1980 temmuzu sonunda tıp fakültesindeki son sınavımın sonucunu alınca, hemen öğrenci bürosuna gitmiş, sınav sonuç belgesini verip, oradan mezun olduğumu işaret eden, bir anlamda “diploma” yerine geçen “çıkış belgesini” almış, hiç durmadan cağaloğlu’ndaki tabip odasına giderek ve meslek örgütüne kaydımı yaptırmıştım.
oda’nın yerini biliyordum, çünkü üç yılı aşkın bir zamandır zaten tabip odasına gidip geliyor, başta odanın o dönemdeki yayın organı sesimiz dergisinin hazırlanması olmak üzere çeşitli işlerde yardımcı oluyordum.
oda’yı öğrenmemin nedeni de fakültenin üçüncü sınıfında çalışacak kitabın olmadığı derslerde “çalışkan arkadaşlarımızın” tuttuğu notları “mumlu kağıt”lara daktilo edip odanın teksir makinesinde basma faaliyetiydi.
zaten daktilo, baskı, dergi faaliyetleriyle, dolayısıyla “yazı ve yazma”yla tanışmam da bu yüzden olmuştu.
tek başına “bir şey”, birlikteysen “her şey”sin
o günkü kafamda odanın anlamı tek başına “bir şey”sin ama hep birlikte olursan “her şey”sindi. gerçi o dönemde de sonraki dönemlerde de hekimlerin meslek odası yalnızca bunun farkında olanların içinde yer aldığı bir mekan olmaktan öteye gitmedi genellikle. ama “her şey” olma durumu, doğrudan odaya gidenler açısından değildi: odanın üyesi olsun olmasın tüm hekimler açısından oda “koruyan, sahip çıkan, sonra da (nadiren) denetleyen” bir yapıydı ve bu ortalama olarak herkesin kabul ettiği bir gerçeklikti.
doğrusu başka türlü olabileceğini düşünen var mıydı bunu bilmiyorum ama, bazı öğrenciler arasında da zaman zaman söylenilen bir gerçekliği zaman zaman okuldaki doktorlardan, sıklıkla temas ettiğimiz “asistan abilerimizden” de duyuyorduk:
“orada solcular var, çok fazla yaklaşma!”
bu ülkede solcu olmak, solda durmak, zor meşakkatli ve sıklıkça gerektiğinden çok ve çoğu zaman da anlamsız bedelleri ödemek demektir. onun için herkes kendi iradesi ve bilinciyle solcu olmamışsa -ki hekimlerin arasında aslında hekimliğin doğasından kaynaklanan bir zorunlulukla herkesi eşit görme, dolayısıyla ‘politik’ bir kimlik edinmeme, edindiysen de ‘açık etmeme’ tutumu vardı- ancak politik olarak bir aktivite içinde olanlar bunu açıktan gösterir ve tutum ve davranışlarını buna göre belirlerdi.
öte yandan odalarda çalışmak, çalışana bir somut karşılığı ya da getirisi olan bir uğraş değildi. o yüzden en azından “çok üyeli” odalar da genellikle “solcu” olanların, yani “zora soyunmayı” bir tutum olarak yeğleyenlerin çalıştığı yerlerdi.
yalnızca seçim dönemlerinde ortaya çıkan ve oda yönetimine aday olan, yeterli çoğunluğa sahip olmadıkları için de seçimi kaybettikten sonra kaybolan “sağ politika” yapanlar da zaman görünürlerdi.
“bürokratik” işler ve “politika” yapmak
çok içeriden olmayan bir bakışla ve o zamanki bilgimle söylersem buralarda genel olarak iki çeşit iş yapılırdı: ilki “bürokratik işler”, ikincisi ise “politika”.
bürokratik işleri genellikle oda başkanı ve sekreteri ile büro çalışanları yapardı. “politika”yı ise bir şekilde odaya gidip gelen herkes.
politika da sıklıkla iki tarzda yapılırdı: birincisi sisteme muhalefet etme temelinde yapılan ortak politikalar üretme, paylaşma ve bundan kaynaklanan eylemler; ikincisi ise odaya gelip gidenlerin kendi sahip oldukları sol düşünceler arasındaki “düşünsel -bazen eylemsel- çatışma”larla ve “kendi politik örgütlenmelerini geliştirmeye yönelik” politik faaliyetlerdi.
