"Tam gün"ün "tüm gün çalışma" olduğu çok kısa sürede ortaya çıktı: Sağlık Bakanlığı 28 Ocak 2010 tarihli genelgesiyle (2010/6) "Mesai dışı poliklinik" uygulaması başlattı.
Gerekçeleri onlara göre çok açık:
"Acil servislere mesai saatleri haricinde ve genel ve resmi tatil günlerinde; acil olmayan hasta başvurusu oluyor, bu hastalar, tıbbi durumları aciliyet gerektirmediği halde geri çevrilmiyor, gereksiz yere acil servis yoğunluğu yaşanıyor, acil sağlık hizmeti verilmesinde bir takım aksaklıklar görülebiliyor."
Gerekçede söylenmeyen bir nokta var: "Sosyal güvencesi ya da parası olmayan kişiler tümüyle acillere başvurarak ücretsiz hizmet alabiliyorlar, bu da 'sağlık kurumlarının kazancını azaltıyor'!"
* * *
Genelgede belirtilen uygulama nasıl gerçekleştirilecek?
* Birinci ve ikinci basamak sağlık kuruluşlarında görev yapan tabip ve diğer sağlık personeli gibi mevcut sağlık insan gücü kaynağından optimum düzeyde faydalanılarak hizmet sürdürülecek.
* Belirlenecek uygun mekanlar, mesai dışı poliklinik hizmetleri için tahsis edilecek,
* Aktif olarak çalışan mevcut pratisyen tabip sayısının yeterli olması halinde öncelikle bu tabiplerden görevlendirme yapılacak, yetersizliği halinde ise hastanenin bulunduğu belediye alanı içerisindeki birinci basamak sağlık kuruluşlarından, asli görevlerini aksatmamak kaydıyla, gerekli görevlendirmeler yapılacak, gerekirse yeni hizmet yapıları oluşturulacak,
* Yapılan düzenleme 'vardiya düzenlemesi'nden ayrı tutulacak,
* Çalışma süresi "iş günlerinde mesai bitiminden sonra saat 24:00'e kadar", "hafta sonu ve resmi tatil günlerinde ise 08:00- 24:00 saatleri arasında" olacak.
Bu düzenlemenin anlamı şu:
"Kamuda ücretli ve sözleşmeli sağlık personeli artık en az '16 saat' yani 'tüm gün' çalışacak." Üstelik de ertesi gün yine görevinin başında olacak ve bunu gerektiğinde her gün yapmak kaydıyla.
Genelgede bu uygulamanın şimdilik "pratisyen hekimleri" kapsadığı anlaşılıyor. Ama bu bakış açısı çok yakında uzmanlar için de aynı uygulamanın söz konusu olabileceğini gösteriyor.
Bu ülkede çalışma yaşamını düzenleyen yasalar var, altına imza konulmuş uluslar arası sözleşmeler var, çalışanların mücadele ile kazandıkları hakları var. Ama belli ki bunların hiç biri düzenlemeyi yapanı ilgilendirmiyor ya da "dikkâte alınmıyor". Başka bir deyişle "genelgeler yasalardan daha üstün", "düzensizlik" ve "çatışma durumu" düzen haline getirilmiş oluyor.
Karar vericiler "para kazanmayı ve emrindeki daha çok ve uzun süre çalıştırmayı" kendinin bir hakkı olarak görüyorlar. Bu ancak çalışanın "köle sayıldığı", hizmet alanın da, gereksindiği değil "kendisine sunulanla yetinmesinin gerektiği" bir düzende olabilir.
Bu düzenleme ayrıca; "hizmetin gereklerini, hizmetten yararlanacak olanların gereksinimlerini, mesleğin kural ve ilkelerini, hizmet sürecinin olmazsa olmazlarını, bu sırada kurulan insani ilişkinin gerek ve koşullarını, buradaki tarafların birer 'insan' oldukları gerçeğini; kısacası sağlık hizmetini 'sağlıklı' kılan her türlü unsuru" göz ardı etmek anlamına da geliyor.
Karar verici konumunda bulunan tüm bunları yapmayı, hak ve görevi olarak görüyorlar; ama "sağlık hizmetini sunan ve ondan yararlananların" insan olduklarını ve bu uygulamadan "sağlıklı bir hizmet" yerine "sağlıksızlığı yaratan çatışmaların" sık olarak çıkacağını görmüyor, ya da görmek istemiyor.
* * *
Toplumun sağlığını koruma, insanların haklarını savunma ve bunların topluma duyurulması göreviyle yükümlü olanların bu genelgenin iptali için ivedilikle bu görevlerini yerine getirmeleri gerekiyor. Çünkü 'mahrumiyetlerin, mağduriyetlerin, malûliyetlerin çoğalmasında' kimsenin yararı olamaz.
Bunları yapmamak ise her açıdan bir "mağlubiyet" anlamına gelecektir.(MS/EÜ)