Geçtiğimiz yılki iş kazalarının yüzde 65.7si dikkatsiz çalışmadan kaynaklanırken, bunu yüzde 15.6 ile kişisel koruyucuların kullanılmaması, yüzde 6.67 ile donanımı veya aletleri güvensiz kullanma, yüzde 5.81 ile de güvenlik donanımını güvensiz hale getirme izledi.
Haberin devamında başka istatistikler de mevcut; ancak yukarıda yaptığım alıntı iş kazası ve iş hastalıkları olgusunun sermaye çevresinin söylemi içerisinde nasıl kişiselleştirildiği ve genel bir sorun olmaktansa münferit bir olay olarak tariflendiğini göstermek açısından çarpıcı bence.
İş kazaları üzerine İnternette kısa bir gezinti, iş kazaları ve dolaylı olarak işçi kavramının sermayenin söylemi içerisinde nasıl biçimlendirildiğini gösteren başka çarpıcı örnekleri de gözler önüne seriyor. Burada medya ve devlet tarafından da desteklenip yeniden üretilmesinden dolayı bu söylemi hegemonik söylem olarak tanımlamakta bir çekince görmüyorum.
Yukarıdaki istatistiklerde yer alan dikkatsiz çalışma, kişisel koruyucuların kullanılmaması gibi kategoriler daha baştan işvereni her türlü önlemi alan masum kurum durumuna sokarken, işçiyi de iş kazalarının tek suçlusu olarak tanımlıyor. Yukarıdaki istatistikler içerisinde işverenin bu kazalardaki payına dair bir kategoriye rastlanmazken, rakamlar nasıl değişirse değişsin iş kazası ve iş hastalığı her zaman işçinin bir suçu olarak kalıyor, hem de bu en tarafsız, en masum görünümleriyle.
Sermaye sahiplerinin hegemonik söylemi iş denilen olguyu verili bir durum olarak kabul ederken, işçinin bu duruma göre kendini ayarlamasını bekliyor. Bu durum işçi-işveren sözleşmelerinde de kendini gösteriyor ve sözleşmelerin büyük bir kısmı işveren lehine tek taraflı olarak yapılıyor. Şirket koşullarını tek taraflı olarak dayatırken işçinin tek seçimi sözleşmeyi imzalayıp imzalamamak olabiliyor. Tabi burada işçi kavramını kullandığımız zaman akla ilk gelen klasik Marksizmin tanımladığı tarzda bir işçi oluyor; fakat sözünü ettiğim hegemonik yapılanmaya, şişkin maaşlarla çalışan üst düzey şirket yöneticileri de maruz kalıyor.
Bugün bu söylem, meşruiyetini büyük oranda neo-klasik iktisatın verimlilik tanımlamasına dayandırıyor. Çalışma koşullarının verili olduğu sistem içerisinde iş kazaları da birey üzerindeki yıkıcılığı esas alınarak değil; fakat çalışan, işveren ve toplumsal verimliliğe dair olumsuz etkileriyle tanımlanıyor.
Bu durumda iş kazaları üretimden doğan bir olumsuz bir dışsallık (negative externality) olarak algılanıyor ve bir iş kazası, neden olduğu verimlilik düşüşü oranına kolayca tazmin edilebilen, normal bir olay haline geliyor.
Tazminatın kriteri, çalışanın sağlık giderleri olabileceği gibi, makinede meydana gelen hasar da olabiliyor ve bu miktar kaza mağduru çalışandan tazmin edilebiliyor. Tüm bunlara karşın, sistem için, işveren için, hatta aynı atölyedeki işçiler için iş kazası normalleşirken, elini kaybeden bir işçi için bu asla mümkün olmuyor.
Yukarıdaki istatistikler akla bir de şu soruyu getiriyor. Acaba MESS dikkatsizlik, koruyucuları dikkatsiz kullanma gibi nedenlerin nedenleri hakkında da bir araştırma yapmayı göze alabiliyor mu? Böyle bir araştırmayı da kategorileştirirken işverenleri sorumluluk dışında tutma yetisine sahip mi acaba?
Sanırım TMMOBun Mayıs 2003 İş Kazaları ve İş Hastalıkları kongresinin sonuç bildirgesi MESSin araştırmasına önceden verilmiş bir yanıt niteliğinde. Bildirgeye Bildirgeye adresinden ulaşmak mümkün. Bildirgeden alıntıladığım bir paragrafla yazıyı noktalamak istiyorum:
Küreselleşme sürecine paralel olarak özelleştirme, sendikasızlaştırma ve taşeronlaştırma, kısaca örgütsüzleştirme politikalarıyla her türlü sosyal güvenlik ve güvencelerden yoksun kayıt dışı işçilik ve çocuk çalıştırmayla katmerlenen iş kazaları ve meslek hastalıklarının boyutu resmi istatistiklerde yayınlanandan çok daha büyüktür.
* Sonay Aykan: Boğaziçi Üniversitesi İktisat Mezunu