üye olduktan, hatta bir oda aktivisti olduktan sonra öğrendim -ki o da 1980 sonrasıydı- odanın yasasında da yer alan ve toplumun tümü, özellikle de mevcut sistemin içindeki yeri itibariyle anlam ve önemini.
sağlıkla ilgili ve özel yasası olan yarı kamu kurumu sayılan bir meslek odası olarak tabip odalarının “üç” temel sorumluluğu ve dolayısıyla bunlara yönelik faaliyetleri vardı:
- halkın sağlığı ile ilgili faaliyetler (danışmanlık, düşünce üretme ve destek hizmeti verme),
- tıp-hekimlik mesleği ile ilgili faaliyetler,
- kendi üyeleri başta olmak üzere hekimlerle ilgili sorumlulukları ve faaliyetleri.
hekim örgütünün 31 ocak 1953 tarih ve 6023 sayılı yasasının gerekçesini okumadım, dolayısıyla bunu bilmiyorum -ilk fırsatta tbmm kayıtlarından bakıp bunu inceleyeceğim- ama bu görevlerin bir meslek örgütüne verilmesinin ardında iki temel düşüncenin olduğunu düşünüyorum:
ilk düşünce türkiye’nin “artık” bir batılı ve demokratik(?) ülke olmasından, en azından özenilen yerlerde böyle olması ve oralarda olana benzeme isteğinden kaynaklanıyor olmalı. ama bunda sağlık alanındaki yönetim faaliyetinin hem görev, hem de sorumluluk alanları bakımından özellikleri, o sıralarda ülkedeki hekim sayısının azlığı ve hekimlerin toplum içindeki önemleri ve üstlendikleri roller gereği başka türlüsünün yapılmasının zorlukları da etkide bulunmuş olmalı.
ikinci bir neden ise aslında tc’nin kuruluş formu olarak “korporatist faşist” bir gelenekten geliyor olması ve bu yapının çeşitli unsurlarının en azındaki kendi alanlarındaki belirleyici güçlerini soğurarak devletin içine katma düşüncesi olabilir.
ama sonuç olarak bu yasa ise hekim meslek örgütü “yarı kamu” niteliğiyle devletin bir “unsuru” olarak düşünülmüştür.
muhalefet odağı örgütler
hekimlerin belki de mesleklerinden kaynaklanan çok yönlü düşünme alışkanlığının bir sonucu olarak düşünen, sorgulayan, dolayısıyla muhalif niteliği, özel bir yasanın düzenlenmesinden sonraki dönemde, devlet ve yönetimi açısından bir “sorun” yaratacağı muhtemelen o sıralarda, öngörülmemiş olmalı.
“netekim” 12 eylül darbesi sonrası bu yasada yapılan değişiklikler, yalnızca özel hekimlik yapanlara kayıt zorunluluğu getirilmesi, bizzat 12 eylül darbesinin yapan kişinin doğrudan bir “mesele” olarak zikrettiği, hatta üst örgüt olan birlik başkanlığı görev süresine yönelik bir sınırlama getirilmesi de meslek örgütünün devleti yönetenler açısından bir “sorun” olduğunu ortaya koyan somut kanıtlardan birisiydi.
hekim meslek örgütleri “ilk göreviyle ilgili faaliyetleri”ni genellikle sistemin yaptığı ve dayattığı uygulamalara “muhalefet” ederek gerçekleştirmiştir. bu görevle ilgili olarak, çeşitli yasalarda belirtilen ve bir temsilci ile katılması gereken çeşitli kurullarda da ya kendi isteğiyle uzak kalmış, ya da o kurulları belirleyenlerin mevcut yasalara aykırı olarak davranması nedenleriyle uzak bıraktırılmıştır.
90’lı yıllarda bir lepra taraması için gittiğim bir doğu anadolu kentinde yaşadığım bir olayı anlatmalıyım. her gittiğimiz ilde hastaları görmeden önce ilin yöneticileri ile görüşürdük, bir ilin valisiyle konuşurken, o ilde oldukça faal olan tabip odasının varlığını bildiğim için “il hıfzıssıhha kuruluna” tabip odasından temsilci çağırıp çağırmadığını sormuştum. vali o toplantılara sağlık müdürünün katıldığını söylemişti. ben de karşılık olarak ‘sağlık müdürü sizin emir verip uygulatacağınız bir insandır, o size ilinizin sağlığı ile ilgili danışmanlık yapamaz, ama tabip odası temsilcisi mesleği, mesleğin gereklerini, uygulamayı ve toplumum ihtiyaçlarını daha özgür biçimde ifade edebileceği için o sizin danışacağınız birisidir’ demiştim. o da karşılık olarak “ama onlar her şeye muhalefet ediyorlar” demişti.
bu bakış nedeniyle birkaç özel alan dışında tabip odalarının bu görevi yalnızca “kağıt üzerinde kalan” bir görev olmuştur.
mesleki görevler ve politika
ikinci görev olan hekimlik mesleğine yönelik görev ve sorumlulukları ise hekimlerin kendi aralarında ve başkalarıyla yaşadıkları sorunları “mesleki yönden” çözmekle ya da çözmeye çalışmakla sınırlı bir alan olmuştur öncelikle. bunun ayrıcalıklarından birisi 80 öncesi işçi mücadelesiyle birlikte sağlanan özel bir düzenlemeye kavuşan işçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki görevleri üstlenecek olan hekimlerin eğitimi ve sertifikasyon yetkisidir.
