Basının ve diğer iletişim unsurlarının dayandıkları en önemli özgürlük, kendi alanlarındaki özgürlük çeşitlerinin yanı sıra düşünce ve düşünceyi açıklamayı özgürlüğüdür. İletişimin bugünkü anlayış biçimi içerisinde geniş kapsama erişmesinde de düşünce özgürlüğünün aldığı biçimler gözden geçirilmekte ve bu özgürlüğün sınırsız olması gerekliliği daima vurgulanmakta veya bu özellik korunmaya çalışılmaktadır.
Son 20 yılda Özek'in katkıları ile basın hukuku, hürriyeti ve bunun yakından bağlı olduğu düşünce özgürlüğü kavramlarına yeni ve önemli bir hak ve özgürlük çeşidi ve anlayışı eklenmiştir. Basın hukukunda, basının haber verme hakkı, haberlere ulaşma, değerlendirme ve bunları topluma yayma biçimindeki unsurlara ek olarak, zamanla ayrı bir bakış açısı kazanmıştır. Gerçekten önceleri basın çalışanları ve basın mensupları yönünden kuvvetle ileri sürülen haber verme fonksiyonu zamanla bireyler ve toplum açısından değerlendirilmeye başlanmış, haberlerin ulaştığı, iletildiği geniş halk yığınlarının, kısaca bireylerin, dünyada ve yurtta olagelmekte olan olayları öğrenme hakkına sahip oldukları ileri sürülmüştür. Bireyler açısından, bu yaklaşım içerisinde, haber verme hakkı irdelenmeye başladığında bunun diğer yönünün bireylerin öğrenme hakkını oluşturduğu ileri sürülmüştür. Kısaca , basının haber verme hakkı karşısında ortaya çıkan bu yeni hak, bireylerin öğrenme hakkı ya da bilgilenme hakkı olmuştur.
Medyanın önündeki yasal engelleri son bir irdelemede kişilerin sahip oldukları öğrenme ya da bilgilenme hakkının engeli olarak böylece şimdiden belirtmekte bir sakınca olmasa gerekir. Özellikle Basın Yasası incelendiğinde konulan yasakların ve yaptırımlarla güçlendirilen yasaklayıcı düzenlemelerin basını sınırladığı ve engellediği gibi, bireylerin bilgi edinme hakkını ve öğrenme özgürlüğü engellediğini belirtmek gerekmektedir.
Yıllarca önce düşünce özgürlüğünün pek çok özgürlüğün temeli olduğu ileri sürülürdü. Ancak bugün bir kişinin düşünce özgürlüğüne sahip olabilmesi için temelde, düşüncesini oluşturması ve bunun da ancak öğrenme ve bilgi edinme ile mümkün olabileceği ileri sürülmektedir. Dolayısıyla bilgi edinme özgürlüğünün pek çok özgürlük çeşidini oluşturduğu, bugün, kuvvetle savunulmaktadır. Bu açıdan medyanın önündeki yasal engellerin kişinin oluşumunu sağlayan özgürlükleri de sınırladığını söylemek gerekecektir.
Medyanın önündeki yasal engeller konusunu incelerken önce Türkiye'deki genel durumu ana hatlarıyla ortaya koymak ve sonra bu Konferansın doğrudan doğruya bir Gazeteciler Konferansı olma özelliğini dikkate alarak basın alanındaki yasal engellere değinmek uygun olacaktır. Bu noktada da sadece Basın Kanunundaki yasaklayıcı durumun açıklanması bizce daha uygun olacaktır. Aksi takdirde konunun ve bildirinin boyutları son derece genişleyecektir.
1- Genel Olarak Medyanın Önündeki Yasal Engeller veya İletişim Özgürlüğünün Geniş Boyut İçerisinde Sınırlanması
Medya ya da iletişime ilişkin hak, özgürlük ve düzenlemelerin ele alınışında ilk başta başvurulan kaynak olarak Anayasa'ya bakıldığında, 1982 Anayasa'sının 25, 26,27. maddelerinde, düşünce ve düşünceyi açıklamanın, bilim ve sanat özgürlüğünün açıklanmasından hemen sonra basın ve yayınla ilgili hükümler görülmektedir. Basın hürriyeti, yayın hakkı, basın araçlarının korunması ve basın dışı kitle haberleşme araçlarından yararlanma, düzeltme ve cevap hakkı 28-32. maddeler arasında düzenlenmiştir.
