Bu iddiaya gerekçe olarak ise "siyasal alanda hiçbir gerçekleşebilirliği ve gerçekliği yokken" Özkan-Cem ve Derviş üçlüsünden oluşan bir "sanal" siyasal hareketin medyada olabilirliği vurgulanmış ve çerçevesi çizilmiştir.
Adı geçen siyasetçiler ise medyanın kurduğu bu siyasetin dışında kalamamış, çünkü; aksi durumda "'varlık'tan 'yok'luğa" geçecekleri kaygısıyla derhal ikili-üçlü görüşmelerle kendilerini "o üretilmiş gerçeği somut gerçeğe dönüştürmeye mecbur" hissetmişlerdir.
"Sanallık" dışı bir durum
Hemen bu tespite katılmadığımızı belirterek yazıdaki bir diğer önemli iddiayı aktarırsak: Ülkede yaşanan bu durum "sanal gerçekliğin bilgisayar ortamı dışında bambaşka" bir türüdür.
"Bir haberin doğru/gerçek/nesnel olma tartışmalarının" çok ötesinde, "medyanın gerçeği yaşamın içinden önce üretip yaşamaya sunduğu", "Gerçeğin yeniden medya tarafından üretilmesi değil, gerçeğin gerçekleşmeden önce kurulmasının yaşandığı teslimiyet günleri"dir gerçekte olan-biten.
Kanaatimizce olan-bitenin bu şekilde değerlendirilmesi tam da medyanın organik bağlarının olduğu ekonomik ve politik güç çevrelerinin arzuladıkları gibi perde arkasında kalarak ülke yönetimindeki rollerinin gizlenmesidir.
Öncelikle, medyanın hele ki Türk medyasının belirli güç ilişkileri çerçevesinde ele alınmamasının yanıltıcı çözümlemelere götürebileceği kanaatindeyiz.
Ne sahipten ne de politikacıdan bağımsız
Geniş bir çerçeveden medya ve siyaset ilişkisi sorgulandığında eleştiriler, gazetecilerin kaynaklarından bağımsız kalmaları, özerkliklerini korumalarına yönelik mikro pratiklerin ötesine geçerek daha çok ya medyayı elinde bulunduranların siyasal tercihleri veya eşik bekçisi olarak adlandırılan üst düzey karar alıcıların tutumları üzerinde odaklanmaktadır (İnal, 1999:19).
Türkiye'de medya sahipleri ve eşik bekçilerinin tutum ve siyasal tercihlerinin belirlenmesinde etkili olan dinamikleri biraz açmak gerekirse: Türkiye'de ne sahiplerinden ne de politik çevrelerden özgürleşmiş bir medya vardır.
Düşük tirajları ve sınırlı sermayesiyle Türk basını iktisadi bağımsızlığını bir türlü kuramamıştır. "Kağıt, resmi ilanlar, devlet bankalarının ucuz kredileri, devletin ekonomik kuruluşlarının reklam bütçeleri, yatırım teşvikleri, hatta Başbakanlığa bağlı örtülü ödenekler Ankara'nın, medyayı yanına çekmek için kullandığı sopalar ve havuçlar olagelmiştir." (Sönmez,1996:77)
Askeri odakların önemi
Ayrıca Türkiye'nin özgül dinamikleri göz önünde bulundurulduğunda askeri odaklar da bu güç ilişkileri silsilesinde önemli bir yere sahiptir. Kimi zaman doğrudan müdahaleler kimi zamanda medya profesyonellerinin gelişkin oto-sansür mekanizmalarıyla askeri kurumlar hayli belirleyici olmaktadır. Bunun da ötesinde "gizli dosyaya ulaştık" yaftasıyla askeri çevrelerden alınan doğrudan bilgi, belgelerle ve doğrudan yönlendirmeler sıklıkla yaşanır.
Bunlara ilaveten ülkenin en çok satan gazetelerinin devletin önemli kurumlarıyla sıkı ilişkiler içinde olduğu, kendisine ya da yazarlarına verilen görevleri de emir telakki edip birebir yerine getirdiğini de unutmamak gerekir.
Geçtiğimiz günlerde tartışılan "MİT'e çalışan gazeteler ve gazeteciler" tartışmalarını yeniden hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle de medyanın olaylara ve olgulara yaklaşımı her zaman resmi kurumların söylemiyle örtüşür. Bunun en net örneklerinden biri de F Tipi cezaevine nakil için gerçekleştirilen operasyonda köşe yazıları ve haberlerde kullanılan söylemdir.
Starlaşmayı hak ederek
Türk medyasının çapraz tekel ortamındaki sahiplik yapısına da kısaca göz atmak gerekirse: Siyasal iktidardan özerk, editoryal bağımsızlığa saygılı ve tahammüllü, çalışanlarının sosyal ve sendikal haklarını tanıyan patronlara sahip olduğunu söylemek imkansızdır.
Eşitsiz ücret politikalarıyla sınırlı sayıda gazeteci sistemin yeniden inşa sürecindeki aktif rollerinin karşılığı olarak starlaşmayı hak ederek, hayli yüksek rakamlarla çalışır.
Bu mutlu azınlığın dışında kalan ve büyük çoğunluğu oluşturan medya çalışanları ise her an bireysel ya da kitlesel olarak hiçbir hak sahibi olmaksızın işten çıkarılma kaygısıyla eş deyişle kaygan bir zemin üzerinde çalışmak zorundadır.
