İletişim Yayınları'ndan çıkan "Filler ve Çimenler" kitabımdaki yaklaşımlarımı, son birkaç yılın gözlemleri ile birleştirip bir sunum yaptım. Geriye eksik bir yan kaldı: Medya endüstrisinin oluşumunda ve kuşatmasında insan kaynağı ve 78'li kuşağın rolü...Oldukça ironik bulduğum bu noktayı burada tartışmak istiyorum.
Bugünün medyası...
Önce nereden nereye geldiğimizin bir özeti:
12 Eylül 1980 sonrasında, medyada da olması mukadder olan oldu ve medya, henüz "basın" aşamasında iken, 1980'lerde basının holdingleşmesi, holdinglerin basına girmesi ile yatay,dikey entegrasyonlara girdi.
1990'lardan itibaren de elektronik basının özelleşmesiyle yeni bir aşamaya ulaştı ve giderek elektronik basının hegemonyasında bir endüstri oluştu. Buna, kitap, müzik, sinema, gösteri, hatta futbol gibi kültür alanlarının entegre olmasıyla kütür endüstrisine dönüştü. Kısacası medya, hızla endüstrileşti, yani metalaştı, ticarileşti, holdingleşti.
Haber, düşünce, eğlence satan, ama daha çok da iktidarlara "güç" pazarlayan Türkiye medyasında, özellikle 1990'dan sonra ticarileşme, endüstrileşme dev adımlarla ilerledi.
Eğlenceyi tutku haline getirerek, Hedonizm (bir tür ona sığınma) virüsünü Türkiye toplumuna bulaştıran TV'ler, doğal olarak reklam verenin ilk tercihi olarak birer eğlence kutusuna dönüştü. Bu dönüşüm yazılı medyayı da TV'lerin propagandasını yapan bültenler haline getirdi. Dolayısıyla, tarafsız haber ve yorum çeşitliliği bekleyen okurun beklentileri karşılanamayınca, tirajlar da artmadı ve yazılı medyanın etkinliği azaldı, doğal olarak.
12 Eylül rüzgârlarının çalışanlar üzerindeki en önemli etkisi ise, akıntıya karşı durmanın maddi koşullarının güçleştirilmesi ve umut kırıcı bir iklimin yaratılmasıydı. Medya profesyonelleri, sendikalardan istifa ettirilerek örgütsüzleştirildi, bağımlılaştırıldı, uyum sağlamayan, sağlamayı reddedenlerin ise tasfiyeye uğrayarak, işsizlik ile terbiye edildi.
Özellikle 1990 sonrası hızlı bir sağa kayış gözlendi. Pazara hakim gazete ve televizyonlardaki tek tük aykırı sesler ise göstermelik, "çok seslilik" iddiasının dekor unsurları, konu mankenleri olarak alıkonuldular ama onlar da oto sansürle yaşayan rehineler haline geldiler.
Esas tehlike ise medyada tekelcilikten ziyade, tekseslilik oldu. Büyük sermayenin kontrolündeki medyalarda hakim olan "ses", ne sesi olabilirdi? Tabii ki, tüm dünyaya hakim kılınmaya çalışılan küreselleşmeci, özelleştirmeci, piyasacı sermaye ideolojisinin sesi. Haberlere bu optikten bakılacak, yorumcular, bu dünya görüşüne ters düşmeyenlerden seçilecek, aykırılar ise ayıklanacak, tecrit edilecekti ve bunların hepsi oldu.
Teksesliliğin medyada çalışanlara ve topluma verdiği, vereceği zarar, sektörel tekelcilikten çok daha vahim.
78'liler..
1970'lerin basınını, 12 Eylül+24 Ocak miladı sonrası medya, giderek kültür endüstrisine dönüştüren süreçte, medya ordusunun subayları, astsubayları da ne yazık ki, çoğunlukla 78'lilerden oluştu.
Şöyle 1970'lerden 2000'lere gazete, dergi,TV kanallarını kimler yönetti diye bir ufuk turu yaparsanız, büyük gazete, dergi, TV kanalı yayın yönetmenlerinin, editörlerinin, köşe yazarlarının çoğunun "78'liler" olduğunu görürsünüz.
