dün 14 mart'tı! bu yılki 14 mart yazımı, "erken" davranıp "biamag"da yazmıştım. çünkü "eski" bir doktor olarak "eski"ye gidip bundan 35 yıl öncesini anlatmak istemiştim.
14 mart'ta eskiden çalıştığım hastanedeydim. çünkü geçen hafta yeni tanı konulmuş, çok aktif bir yeni hastayı görmem ve onu tedavisi ve nelerle karşılaşacağı konusunda bilgilendirmem gerekiyordu. çünkü uygulayacağı tedavi konusunda çok istekli değildi.
hastanenin gerçekten "eski" bir hekimi olarak, amcasını, babasını tanıyan, yakınlarını ismen bilen bir "eski" hekimi olarak bana olan güveninden yararlanarak, onu tedavisinde konusunda, kendisinin ve yakınlarının iyiliği ve sağlığı için, bizimle "işbirliği" yapmaya ikna etmem gerekiyordu. bu görevi kimse bana vermedi; karşılığında da kimse bir şey ödemiyor.
bu benim kendi kendime verdiğim bir görev ve "aktif hekimlik"ten ayrılalı beş yıl geçse de, bu görev nerede olursam olayım benim sırtımda ve benimle beraber.
aslında hekimlik bir unvan ya da görev değil, bir tür yaşama biçimi, ya da yaşam boyu sürdürülen bir tutum ve davranış. siz kendiniz başka bir kimliğe bürünsenizde çevrenizdekilerin, sizi hekimlik zamanınızdan tanıyanların tutum ve davranışları da böyle olduğu için de başka türlü davranamazsınız!
"keşke böyle olmasa!" diyenler var. zaman zaman ben de, herkesin birey ve özne olmasını istediğim için ben de böyle diyorum. hekimler sahip oldukları ya da onlara atfedilen veya vehmedilen "erk"lerini bırakmalılar; ben böyle düşünsem ve savunsam da dışımdaki gerçeklik tam da böyle değil!
ben de dahil, bu "eski" hekimlerin üzerlerinden atamadıkları, üzerlerne yapışmış bu rolden soyunamadıkları, aslında çevrelerinin de değiştirmediği bir tutum, bir davranış kalıbı. bu yüzdendir ki
konumları ne olursa olsun, ne yaparlarsa yapsınlar, asli işleri bildiklerini birilerinin yararlanmasına sunmak "hekim"lerin kimliklerinin bir unsurudur.
sağlığın bedeli
o yüzden olmalı, 14 mart'ta pek çok arkadaşım beni kutladı. her birine konumumu, bakışımı ve yaklaşımımı anlattım. hastayla hastalığı ve tedavisi hakkında konuşmak üzere gittiğim hastanemde, eski ve yeni arkadaşlarımın 14 mart nedeniyle yaptıkları kutlama toplantısına katıldım. düşüncelerimi orada da söyledim. özellikle de yazının başlığına koyduğum sözün altını çizdim.
neden böyle dediğimi kaçı ne kadar anladı bundan emin değilim. çünkü hekimlik ve tıp ortamının yalnızca bugünkü halini bilen, daha farklı olan geçmişten "bi-haber" arkadaşlarım da var.
onların bazılarına daha ayrıntılarıyla anlattığım, "14 mart tıp bayramı"nda yaşanan, sağlık ve tıp ortamına dair bazı olayları sizlerle de paylaşayım.
ama onları anlatmadan çok bir yeni uygulamadan sizlere söz edeyim. henüz birkaç gün önce 7 mart'ta sosyal güvenlik kurumu'nun "sağlık uygulama tebliği"nde yayınlanan bir genelgede şu hüküm var:
"3.3.1. ilave ücret alınması
(1) kurumla sözleşmeli; vakıf üniversiteleri ile özel sağlık kurum ve kuruluşları; sut ve eklerinde yer alan sağlık hizmetleri işlem bedellerinin tamamı üzerinden kurumca belirlenen oranı geçmemek kaydıyla kuruma fatura edilebilen tutarlar esas alınarak kişilerden ilave ücret alabilir."
bunun anlamı, "acil sağlık hizmetleri"nin de artık "ücretli" olduğu gerçeğidir. başka bir deyişle, bu ülkedeki sağlık hizmeti "koyun can derdinde, kasap et derdinde" noktasına gelmiştir.