Osmanlı'nın ilk gazetecileri
Osmanlı İmparatorluğu'nda 19 yüzyılda ilk gazeteler modernleşme projesini halka tanıtmak ve benimsetmek amacıyla çıkarılırken, ilk gazetecilerde devlet mekanizması içinde üst düzeyde görev alan memur, edebiyatçı, gazeteci kimliğinin hepsini birden taşıyan kişilerdir. (Lewis, Akt. Gürkan, 2000:124)
"Aydın" konumlarını bu ortamda oluşturan bu kişiler mesleğin geleneğinin de temellerini atarlar. Batı ölçülerinde eğitim almış ilk gazetecilerin Meşrutiyet mücadeleleri modernleşmeci bürokrasi ile aynı amaç etrafında buluşarak, "devletin iyileştirilmesini" hedefler.
Cumhuriyet dönemi Türkiye'sinde de gazetecilerin devlet mekanizmalarıyla iç içe olmaları çatışmalı kimi dönemlere karşın bu kültürel gelenek sürüp gider.
Özgürce senaryo kurmak
Özetle söylemeye çalışırsak, bir yandan bürokrasi söyleminden özgürleşemeyen bir gelenek; öte yandan medya sahiplerinin ve eşik bekçilerinin her zaman uzağında kalmak istemediği tümüyle siyasal iktidarın inisiyatifindeki devlet kaynakları özgür bir iradenin önünde engeldir.
Bunların yanı sıra otoriter söylemi aşıp da bir türlü hayata geçirilemeyen demokratik haklar bir başka kısıtlamadır, İşte böylesi güç ilişkileri içinde yer alan ve bastırılmış bir editoryal bağımsızlıkla medyanın özgürce bir siyasi senaryo kuramayacağı kanaatindeyiz.
Dıi dinamik etkisi
Şimdi ikinci itiraz noktamıza geçersek: Kamuoyunda medyanın da yönlendiriciliğiyle "yeni oluşum" olarak adlandırılan şimdilik Özkan-Cem öncülüğünde ve Derviş'in de içinde yer alacağı yeni partiyi "sanal" olarak niteleyerek, "toplumsal gerekçesi"nden kuşku duymak bize göre ülke gerçeğinden hayli uzak bir çözümleme.
Ekonominin bu kadar dışa bağımlı hale getirildiği, insan potansiyelinin yanı sıra yer altı ve yer üstü kaynaklarının değerlendiril(e)mediği, tarım sayesinde kendine yetebilen sınırlı ülkelerden biri iken süratle tarımı da bitirecek politikaların oluşturulduğu Türkiye'de siyasetinin de dış dinamiklerin etkisinde kalabileceği göz ardı edilmemelidir.
Dün Kemal Derviş'i kimler gönderdiyse, bugün Yeni Türkiye diye adlandırılan siyasi yapılanmanın kitlelere sunumu noktasında medyanın vitrin düzenlemesi görevinin kaynağını da aynı çevrelerde aramak gerektiğini öne sürüyoruz..
Gereğinden fazla önem atfetmek
Bu durumu gözden kaçırmak Türk medyasına gereğinden fazla önem atfetmek olur ki bu da gerçekliği olmayan bir vehimden öteye geçmez. Kaldı ki, mevcut sistemin isterlerinin oluşturulması ve idamesi noktasında Türkiye üzerinde birebir belirleyici olan Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği yine rejimin kendisinin var ettiği medyanın üstünde de doğrudan etkili olacağı göz ardı edilmemelidir.
Bu noktada Başbakanın ve Devlet Bahçeli'nin ısrarla dillendirdikleri, biri dışarıdan düğmeye bastı sözü de çok manidardır.
Geçmişte de U2 olayından dolayı neler yaşadığını bildiğimiz Ecevit'in bugün de aynı durumla karşı karşıya bırakıldıklarını ima eden onlarca açıklaması varken, medyaya yine yazarın tabiriyle sanal bir gerçeklik yüklemek olur.
O kadar güçlü olsa
Medya öne sürüldüğü kadar güçlü olsa hâkim medyanın Tayyip Erdoğan'ı yıpratma amaçlı haber ve yorumları işe yarar, kamuoyu yoklamalarında Adalet ve kalkınma Partisi'nde süratli bir düşüşün olması gerekirdi.
Aynı şekilde İsmail Cem Cumhurbaşkanlığı köşkünde ikamet ediyor olurdu, çünkü; Ecevit'le Demirel'in 5+5 formülüne meclisten onay çıkmayınca medya Cem lehine kamuoyu oluşturmaya çalışmış ancak başarılı olamamıştı. (İC/NM)
* Gürkan, Nilgün. "Gazetecilerin Kültürel Geleneği Farklı Mı?", Kültür ve İletişim, 3-5 Mayıs 2000 1. Ulusal İletişim Sempozyumu Bildirileri.
* İnal, Ayşe. "Medya, Dil ve İktidar Sorunu", İletişim, Yaz 99/3, 1999.
* Sönmez, Mustafa. "Türk Medya Sektöründe Yoğunlaşma ve Sonuçları", Birikim, Sayı:92, 1996.