"Çığlıklar ülkesi" adıyla sizlerle buluşturduğum yeni albümümün ilk klip çalışması için geçtiğimiz günlerde Dersimdeydim. Albümde yer alan "Memleketim" isimli şarkının sözlerini sevgili Ahmet Cana Akyol ile birlikte yazdık. Sözlerin Dersimle ilgili olması nedeniyle de klip çalışmasını tabii ki Dersim'de yapmamız gerekirdi.
Bu görsel çalışmaya doğduğum ve çocukluğum geçtiği köy olan Paxe Havig'e bağlı Tulık mezrasında başladık. Tulık dedelerimin asırlar önce yerleştikleri, yoksulluk ve açlığın pençesinde didinerek ve emek vererek oluşturdukları bir köydü. Dört tarafı meşe ormanlarıyla çevrili ve yüksek bir tepeye kurulmuş bulunan köyümüzde yaşayan insanlar yakın akrabalardı. Zamanın çocukları olarak bizler, bu şirin dağ köyünde özgür ve mutluyduk. Ancak şimdilerde o şirin ve canlı köyden hiçbir eser kalmadığını belirtmek durumundayım...
Ölüm sessizliğine bürünmüş köyler
Derin bir sessizlik ve yıkıntılar arasında öksüz ve sahipsiz bir çocuk gibiydi adeta. Sadece doğduğum bu köy değil, etrafında bulunan diğer komşu köylerin durumu da farklı değildi. İnsan seslerinin birbirine karıştığı, o cıvıl cıvıl, hayat dolu yıllar, geride, çok geride kalmıştı... Tarih, bütün acımasızlığıyla derin bir ölüm sessizliğine bürümüş köylerimizi.
Çocukluğumun geçtiği bu köyün ileri gelenlerinden olan dedem "Meme Ale Suoku", uzun boyu, güçlü cüssesi ve gür sesiyle köyümüzün neşe kaynağıydı. Ona torunu olarak büyük bir hayranlık ve derin bir sevgi duyuyordum. Bu hayranlığımın en önemli nedeniyse dedemin adeta efsaneleşen yaşamıydı.
Dedem, yaşamına sığdırdığı acı ve işkencelere dair tek kelime bile etmezdi. Ancak kendisini tanıyanlar onun 1938 yılında ele geçirildiği Beyaz Dağ'da nasıl bir direniş sergilediğini ve yakınlarını teslim etmemek için derisi yüzüldükten sonra öldü sanılıp bir köşeye atıldığını anlatırlardı. Öldü denilerek bir köşeye atılan dedemi, o zaman Türkçe bilen annesi kurtarmıştı. Görevli askerlere gayet düzgün bir Türkçeyle "öldürdüğünüz kişi benim oğlumdur, hiç olmazsa bana cesedini verin" demiş. Askerler, bu düzgün Türkçe konuşabilen yaşlı kadının isteğini geri çevirmemişler ve öldü sanılan dedemin cesedini kendisine teslim etmişler. Bir atın sırtına attıktan sonra saatlerce yol giden annesi, öldüğünü düşündüğü oğlunun iniltisiyle irkilmiş. Hemen atın sırtından yere indirip heyecanla su içirmiş. Daha sonra ormanda topladığı bazı otlarla derisi yüzülen ve kanayan vücudunu sarmış, yaralarını tedavi etmeye çalışmış. Dedem, dağlarda toplanan çeşitli bitki ve yaban otlarıyla, ancak aylarca süren çeşitli tedavilerden sonra iyileşebilmiş...