"kasaplarla koyunların bu dertleri" aslında her an sürüyor. bunun böyle olduğunu 14 mart'ta 12:00-14:30 arasında bana gelen iki telefonla bir kez daha anladım.
isim, kişi, yer ve kurum adı vermeden 14 mart tıp bayramı gününde benim eski bir hekim olduğumu bilmeyen iki vatandaşın benimle paylaşıp, haklarını aramak için ne yapacaklarını danıştıkları iki örnekten söz edeceğim.
tanı koyulması için istenen "para"
beni ilk arayan asgari ücretle çalışan sgk kapsamında bir genç emekçiydi. kalçasında bir süredir geçmeyen ağrısı için bir sağlık kurumuna başvurmuş, yapılan incelemeler sonucunda ona "kalça ekleminin iç tarafında bir tümoral kitle var" denmiş.
sonra da bunun iyi huylu mu, kötü huylu mu olduğunu anlamak için oradan parça almanın gerektiğini, ancak bunun tümörün yeri nedeniyle bir "operasyon" ile yapılabileceği söylenmiş. bunun için de konunun uzmanı bir "profesör"e yönlendirilmiş.
özel bir sağlık kuruluşunda çalışan bu hekim ona bu işlemi yapabileceğini, ancak karşılığında nakdi olarak "17 bin tl" alacağını söylemiş. bu rakamı ödeme gücünde olmayan bu genç insan bana ne yapabileceğini ve haklarının ne olduğunu sordu. ama bunu sorarken de asıl kaygısı oradaki o tümörün bir "kanser" olup olmadığıydı ve konuşmasından bu anlaşılıyordu.
sağlık hizmeti, hastalıkların tanı ve tedavisi çok pahalıdır. dahası yaşamsal olduğu için insanlar kendi yaşamlarına verdikleri değere göre, sahip oldukları kaynakları ve varlıklarını bu amaçla harcarlar. tam da bu yüzden sağlık hizmeti sunumu, toplumun tümünün dayanışması ile sağlanan kaynaklar kullanılarak, bu kaynakların herkese eşit olarak sunulduğu bir modelle sağlanmalıdır.
kimse kendi "öz kaynağı" yetmediği için, yaşamsal herhangi bir gereksiniminin karşılanmasından mahrum kalmamalı ve mağdur olmamalıdır.
anlattığım örnek bir "haksız uygulama" ya da "sui-istimal" olabilir. ama ondan önce aktardığım tebliğdeki hüküm, tam da bu haksız uygulamayı yasal çerçeveye alan, dolayısıyla, hiç de öyle olmadığı halde "meşru" kılan bir düzenleme değil midir? bu düzenlemeyi "sağlıkta devrim yaptığı" iddiasında olan bir iktidarın yaptığı da göz ardı edilmemelidir.
"haksız kazancın" binbir yolu
ikinci örnek olguyla ilkinden aşağı yukrı bir saat sonra bilgilendim. arayan daha bilgili biraz da sosyo-ekonomik koşulları yüksek bir öğretmen hanımdı.
sgk kapsamı dışında, aynı zamanda bir özel sağlık sigortası da olan eşinin uzun zamandır yakındığı bir rahatsızlığı için medyada çok görünen bir hekime başvurduğunu; bu hekimin muayene sırasında eşine bir "iğne" yaptığını, bunun karşılığında 600 tl aldığını, yapılan ilacı eczaneden alıp kendisine getirmelerini, onun da tedavi amacıyla kullanıldığına dair bir "belge" vereceklerini ve bunun özel sigorta tarafından karşılanacağını söylediğini anlattı.
öğretmen hanım kendisine söylenenleri aynen yapmış ve ilacı alıp doktora götürüp vermiş. oradan da sonra özel sigortasından tahsil etmek üzere hem ilacın hem de uygulamanın faturasını almış.
"öğretmen hanım" bu işlemleri tamamlayıp tam çıkacakken kafasına bir şey takıldığından söz etti: ecaneden alıp getirdiği ilaç kutusunda "dört ampul" varmış ve bunun için toplam 1000 tl ödemiş. doktorun ona verdiği belgede de 1000 tl. yazmaktadır.
eşine kutunun içindeki dört ampulden sadece birisi yapılmıştır ve başka da yapılmayacaktır. bunu anlamak için durumu sorgulayınca sözün gerçek anlamıyla orada "kıyamet kopar"; doktor ve orada çalışanlarla aralarında işitmediği ve söylemediği söz kalmaz.
daha açık bir ifadeyle belirtirsek doktor toplam değeri olan "750tl" olan bir ilaca "el koymuş"tur. yapılan budur.
bedelini özel sigorta ödese, dolayısyla hasta ve yakınının cebinden sigortaya düzenli ödedikleri "prim" dışında bir şey çıkmasa da "öğretmen hanım" bu davranışı, kocasını iyileştiren hekime, hadi daha genel söyleyeyim bir "hekim"e yakıştıramaz ve "aldatılmış" olmaktan daha çok bir "yolsuzluğa ya da sui-istimal"e katkıda bulunmaktan rahatsız olur ve ne yapabileceğini, hakkını nasıl arayabileceğini sormak için ulaşabildiği kişileri aramış, o sırada da bana ulaşmıştır.
onlara haklarını, başvuru mekanizmalarını, nasıl işlediklerini anlattım ve bu konularda ne yapacaklarına dair kararı ancak ve ancak kendilerinin verebileceğini söyledim.
