Çocuk odaklı habercilikte medyanın hassasiyeti, çocukların kişisel haklarını ve özel hayatlarını korumak zorunluluğuna dayanıyor.
Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu, çocukların medya tarafından mağdur edilmemesi gerektiğini açıkça belirtir. Ancak genel uygulamaya baktığımızda çocukların medya tarafından bir hak ihlali nesnesine dönüştürüldüğünü görüyoruz.
Medyanın, çocuk odaklı haberleri üçüncü sayfa haberciliği formatında işlemesi yalnızca çocuk haklarını ihlal etmekle kalmıyor, kamusal tartışmayı aşındırıyor. Bunu keyfinden yapmıyor elbette. İdeolojik hegemonya aracı olarak görevini yerine getiriyor. Bu bağlamda Narin Güran olayı, başta soruşturma sürecinin ele alınış biçimi olmak üzere çocuk haklarına ve toplumsal duyarlılıklara dair medyanın ihmal ve suçlarını bir kez daha karşımıza çıkarıyor.
"X TV farkıyla Narin Güran Cinayeti: Amcanın İfadesine Ulaştık", ’’Katil Kimmiş Bulduk!”, ‘’Narin’in Annesi İfadesinde Neler Dedi? Şok Olacaksınız!’’ gibi başlıklar altında ifade tutanaklarının dev ekranlarda kelime kelime incelenmesi, olası şüphelilere yardımcı oluyor.
Narin’in yaşadığı Tavşantepe’de, zaten en başından beri ağız birliği yapan köy, medya aracılığıyla sunulan bilgiler yüzünden ifadelerini şekillendirme fırsatı buldu. Oysa Türk Ceza Kanunu'nun 157. maddesi, devam eden bir soruşturmanın gizliliğini ihlal etmeyi suç sayar.
Medya bu gizlilik ilkesini çiğneyerek yargı sürecine müdahil oluyor, kamuoyunu manipüle ediyor, çocuk için adaletin doğru bir şekilde işlemesine engel oluyor. Elbette bu ifşalara yargı tarafından herhangi bir yaptırım uygulanmıyor. Her gün her saat canlı yayınlarda tutanaklar ve asılsız iddialar eşliğinde "cinayet çözme şovu" havası yaratılması ise sadece olayın çözümüne katkıda bulunmamakla kalmıyor. Aynı zamanda suçun toplumsal olarak normalleştirilmesi ve medya üzerinden suçun detaylarının yeniden üretilmesi anlamına geliyor.
TCK’nın 21. maddesi gereğince, suça teşvik ve suçu özendirici yayınlar yapmak yasak. Medya organlarının, yargı süreciyle ilgili içerikleri bu kadar serbestçe paylaşması, bu yasa ile de çelişir nitelikte.
Ajite edilmiş duygusal ortam yaratılıyor
Bir diğer husus Narin özelinde yine medyanın sürekli trajedi ve acı vurgusu yaparak rasyonel düşünmeyi gölgede bırakması. Önce çocuğun tabutuna, mezarına örtülen gelinlikler, bu görüntülerin ağıtlarla her dakika ekranlarda olması, kadın hareketinin baskısıyla kaldırıldı. Şimdi ise bir oyuncak dükkanı mı desek, bir çeşit türbe mi bilmiyorum ama bir şekilde üst noktaya ulaşan vurgu, ajite edilmiş bir duygusal ortam yaratarak, izleyicileri yüzeysel duygusal tepkiler vermeye yönlendiriyor. Bu vurguya, ilk günlerden beri halkın önüne sürülen ‘’annesi ahlaksızlık yaptığı için Narin öldürüldü’’ gibi cinsiyetçi ya da Narin’in Kürt kimliğinin vurgulanarak olayın etnik bir mesele gibi sunulması da dahil.
Habermas’a göre, bu tür bir medya stratejisi, toplumun kamusal tartışma yetisini zayıflatır ve rasyonel bir analiz yapılmasını engeller. Bu, olayın hukuk ve adalet boyutunun arka planda kalmasına yol açar, çünkü insanlar duygusal tepkilere odaklanarak hukuki süreçlere yabancılaşır. Bu duygu pornosu, çocuklar açısından elbette suç teşkil etmektedir. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'na aykırıdır. Bu yasalar çocukların psikolojik ve duygusal gelişimlerinin korunmasını zorunlu kılar. Sürekli olarak bu trajik sahnelerin medyada yer alması, hem çocukları travmatize eder, adalete olan inançlarını zayıflatır, korku ve şiddet iklimini besler.
Bir Agatha Christie romanı yaşamıyoruz. Çürümüş kokuşmuş bir düzenin içerisinde adaleti arıyoruz. ‘’Narin ne gördü?’’ diye sormak bizi magazin ve hak ihlali dışında bir kapıya götürmüyor. ‘’Narin neden ve nasıl bir suç çetesi tarafından öldürüldü?‘’ diye sorduğumuzda gerçeğe ve adalete kapı aralamış oluyoruz.