bir diğeri de daha çok 90’lı yılların ortasından itibaren başlatılan “uzmanlık eğitimi”ne yönelik düzenleyici, izleyici ve özendirici faaliyetlerdir.
bu bağlamda özel hekimlerin muayene ve sözleşme ücretlerini belirleme (asgari ücret tarifesi)yetkisi de hekimler için ayrıca bir sendikal yapı öngörülmediği için tabip odalarına verilen, ama denetimi mümkün olmadığı için yalnızca resmi işlemlerde geçerli bir yetkidir.
hekimlerin özlük hakları ve sorunları ile, birbirleriyle ilgili çatışmaların çözümü konusunda üstlenilen roller ise genellikle toplumsal siyasal arenada, odalardaki “politik” faaliyetler çerçevesinde ve genellikle sokakta yürütülen bir faaliyet olmuştur.
hekimler açısından ise meslek örgütü, özel çalışıyorsa aidatını alan, genellikle iktidarlara karşı olmak üzere politika ile uğraşan, bunun içinde de daha çok yeğlediği sağlıkla ilgili politika ve uygulamalara “soldan bakışla itiraz ve muhalefet edilen”, bazen de kamuda çalışan hekimlerin hakları konusunda sokağa çıkan bir yapılanmadır. asıl “görev ve yetki”ye sahip olduğu “özel hekimlik alanına, özel hekimlerden yana olmak kaydıyla asla sahip çıkmayan” bir yapılanma olarak bilinmektedir.
dün de bugün de sık kullanılan ve bu tanımı ifade eden cümle de “oda benim için bir şey yapmıyor, yalnız siyaset yapıyor” olmuştur.
küreselleşme ve meslek örgütleri
oysa yasada yazılı olanların özüne bakılacak olursa, yasama, yürütme ve yargı sacayağı üzerinde yapılanan devletin bu erklerinin, tıpkı devlet aygıtının doğrudan içinde olan yapılarda yer alan bürokratlarca kullanılmasına benzer şekilde, kısmen “sivil” unsurlar, yapılar aracılığıyla da sürdürülmesi anlamında ele alınmalıdır.
bu devletin kendi istihdam ettiği hekiminin olmadığı yerlerde, özel çalışan hekimlere verdiği kimi görevlerin bir sonucu olarak doğan bir haktır bir anlamda.
ayrıca, devletin bil(e)meyeceği bazı konularda düzenleme yetkisini vermesi de bu konudaki “harcama” ve “örgütlenme” kalemlerinden tasarruf etme sonucunu da doğuracağı için yararlıdır da.
onun da ötesinde, bu mesleğin mensuplarının mesleki sorunlardan kaynaklanan çatışmalarda kendisi değil, sorunları onların kendilerine çözmeye zorlayarak, bir anlamda “yek vücut” olmalarının önlenmesi de düşünülmüş olabilir.
ekonominin ve üretimin, sermayenin küreselleşmesi nedeniyle küreselleştirildiği günümüzde bu tür bir yapının artık “ihtiyaç” olmadığı, dahası varlığının küresel ekonominin işlemesi açısından sıkıntılar yarattığı düşünüldüğünde, tümüyle ortadan kaldırılması gerekli hatta zorunludur. ama mevcut iktidar bunun politik bedelleri olacağını dikkâte almakta, ya da zamanlama açısından şimdi kendisine en gerekli olanları daha önce uygulamaktadır.
ayrıca örgütlerin görevlerinin bir bölümünün ellerinden alınması, işlevselsizleştirilmesi, ya da varlığını sürdürmesi için gerekli kaynakların ortadan kaldırılması (tmmob örneği) veya kısıtlanması, örgütlerin daraltılması ve küçültülmesi, sonunda da sönmesinin sağlanması aslında neoliberal politikaların gereği bir tutumdur.
tmmob’nin torba yasaya konulan ve cumhurbaşkanının önünde imza için bekleyen düzenlemeler de bu işlevsizleştirmenin, ama aynı zamanda bu yapıların doğal kaynaklarını elinden alan ve yok olmaya mahkum kılan bir niteliktedir.
hekim örgütünün itirazıyla anayasa mahkemesinden geri dönen ama ekimde meclis açıldığında yeniden gündeme getirilecek olan sağlığa yönelik torba yasadaki benzer düzenlemeler de aynı hedefe yöneliktir ve hekim meslek örgütünün de aynı şekilde “söndürülmesi” amacını gütmektedir.
bu noktalar göz önüne alındığında konuya “anti-kapitalist” temelde “politik” olmayan tüm yaklaşımların bu yapıların sonunu “tez” getireceği öngörülmeli ve itiraz süreçleri yaşanırken, bunlar dile getirilmelidir.
“geçmişte başka türlü davranılsa bunlar olmayabilir miydi” sorusunun yanıtıyla, bundan sonraki dönemde bu torba yasalara karşı mücadele etme dışında “neler yapılabilir” konularını başka bir yazıda ele alma dileğiyle. (ms/ekn)