklılaşıyor ve romanda anlatılana katılımı sağlayan bir akıcılık ortaya çıkıyor.
bunlar akif kurtuluş'un sonraki romanlarında gözlenecek "ustalığına" dair öngörüde bulunma olanağı da sağlıyor.
yukarıda da vurguladığım üzere romanın bütünü bir film sinopsisi gibi. belki yakın gelecekte çekilir, hatta çekilmesi de iyi ve anlamlı olur. ama o film olana kadar da okunması gereken ilk romanlardan birisi. (ms/çt)
mihman, roman, akif kurtuluş, iletişim yayınları, ekim 2012, 271 sayfa