Anayasal düzenlemelerin ayrıntılarını ortaya koymak ve açıklamak da bu bildirinin sınırları dışında kalmaktadır. Ancak şunu hemen vurgulamakta yarar vardır ki, 25-32. maddeler arasındaki düzenleme alabildiğine yasaklayıcı, özgürlükleri sınırlandırıcı ve basının işlemesini, gelişimini ve yaygınlaşmasını önleyici özellikler taşımaktadır.
Konuyu anayasa dışında ele aldığımızda başta Basın Kanunu olmak üzere Ceza Kanunu'nda Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu'nda, Terörle Mücadele Kanunu'nda, Çıkar Amaçlı Suç Örgütleri ile Mücadele Kanunu'nda ve diğer bazı kanunlarda medyanın işleyişi ile ilgili engel niteliğinde kuralların yer aldığı saptanabilmektedir.
Türk Ceza Kanunu'nda haberleşmeyi sınırlayan çeşitli kurallar bulunmaktadır. Örneğin TCK 145, 153, 155, 158, 159, 161, 162, 175, 192, 197, 229, 311, 312, 312/a, 426, 480, 482. maddelerde yer alan yaptırımlarla birlikte suçlara ilişkin kurallar iletişim önündeki önemli engelleri oluşturmaktadır.
Bu maddeler içerisinde askerlerin kanunlara itaatsizliğe teşvik edilmesi, halkın askerlikten soğutulması, sırrın ifşası, Cumhurbaşkanına hakaret edilmesi, Hükümetin, Bakanlıkların, Devlet Kuvvetlerinin tahkir edilmesi, Suç işlemeğe tahrik, suçu övme biçimindeki eylemleri örnek olarak belirtebilmek mümkündür.
İletişimin önündeki yasal engellerden bir diğer önemli örnek son on yılda Terörle Mücadele Kanunu ile yaşanmıştır. Bu kanunun 6,7, ve 8. maddelerinde haberleşme özgürlüğünü sınırlayıcı kurallar yer almıştır. Terörle mücadelede yer almış kamu görevlilerinin açıklanması, yayınlanması, terör örgütü ile ilgili propaganda yapılması, terör örgütlerinin bildirilerinin yayınlanması bu dönem içersinde pek çok gazeteci ve iletişim mensubunun Devlet Güvenlik Mahkemeleri önünde yargılanmasını ile sonuçlandırmıştır.
Son yıllarda benzer bir eğilim Çıkar Amaçlı Suç Örgütleri ile Mücadele Kanunu'nun uygulanması ile ilgili olarak yaşanmaktadır. Bu kanunun ilk maddesinde çıkar amaçlı örgütlerin eylemleri,amaçlarını ve hedeflerini haksız çıkar sağlamak için yayınlama, suç olarak düzenlenmiştir. Gene aynı kanunun 10. maddesinde yer alan çıkar amaçlı suç örgütleri ile mücadelede, soruşturmanın gizliliğinin ihlal edilmesi iletişim mensupları için pek çok soruşturmanın açılmasına neden olmaktadır.
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun birtakım maddelerinde de iletişimi engelleyici hükümler yer almaktadır. CMUK 86,377/2. maddeler bunun örnekleri arasında gösterebilmektedir. Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu Görev ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanunun 40. maddesinde de, çocukların yargılanmasına ilişkin konulan yasak ile, engelleyici bir durum meydana getirilmiştir.
Aynı sınırlamalar , Askeri Mahkemelerin Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu'nun 142, Sıkıyönetim Kanunu'nun 3., Olağanüstü Hal Kanunu'nun 11/e maddesinde de rastlanmakta ve bu maddelerde yayın yasağı ve denetleme ile ilgili örnekler görülmektedir Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu, denetleyici yaklaşımın belirgin bir örneğini ortaya koymaktadır. Bu kanunun 4/1. maddesinde küçüklere zararlı yayınlar hakkında yetkisini aynı kanundan alan kurul tarafından birtakım önlemlerin alınabileceği öngörülmüştür.