çocuklarımıza ne söyleyeceğiz?
öğretmen hanım konuşmamız sırasında hissettiği yakınlıktan doğan bir içtenlikle "ben bu durumda sessiz kalırsam yarın okulda çocuklara doğru davranışları anlatırken nasıl kendimi rahat hissederim" dedi.
aslında en kritik cümle buydu:
"yaptığımız her neyse bunu üçüncü kişilere, özellikle de çocuklara tüm açıklığı ile anlatmak ve nedenlerini ortaya koyarak savunmak."
çünkü çocuklar basit düşünürler. onların yaşamları hep ikilemlerle doludur: ya doğrudur, ya da yanlış, ya güzeldir ya da çirkin, ya iyidir ya da kötü. bunların arasındaki "gri alanlar"ı genellikle kavrayamazlar. onun için de çelişkileri ve kafalarına takılan sorular çok daha fazladır. onun için başta anne babaları olmak üzere çevresindekilerin davranışlarını kolayca anlayamazlar.
bu nedenle söylenenin ve savunulanın tersine çocuklar sanıldığının tersine "eğriyi doğru"yu erişkinlerden daha net görürler. bunu görmüş olmalarının cezasını sıklıkla çekseler de, bundan yılmazlar ve bu tutumlarını sürdürürler; taki "eyleyen" oldukları zamana kadar. ancak o zaman aradaki "nüansları" algılarlar ve "düzene ya da sisteme uyarlar".
bir yönetimsel uygulamada çocukların gördüğü ikilik (düalite) ve netlikte düzenlemeler olmalıdır. eşitliği bu sağladığı gibi haksızlıkları ve yanlışları da bu görünür kılar. onun için herhangi bir düzenlemeye benimsediğiniz genel hattın dışına çıkan yukarıdaki gibi "ayrıcalıklı" düzenlemeler, yaptığınızın asıl anlamını ve ne yapmak istediğinizi ortaya çıkarır.
bu modelin yapmak istediği "sağlık hizmeti" dolayımında daha ok "kâr/kazanç" elde etmektir. başka bir deyişle tüm bu sağlık hizmet döngüsünün tek çıktısı "para"dır. sağlık, harekete geçirdiği, koruduğu ya da sağladığı "para" ile ölçülür.
iyi olduğu zamanda çok para kazanacak olan birisinin sağlığı o kazanacağı paraya göre olmalıdır. o zaman sağlık sistemi de o çok para kazanacak olana gör şekillenir ve bu olanağı olmayan ise önce "sağlığını", sonra da çok muhtemeldir ki ilk örnekte olduğu gibi mutemelen "yaşamını" kaybeder.
bunun adı sağlık sitemi değildir. daha önce bir yazımda söz ettiğim gibi "kazanç elde etmek amacıyla sağlığın yönetimi"dir.
ne yazık ki bu döngünün asıl aktörü de "hekimler"dir ve her geçen gün bu modele uyan, benimseyen ve uygulayan hekimlerin ve sağlıkçıların sayısı da artmaktadır. böyle olmayanlar da giderek daha çok kirlenen ve kiri genişleyip yaygınlaşan bu alanda, istemleri dışında kirlenmektedirler.
bu yanlış gidişi "rota"sına sokma ise ancak, hekim ve sağlıkçıların, onların sunduğu hizmetten yararlananlarla aynı tarafta durduğu zaman gerçekleşecektir.
bu bakımdan geçen hafta sonu gerçekleşen "sağlık hakkı meclis"lerini herkesin katılımıyla, herkesin olduğu yerde fiilen ve gerçek işleviyle varetmek gereklidir. böyle bir meclisin sağlıkçılar kadar ve onlarla eşit konumdaki önder ve liderleri de anlattığım bu iki örnek olayda olduğu gibi doğru bildiği yolda ve hakkını arama istek ve talebinde olup, bu amaç için emek, çaba, kaynak ve zamanını harcayanlar olmalıdır.
sağlık hakkı mücadelesi yalnız "hekim ve sağlıkçılara" bırakılmayacak kadar yaşamsal ve önemli bir mücadele alanıdır. (ms/hk)