Zaman içinde bir kısmı doku uyuşmazlığından, bir kısmı yorgunluktan, bir kısmı sektör değiştirdiği için, el etek çekmiş görünse de, bugün bile medya endüstrisi (hatta kültür endüstrisi) ordusunun komuta kademesinin, üstlerinin, ideologlarının (kanaat önderlerinin), 1970'lerin sol kültüründen, örgütlenmesinden gelen kadrolardan oluştuğunu görürsünüz.
Aslında esaslı bir tez konusu olabilecek bu olgunun biraz daha arka planını araştırırsanız, 78'lilerden önce de 68'liler kuşağının medyanın önemli profesyonelleri arasında yer aldığını, bunların bir kısmının 12 Eylül sonrası da rollerini sürdürdüklerini görebilirsiniz.
68'lilerin de 78'lilerin de ortak özelliği, medya gibi bilgi birikimi, analiz yeteneği, sorgulama, yaratıcılık, dünyayı anlama merakı gerektiren bir alan için uygun bir insan kaynağını oluşturmaları.
12 Mart öncesi ve 12 Eylül öncesi, "başka bir dünya arayışı" içindeyken çoğu, askeri cuntaların acımasız darbelerini yiyen, hapishaneler,sürgünler,işkenceler gören genç insanların bir kısmı, darbenin ağır gölgesi altında "meslek" olarak gazeteciliği seçtiler. Gazetecilik, çoğu için, hem formasyonlarına uygun düştüğü için hem de bu alanı toplumla iletişim kurmanın bir mevzisi olarak görüldüğü için tercih edilmişti.
Medya, 78'lilerden önce 68'lilerle insan gücü kadrosunu donattı. Yavuz Gökmen, Necati Doğru, Can Aksın, Selahattin Duman, Osman Saffet Arolat,Yücel Yaman, Alp Orçun gibi isimler 1980 öncesi büyük basınının akıllarda kalan 68'lileri arasından birkaç isim.
1980 sonrası medyaya giren ve Doğan Grubu'nun patron vekili konumuna yükselen Ertuğrul Özkök de kendisini 68'li addetmektedir ama buna Ragıp Duran'ın itirazı var. Duran 29 Mart'ta bianet'te yayınlanan "Ertuğrul Özkök Paris'te:Tahrifata Devam" başlıklı yazısnda Şöyle diyor :
"Bir kere Özkök teorik olarak Mayıs 1968'de öğrencilerin safında filan değildi. Zaman zaman yazdığı anılarında Paris'teki öğrenci birliğinden (FTÖB, Fransa Türkiyeli Öğrenciler Birliği) filan da söz eder ancak o dönemde Özkök'ün FTÖB'ün yürüttüğü mücadeleye katıldığını gören olmamıştır.
O dönem Özkök'ün en yakın arkadaşlarından biri olan Enis Batur bu konuda ayrıntılı bilgiye ve tanıklığa sahiptir. Devlet burslusu doktora öğrencisi olan Özkök, hem bursunu kaybetmemek için öğrenci mücadelesinden uzak durmuş, hem de zaten o dönemki solcu-anarşist akıma fikren de uzak duran bir kişi idi. ... Hiç bir zaman 'Merhaba Başkaldırı' dememiş bir kişinin 'Elveda Başkaldırı' diye kitap yazması da ne büyük tahrifat!"
1970'lerin Cumhuriyet Gazetesi'nin kadrosu büyük ölçüde 68 kuşağından oluşmaktaydı. Hasan Cemal, Okay Gönensin, Osman Ulagay, Erbil Tuşalp, Füsun Özbilgen, Şükran Soner, Yalçın Doğan, Cengiz Çandar, 1970'ler Cumhuriyetinin 68'lileri olarak akıllarda.
Medyadaki (o günkü doğru ifadeyle "basın"daki) 68'lilerin bir kısmı da angaje oldukları, 12 Eylül'le kapatılacak olan Aydınlık, Demokrat, Politika gibi politik parti ve gruplarla organik bağı olan gazetelerde gazetecilik yapmaktaydılar. Nuri Çolakoğlu, Oral Çalışlar, Alev Er, Melih Aşık, Aydın Engin, Oya Baydar, Gülay Göktürk, İpek Çalışlar, bu kategoriye giren bazı 68'li "politik gazeteciler"...