Türkiye Radyo Televizyon Kanunu 23. maddesinde de, yayının yasaklanmasına kadar varabilen engelleyici bir düzenleme bulunmaktadır. Aynı kanunun 27. maddesi cevap ve düzeltme hakkının süre, koşul ve yetkili organlar itibariyle ne şekilde kullanılabileceğini ayrıntılı bir düzenlemeye bağlı tutmuştur.
Kanunun 31. maddesinde de kurum içi denetlemenin yapılma biçimi ortaya konulmuştur.
Son olarak, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanunu'nun 4. maddesinde yayın ilkeleri, son derece ayrıntılı biçimde otuza yakın kural ile belirlendikten sonra, 25. maddede yayınların yasaklanmasına ilişkin ağır bir düzenleme getirilmiştir. Kanunda 28. maddede cevap ve düzeltme hakkı ayrıntılı olarak düzenlemeye bağlı kılınmıştır. Kanunun 6. bölümünde de müeyyideler başlığı, uyarı, para cezası , kınama ve iptal şeklinde ortaya konulmuştur. Kısaca 3984 sayılı Kanun , Türkiye Radyo Televizyon Kanunu'ndan farklı olarak daha ayrıntılı, sınırlayıcı, yasaklayıcı bir düzenleme ile iletişim özgürlüğünün sınırlanmasını sonuçlamıştır.
II. Basın Kanunu ile Ortaya Çıkan Yasal Engeller :
5680 sayılı Basın Kanunu'nu yürürlükten kaldıran 5187 sayılı Basın Kanunu, basın özgürlüğü ile ilgili önemli sınırlamaları içinde bulundurmaktadır.
Önceki kanun 44. madde ve 10 ek maddeden oluşurken , yeni kanun 32. madde ve 2 geçici maddeden meydana gelmekte ve daha dar içerikli bir nitelik taşımaktadır. Yeni Basın Kanunu, bugüne kadar Türk Hukuk uygulanmasında rastlanmayan bazı kavramları getirmekle, uygulamada basına yeni bir yaklaşımda bulunulmasını sağlamaktadır. Kanun incelendiğinde yayınların süreli yayın ve süresiz yayın olarak iki ana bölüme ayrıldığı, süreli yayınların ise yaygın süreli yayın, bölgesel süreli yayın ve yerel süreli yayın biçiminde üçe bölündüğü ve para cezalarında özellikle alt sınırın bu üçlü ayırım göz önünde tutularak tayin edildiği görülebilmektedir.
Ayrıca Yeni Basın Kanunu'nun eser sahibi kavramına önem verdiği ve yazıyı ve haberi yazan kişinin, çevirmenin veya resmi ya da karikatürü yapanın eser sahibi olarak belirlendiği, sorumluluğun tayin ve tespitinde gerek süreli yayınlarda ve gerekse süresiz yayınlarda eser sahibinin öncelikle ele alındığı saptanabilmektedir.
Kanunun ilk maddelerinde süreli ya da süresiz yayınların içeriklerinde bulunması gereken zorunlu bilgiler tek tek sayıldıktan sonra , süreli yayınlarda sorumlu müdürün taşıması gereken nitelikler ayrı ayrı gösterilmiştir. Aynı zorunluluk süreli yayın sahibi için de belirtilmiştir.
Böylece süreli ve süresiz yayınlar hakkında düzenleyici kurallar ortaya konulduktan sonra, süreli yayının çıkarılabilmesi için nereye ve ne şekilde beyanname verileceği hususu düzenleme altına alınmıştır.
Yeni Basın Kanunu'nun önceki kanuna göre önemli bir özelliği , süreli yayının gerçekleştirilebilmesi için beyannamenin Cumhuriyet Başsavcılığına verilmesi zorunluluğudur. Önceki basın kanununda en büyük mülki amirliği, beyannamenin verildiği yetkili organ olarak öngörülürken, yeni kanun bunu Cumhuriyet Başsavcılığı olarak değiştirmiştir. Bu değişiklik , düzenlemenin idari nitelikten adli niteliğe doğru yönelmesi anlamına gelmektedir ki, bunun etkileri, her halde hemen yargı sisteminin harekete geçmesi şeklinde olacaktır ve bu durum bir çeşit engelleyici özellik taşımaktadır.