Dersim'in dinmeyen ruh sarsıntısı
Dedemin en büyük oğlu olan Bekir amcam, birkaç hafta önce 80 yaşında, yalnız yaşadığı esen tepe mahallesindeki evinde kendini asarak intihar etti. Büyük acılarla bezenmiş hayatının her evresini çalışarak geçirdi amcam. Yıllar öncesinde eşini toprağa verdikten sonra, büyük bir yalnızlığın pençesinde geçirdi yaşamını. İşte o bu büyük yalnızlığa daha fazla dayanamadı ve çözümü intihar etmekte buldu. Dersim'de son günlerde intihar eden sadece amcam değildi. Bir aylık süre içinde intihar eden erkeklerin sayısının tam 7 kişi olduğunu söylediler. İntihar edenlerin çoğunun genç olması ise, hepimiz adına son derece düşündürücüydü. Bu durumu Belediye Başkanımız sevgili Edibe Şahin'i ziyaret ettiğim zaman da değerlendirdik. Dersim, kökü 1938'lere kadar uzanan derin travmatik bir ruh halinin kıskacından kurtulamadı hala. Buna son 30 yıllık savaşın getirdiği yıkım ve tahribat eklendiğinde, nasıl bir sorunla karşı karşıya bulunduğumuzu anlamak zor olmasa gerek.
Klip çalışmasının Tulık ayağını tamamladıktan sonra Hozat'a bağlı Bornage köyüne geçtik. Bornage köyü hala eski dokusunu kaybetmemiş ve yaşlı insanlarımızın inatla kalmaya, yaşamaya devam ettikleri istisna köylerden biridir. Tamamı toprak ve taş evlerden oluşan bu köyün yaşlı insanları büyük bir sevgiyle bizi kucakladılar ve saatlerce süren çekimlerde bize yardımcı oldular. Bu çalışmalarım süresince bana Pilvenk'li dayılarımdan Hüseyin Katurman eşlik etti. İlerlemiş yaşına rağmen yorulmak bilmeden bizimle birlikte olan dayım Hüseyin Katurman'dan, oyunculuk yeteneğinin yanı sıra Dersim'le ilgili anlattıklarını da can kulağıyla dinleme şansım oldu. Dersim kırımına tanıklık etmiş birilerinin hala yaşıyor olması çok önemli. Bu insanlarımızdan hala çok şey öğrenebiliriz. Öğrenmek ve öğrendiklerimizden doğru yerlere ulaşmaya çalışmak... Kimliğimizin anlamını bulduğu dil, kültür ve inancımızın bugün için çok daha önem taşıdığını düşünerek yaşamak ve ecdadımızın mirasına doğru şekilde sahip çıkmak... Budur bizi biz eden en temel değer. Bunun için çırpınıyoruz, üzülüyoruz ve öfkeleniyoruz.
"Avcılar"
Bu köyde yaptığımız çekimlerin ardından yeni durağımızın istikameti Ovacık'tı. Ovacık'a giderken Venk köprüsünde kararımızı değiştirip Zağge'ye yöneldik. İlk kez gördüğüm ve adeta büyülendiğim bu derin vadide çekimler sırasında ilginç anlar yaşadık. Çekimler sürerken hemen yukarımızda, ormanın içinde birilerinin bizi dürbünle izlediğini fark ettik. Evet, bizi dürbünle izleyen kişiler askerlerdi. Meşe ormanlarının sardığı bu dağ yerinde pusuya yatmış ve avını bekleyen birer avcı gibiydiler. Türkiye'de barış üzerine tartışmalar sürüp giderken, onlar "ava" çıkmış gibiydiler. Belki de "avlamaya" çalışırken kendilerini de benzer bir sonun bekliyor olabileceğinin bilincindeydiler. İçim burkuldu, yüreğim yandı ve bir kez daha insanlarımıza acı veren bu şiddet ve çatışma ortamına kahrettim...
Müziğin sesini sonuna kadar açarak çekimlere devam ettik. Onlar da dinlesinlerdi. Kim bilir, belki de, kimsenin birbirini öldürmek istemeyeceği bir zamanın hayalini canlandırırdık onların zihninde. Kimisi asker kimisi gerilla. Eminim her iki taraftan insanlar bizi duydular. Sesin ve müziğin yankısıyla onların yüreklerine ulaştırmaya çalıştığımız mesaj; yaşanmış acı ve ölümlerden artık kurtulmayı haykırıyordu...
"Çok sürüldüm çağlar boyunca sürgünüm
Kader değil ki çok görüldü öldüğüm
Hatır koyup gönüllerden gitmek varsa eğer
Beni memleketime beni Dersim'e gömün.
Memleketim ah memleketim." (FT/EK)