78'li kuşağın bir kısmı (Zafer Mutlu, Mehmet Y.Yılmaz, Ufuk Güldemir, Umur Talu, Can Dündar, Enis Berberoğlu, Sedat Ergin gibi), 12 Eylül öncesi, bu çatıların altına girse de büyük kısmı 12 Eylül sonrası, giderek yönetici, köşe yazarı oldular.
Medya, 12 Eylül sonrası üç kaynaktan 78'li insan kaynağına kavuştu. Birinci kaynak, 12 Eylül'ün politik partilere, gruplara, sendikalara darbe vurmasıyla atıl kalan "işgücü" idi.
CHP'nin, sosyalist partilerin kapatılması, DİSK'in kapatılması, Türk-İş'in sendikacılık faaliyetlerinin cunta kontrolüne alınması ile, bu alandaki birçok kadro işsizler sınıfına katıldı ve yapacak iş olarak formasyonlarına en uygun alanı, basını tercih ettiler.
İkinci kaynak, yine 12 Eylül'ün üniversitelere darbe vurmasıyla ortaya çıkan daha nitelikli işgücü idi. Nokta dergisi, tamamen bu türden kadrolarla kuruldu ve onların beraberinde getirdikleri alt kadro, Gelişim Yayınları bünyesinde yetişerek sonradan da tüm medyaya yayılarak birçok yayının yönetim kademesini oluşturdu.
Üçüncü kaynak da, 12 Eylül'den hapis, sürgün gördükten sonra yeni bir hayata başlangıç yapmayı basından yeğlemiş işgücü idi.
68'liler ve 78'liler, medyanın işgücü olurlarken, ruhlarını, dünyaya bakış açılarını, değerlerini sayfalara, ekranlara taşıyabildiler mi? Bugünkü medyanın halipürmelaline baktığımızda, bu kumaştan o kadar yönetici, editör, köşe yazarı olmasına karşın medyanın genelinde o ruhtan fazla eser olmadığı savına kim itiraz edebilir?
Tabi ki, medya patronları, bu formasyondaki insanlara kapılarını açarlarken, onlara bir işgücü, "yönetilen" olduklarını, neyi yazıp neyi yazamayacaklarını ilk günden hatırlattılar.
Bir kısmı, bu hatırlatmaya gerek duymadan, pek direnmeye de ihtiyaç duymadan yapılara hızla uyum sağladı. Bunlara yükselmenin yolları da ardına kadar açıldı. Hızlı bir şekilde "devrimci ruh" portmantoya kaldırılıp reel politikaya teslimiyette zorlanılmadı.
" Müslüman memleketinde salyangoz satılamayacağı"nı anlamakta zorluk çekenler, ilk tasfiye olanlar, ideolojik mücadelenin bu muharebe alanından ilk çekilenler oldu. 78'li kuşaktan yönetici kademesine geçenlerin çoğu, medyanın giderek bir endüstri alanı olduğunun, bizatihi alanın bir rant silahı olarak kullanılmakta olduğunun ayırdına vardılar ve bu günaha ortak olmakta beis görmediler. 1990'lara girildiğinde, medya patronunun yüksek maaşlı temsilcisi, hatta küçük ortağı pozisyonuna geçmiş 78'liler hiç de az değildi medyada.
Bu kadarını midesi kaldıramayanlar, medya içinde kurtarılmış alanlar (köşeler) elde ederek barınmayı, tutunmayı denediler. Kimisi başarabildi, kimisi de tutunamadı. Kimi kendini rehin gibi hissetti. Birçok şeyi görmezden gelmek zorunda kaldı, üç maymunu oynamaya zorlandı.
Özetle, 78 kuşaklılar, hatta 68 kuşaklılar, 12 Eylül'ün kendilerine ettiklerini konuştukları kadar, kendilerinin 12 Eylül düzeninin -isteyerek ya da istemeyerek- değirmenine su taşıyıp taşımadıklarını da sorgulamalılar.
Toplumu, toplumsal muhalefeti sadece tanklarla değil, medya silahı ile de teslim alanlara, 78 kuşağı, 68 kuşağı ne kadar direnebildi, yapabileceklerinin ne kadarını yaptı? Bunları sorgulamakta da yarar var.
Nerede durduğun değil, nasıl durduğun önemli, sözü burada çok geçerli.
Düzgün durabilmiş mi 78'liler bulundukları yerlerde? Sormaktan, sorgulamaktan çekinmemeli...(MS/KÖ)