Aynı engelleyici duruma eski basın kanununda da var olan bir düzenleme ile de görmekteyiz. Buna göre , süreli ve süresiz olsun , her basılmış eserden iki nüsha dağıtım veya yayın günü mahallin Cumhuriyet Başsavcılığına verilecektir. Böylece basının sürekli olarak denetim altında tutulmasını sağlanmaya çalışılmaktadır.
Yeni Basın Kanunu'nun 15. maddesinden itibaren 21. maddesine kadar 6 madde içerisinde, suçların yer aldığı görülmektedir. Doktrinde basın suçları olarak adlandırılan bu suçlar, zorunlu bilgileri göstermemek (m.15), durdurulan yayının yayımına devam etmek (m.16), teslim yükümlülüğüne uymamak (m.17), düzeltme ve cevabı yayınlamamak (m. 18), yargıyı etkilemek (m. 19), cinsel saldırı, cinayet ve intihara özendirmek (m.20), bazı suçlarda suç fail ve mağdurlarını açıklamaktır. (m.21)
5187 sayılı kanunda yer alan bu suçlardan düzeltme ve cevabı yayınlanmamak , yargıyı etkilemek, cinsel saldırı, cinayet ve intihara özendirmek , bazı suçlarda suç fail ve mağdurlarının kimliğini açıklamak basının çokça karşı karşıya kaldığı, cezalandırılma tehdidi altında bırakıldığı suç biçimlerini oluşturmaktadır.
1) Cevap ve Düzeltme Yazısını Yayınlamamak
a) Cevap ve düzeltme hakkının kullanılması karşısında basının durumunu düzenleyen 18. maddenin dayanağı olan 14. maddede bireylerin cevap ve düzeltme haklarını kullanma süreleri ve başvurdukları makamlar iki ay, üç gün, on beş gün, üç gün, gene üç gün gibi karmaşık bir silsileye bağlı kılınmıştır. Aynı şekilde başvurulan Sulh Ceza Mahkemesine itiraz Asliye Ceza Mahkemesine yapılacak ve her iki mahkeme hemen belirtilen sürelerden üçer gün içerisinde karar verecektir.
Cevap ve düzeltme ile ilgili bu düzenleme, haber verme fonksiyonunun yerine getirilebilmesi yönünden ciddi bir engel teşkil etmektedir. Şöyle ki; Sulh ceza yargıcı ile asliye ceza yargıcının cevap ve düzeltmeye konu talep ve itirazları üç gün gibi kısa bir sürede dosya üzerinden incelemeleri yetersiz araştırmaya ve yargılamaya meydan verebilmektedir.
b) Bunun yanı sıra , cevap ve düzeltme hakkını kullanan kişinin bulunduğu yer sulh ceza mahkemesine konuyu iletme yetkisine sahip olması hak sahibine hemen bir öncelik ve güç kazandırmaktadır. Çünkü bu yolla istemde bulunan kişi ikametgahı, işyeri veya bulunduğu mahal itibariyle güçlü olduğu yeri seçebilmekte , buna karşılık savunma durumundaki basın , eşit silahlarla itirazlarını etkili biçimde ileri sürememektedir.
c) Daha da önemlisi, cevap ve düzeltmeye ilişkin kurala basının uymaması
durumunda karşılaşılan yaptırım Türk Hukukunda rastlanmayan ölçüde bir ağırlık taşımaktadır. Kanunda öngörülen para cezasının 10 milyardan 150 milyara kadar olması ve aşağı sınırın, bölgesel süreli yayınlarda 20 , yaygın süreli yayınlarda 50 milyardan az olamayacağının kanunda belirtilmesi, durumu yasal engelden baskıcı ve bastırıcı engele doğru götürebilmektedir.
d) Aynı suç biçimiyle ilgili olarak verilen para cezasının sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yayın yönetmeni, genel yayın yönetmeni, editör ve basın danışmanı gibi yetkili ile birlikte, yayın sahibinin de müteselsilen sorumlu tutulması ceza hukuku ilkelerine tamamen aykırı bir durum yaratmaktadır. Çünkü bu düzenleme ile yayın sahipleri hakkında objektif sorumluluk esası getirilmektedir. Belirtilen bu hususların ötesinde cevap ve düzeltmenin yayınlanmaması halinde düzeltme yazısının, tirajı 100 binin üzerinde iki gazetede ilan şeklinde yayınlanması, açıklanması gerçekten güç bir durumu ortaya koymaktadır.
e) Cevap ve düzeltme hakkının kullanılması ile ilgili öteden beri devam eden birey-basın-yargı mücadelesine başka bir açıdan bakılabilmesi konuyu belki ceza yaptırımlarının ve bu baskıcı/bastırıcı rejimin dışına çıkarabilir. Öteden beri
uygulanmakta olan cevap ve düzeltmenin mutlaka aynı sayfa, aynı punto ve aynı uzunlukta yayımlanması zorunluluğunun terk edilerek, önce sadece yayının yapıldığı sayfanın aynılığı ve sonra ayrı bir açıklama bölümünde cevap ve düzeltmenin yayınlanması konuyu daha barışçı bir düzenlemeye götürebilecektir.
2) Yargıyı Etkileme :
5187 sayılı kanunun 19. maddesinde "Yargıyı Etkileme" başlığı altında ceza yargılamasında soruşturma ile ilgili belgelerin yayınlanması ve görülmekte olan davalarda hakim ve mahkeme işlemleri hakkında mütalaa yayınlanması, ceza yaptırımına bağlı tutulmaktadır.
a) Önceki Basın Kanununda 30. maddede yer alan bu suç, basının haber verme hakkını alabildiğine sınırlamaktadır. Bu düzenleme içerisinde soruşturma aşamasında savcı ,yargıç ya da mahkeme işlemlerini veya soruşturma ile ilgili belgelerin içeriğinin yayınlanması suç olarak kabul edilmiştir. Önceki düzenlemede vesika veya evrakın yayınlanması suç iken , yeni düzenlemede içeriğinin yayınlanmasının suç olarak kabulü, kanunun cezalandırma alanını alabildiğine genişletmiş bulunmaktadır.
b) Mütalaa yasağı ile ilgili olarak 5680 sayılı kanunda sadece ceza hakiminin kararları ile ilgili mütalaa yasaklanırken, yeni düzenlemede ceza ve hukuk davası ayırımı yapılmaksızın dava ile ilgili yargıç ve mahkeme işlemleri hakkında mütalaa yayınlanmasının cezalandırılması, haber verme hakkının kullanılmasını ciddi olarak engellemektedir.
c) Bu içerik değişikliğinin yanı sıra , tıpkı cevap ve düzelmede olduğu gibi öngörülen ağır para cezasının 50 miyar liraya kadar yükselmiş olması basın hürriyetinin ve işlevinin yerine getirilmesinde tehdit olarak karşımıza çıkmaktadır.
3) Belirli Eylemlere Özendirme :
Önceki Basın Kanununda sadece intihara özendirme suç olarak düzenlenmişken , bunun yanına yeni kanunla cinsel saldırı ve cinayetlerin eklenmesi baskıcı rejim alanının daha da yaygınlaşmasına yol açmıştır.
Bu konu ile ilgili ilginç bir saptamayı da eklemek gerekir ki , 1 Nisan 2005 tarihinde yürürlüğe girecek Yeni Türk Ceza Kanunu'nun 87. maddesinde intihara basın yoluyla alenen teşvik edilmesi 4 yıldan 10 yıla kadar hapis cezasını gerektiren bir eylem olarak kabul edilmiştir.
Bu durumda 1 Nisan 2005 tarihinden itibaren intihar ile ilgili yayınlarda hangi kanunun uygulanacağı yargılamada kuşkulara ve farklı kararlara neden olabilecektir; ama daha da önemlisi basın, bu farklı ve çelişkili düzenleme ile korunmasız duruma gelecektir.
4) Kimliği Açıklamak Suçu :
5680 sayılı Basın Kanunu'nun aynen tekrarlandığı bu suça ilişkin maddede bazı cinsel suçlarda suç mağdurlarının; 18 yaşından küçük olan çocukların da fail ya da mağdur olmalarında kimliklerinin açıklanması ceza yaptırımı altına alınmıştır. Uygulamada trafik suçlarında, aile içi sorunlarda,okul ilişkilerinde ortaya çıkan ilginç olayların aktarılması, bu madde ile hep ceza tehdidiyle karşılaşmaktadır. Bu yönden, madde, haber verme hakkının kullanılmasında bir engel biçiminde ortaya çıkmaktadır.
5) Yeni Basın Kanunu'nda Sorumluluk Sistemi
Basın Kanunu 11. maddesinde ceza sorumluluğunu, 12. maddede de hukuki sorumluluğu düzenlemiştir. Ceza sorumluluğunda eser sahibi ön plana çıkarılmış ve süreli ya da süresiz yayınlarda yazıyı yazan,resmi yapan, çeviren kişilerin sorumlu olacağı açıkça ifade edilmiştir.
a) Eser sahibinin belli olmaması durumunda sorumlu müdürün ve onun bağlı olduğu yetkililerinin sorumlu olacağı gibi bir sistem ortaya çıkmıştır. Kısaca eser sahibi belli değilse veya cezai ehliyete sahip değilse, yurt dışında ise veya önceki mahkumiyeti nedeni ile yeni mahkumiyetinin yeni cezaya bir etkisi olmayacak ise bu durumda , sorumlu müdür ve yetkili olarak adlandırılan kişilerin sorumluluğuna gidilecektir.
Süresiz yayınlarda aynı sistem geçerli olmakla beraber sorumlu müdürün yerinde, yayıncı ve bunun da bulunmaması durumunda basımcının sorumluluğuna gidilmiştir.
Ceza sorumluluğunun tayininde sorumlu müdürün yanı sıra bir de sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkililer zümresinin yaratılması sübjektif sorumluluk esasını zedeleyici bir durum olarak ortaya çıkmaktadır.
b) Hukuki sorumlulukta ise eser sahibi ile birlikte yayın sahibi veya yayın sahibinin temsilcisinin sorumluluğu, yayıncının belli olmaması durumunda basımcının sorumluluğu öngörülmüştür.
III) Yeni Basın Kanunu'nun Konumuz Yönünden Özellikleri
5187 sayılı kanun, para cezalarını alabildiğine arttırmış, sorumlu müdürün önceki dönemlerde ortaya çıkan sorumluluğunu eser sahibi ile yayıncıya aktarmış, düzeltme ve cevap hakkının kullanılması yönünden eski sistemi aynen devam ettirmiş ve bazı maddeleri yönünden de basının haber verme hakkını oldukça sınırlandırmış bir kanun özelliğini taşımaktadır.
Kanunda dava açma süreleri, süreli yayınlarda iki ay, süresiz yayınlarda dört aylık bir sürenin öngörülmesi, ilk bakışta basın için olumlu bir düzenleme olarak görülmekte ise de, bunun hak düşümü süresi olması nedeni ile soruşturma safhasının hiçbir araştırma yapılmadan, sadece kimlik tespiti ile yetinilerek geçiştirilmesi gibi bir uygulamayla sonuçlanması da, basın hakkının kullanılmasını engelleyici bir düzenleme olarak ortaya çıkmaktadır.
Kanunun 25. maddesinde yer alan "El Koyma" ve "Dağıtım veya Satışın Yasaklanması" basın hakkının ortadan kaldırılmasına neden olmaktadır.
Bu görünüm yeni Ceza Kanunu ile daha da , karmaşık bir hale gelecektir.
IV) 5237 sayılı Yeni Türk Ceza Kanunu'nda İletişim Özgürlüğünü Sınırlayan Düzenlemeler :
Yeni Türk Ceza Kanunu'nun tanımlar başlıklı 6. maddesinin 1/g fıkrasında basın ve yayın yolu deyiminden her türlü yazılı görsel işitsel ve elektronik iletişim aracı ile yapılan yayınların anlaşılacağını belirtmiştir. Bu açıklama ile Türk Ceza Kanunu uygulamasında basın-yayın ile tüm iletişim araçları aynı açıdan mütalaa edilecek ve uygulanacaktır. Böylece anlam itibariyle yeni kanunun yürürlüğe girmesi ile bir bütünlük sağlanacaktır.
Yeni Türk Ceza Kanunu incelendiğinde pek çok suç biçiminin basın ve iletişim özgürlüğünü sınırlayıcı ve etkileyici biçimde düzenlendiği saptanmaktadır. Şöyle ki ; İntihara teşvik (m.84/3), Hakaret (m.125/4), Haberleşmenin Gizliliğinin ihlali (m.132/4), Kişiler arasındaki Konuşmaların Dinlenmesi (m.133/3), Özel Hayatın Gizliliğinin İhlali (m.,134/2), Verileri Hukuka Aykırı Olarak Yayılması (m.136), Nitelikli Dolandırıcılık (m.158/1-g), Kamu Barışına Karşı Suçlar (m.213-218), Suç işlemek için Örgüt Kurma (m.220/8), Müstehcenlik (m.226/2,5), İftira (m.267), Yargı Görevi Yapanı Etkileme (m.277/1), Soruşturma Gizliliğini İhlal Etme (m.285/3), Kovuşturmada Ses ve Görüntüleri Kayda Alma (286/1), Adil Yargılamayı Etkilemeye Teşebbüs Etme (288/2), Devlete Karşı Savaşa Tahrik (m.304/1), Temel Milli Yararlara Karşı Hareket (m.305/2) , Halkı Askerlikten Soğutma (m.318/2), Askerleri İtaatsizliğe Teşvik (m. 31 9/2), Savaşta Yalan Haber Yayma (m. 323), Devletin Güvenliğine ve Siyasal Yararlarına ilişkin Bilgileri Açıklama (m. 329/1 ,336/1 ,337/1) gibi maddelerde fiilin basın yayın aracılığıyla işlenmesi , suçun unsuru veya ağırlaştırıcı sebebi olarak doğrudan doğruya yazılmış veya bunlardan sadece birkaçında aleni olarak işlenme veya açıklama gibi terimlerle basınla ilişkiler kurulmuştur.
Böylece Ceza Kanunumun suçlarla ilgili 266 maddesinden 29 maddesi yani kanunun suçlar için ayrılmış bölümünün onda biri, önümüzdeki günlerde doğrudan doğruya iletişim özgürlüğünü etkileyecek ve ceza yaptırımları ile bunu baskı altına alacak bir sistemi getirmektedir.
Halen yürürlükte olan 765 sayılı Türk Caza Kanunu'na bu durum yoktur, önümüzdeki yıllarda Türk Ceza Kanunu'ndaki yeni düzenlemelerle iletişim özgürlüğünü olumsuz yönden etkileyecek bir uygulama içerisine girilebileceğini, şimdiden söylemek hatalı bir değerlendirme olmayacaktır.
Sonuç
Medya önündeki yasal engeller yönünden Türk Hukukunda iletişim unsurları arasında düzenleme bakımından dağınıklık ve farklılıkların bulunduğu bir gerçektir. Ayrıca yasal engeller içerisinde ceza hukuku engellerinin özellikle yeni Basın Kanunu ve yeni Türk Ceza Kanunu'nda çok ağırlaştığını da belirtmek gerekmektedir. Öngörülen para cezalarının aşırı bir ağırlık taşıması ve bazı suç biçimlen yönünden Basın Kanunu ile Ceza Kanunu'nda benzer düzenlemelerin olması uygulamada anlaşmazlıkları meydana getirecektir. (EÖ/BB)
* Prof.Dr.Koksal Bayraktar, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku Öğretim Üyesidir.
* Bu metin, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) ile İletişim Araştırmaları Derneği'nin (İLAD) 10-11-12 Ocak 2005 tarihlerinde düzenlediği 2. Türkiye Gazeteciler Konferansı'nda yapılan konuşmanın yazıya dökülmüş versiyonudur.