Xem û xewnêt wan ên cahêl jî ketine ber xezeba şerê bêyom...
Hatırlanacağı üzere hükümet yetkilisi Bülent Arınç, 'Kürtçe bir medeniyet dili değildir' demeden Kürtçe'nin bir medeniyet dili olmadığını, dolayısıyla eğitim dili olamayacağını ima eden sözler sarfetmişti.
Bir devlet politikası olan Kürtçe eğitim karşıtlığını, 'farklı kesimleri kucaklayıcı' siyaset insanı duruşuyla açık tezat oluşturmayacak şekilde savunabilmek üzere sarfedildiği anlaşılan bu sözlerini daha sonra 'Kürtçe'nin de bir medeniyet dili olduğunu öğrendim/anladım' şeklinde tamamlayacaktı. Lakin Kürtçenin ne menem bir mesele olduğu anlaşılmamış olmalı ki geçtiğimiz hafta yaptığı bir açıklamada anadilde savunma talep edenlerin çoğunun, Kürtçe savunma serbestisi tanınması durumunda Kürtçe konuşamayacaklarını belirtti Bülent Arınç.
Hükümet-devlet cephesinden Kürt dil-kültür taleplerinin tedrici tanınmasının savunucularından birinden gelen bu iki değerlendirmeyi, değişen aktörlerine rağmen devlet aklının Kürtçeyi algılayış sınırlarında yapısal dönüşümlerin olmadığını iddia edecek şekilde irdeleyelim.
'Medeniyet dili'nden herhalde 'yüksek' bir tarih-kültüre sahip bir toplumun dilsel taşıyıcılığı kastediliyor, üstüne, herhangi bir dilde eğitim-öğretim yapabilmenin önkoşulu olduğu varsayılıyor. Meseleye verilen kürdi ve akademik tepkiler de önermelerin mantıksal ve gerçeklik değerlerini sorgulamaksızın Kürtçenin bir medeniyet dili olduğunu ispatlamaya çalışıyor. Vain querelle, boşa dalaş!
Bir, 'medeniyet'in 'yüksek tarih-kültür'le ilişkilendirilmesi -sözün sahibi Türk egemenin konumuna paralel- kolonyal bir algılamadır, zira yüksek tarih-kültür ancak güç ve iktidar ilişkileri sonucunda biçimlenen süreçlerdir. Oysa mevcut hiyerarşik algıların idamesini sağlayan bu tür kavramsallaştırmalar çoktan aşıldı.
Günümüz kültürel antropoloji çalışmaları alanında 'medeniyet' kavramı ya tamamen reddedilmekte ya da herhangi bir toplumsallığın kültürel örüntülerinin bütünü anlamında kullanılmaktadır. Bu bağlamda, 1819-20 yıllarında Kürdistan'da yaşamış İngiltereli Claudius James Rich'in Narrative of a Residence in Koordistan kitabında, Kürtçenin Ermenistan'dan güneyde Bağdat'ın kuzeyine, Dicle nehrinden doğuda Azerbaycan sınırlarına uzanan ülkede hakim dil (insan topluluklarının iletişimlerinde kullandıkları dil) olduğu gözlemi, Kürtçe'nin toplumsallığı düzenleyen dilsel bir araç olduğuna tarih-sosyoloji-coğrafya cephesinden verilebilecek örneklerden sadece biridir. İki, bir dilin medeniyet ya da herhangi başka bir şey dili olması/olmaması, o dilin eğitim dili olup olamayacağıyla sadece dil-dışı, yani siyasi-toplumsal düzlemde bağlantılıdır.
Modern dilbilim, tüm dillerin (örneğin Lazca, Lurca, Lehce, Lezgianca) eşit/paralel yapısal potansiyele sahip olduğu temel ilkesine dayanır (Türkiye'de bu bile böyle olamayabiliyor, halen Türkçe'nin tüm dillerden daha üstün olduğunu güzelleyen Doğan Aksan gibi dilbilimciler dil tartışmalarına yön veren insanlar, ki Türkiye'de bilimin iktidarla göbek bağı düşünülünce bu sorun daha anlaşılır hale geliyor).
Herhangi bir dil, siyasi-toplumsal koşulları imkan sağladığı takdirde, başka herhangi bir dilin iletişimsel ve araçsal yetkinliğine erişebilir. Nihayetinde tüm diller insan bilişinin ürünleridir. Irk üstünlüğü safsatasını kabul edemeyeceğimize göre (!) insan bilişi ve insan dilleri eşit üretkenlik potansiyeline sahiptir; yani düşünebileceğiniz en 'medeniyet-mahrumu' dil ile düşünebileceğiniz 'en yüksek medeniyete-sahip' diller eşit aktarım ve araçsallık potansiyeline sahiptirler.
Herhangi bir bağlamda iki dil arasında gelişimsel bir dengesizlik varsa bu, dillerin kendi içkin özelliklerinden değil, onları çevreleyen konuşucularının siyasi-toplumsal şartlarının ürünüdür.
İrani Ahamenişi ülkesinin resmi-yazı dili olmak dahil birçok suretle önemli tarihsel-kültürel mirasa sahip Aramice, ki bugünkü Süryanice ve Keldanice gibi yeni aramice lehçeleri bünyesinde yaşamaktadır, yakın-tarihsel ve mevcut siyasi-toplumsal nedenlerden dolayı can çekişiyor (ne şans ki halen 'yaşayan' bir dil). Öte taraftan, 'medeniyet' ya da yüksek bağımsız bir tarih-kültürle çok da anılmayan, 40 yıl kadar zalim Franco rejiminin baskısına maruz kalmış, görece küçük ve idari-siyasi olarak otonom bir bölgede konuşulan Katalanca, İspanya'nın tümünden daha fazla İspanyolca-konuşan göçmen almasına rağmen, kapitalist modern şehirli yaşamın tekleştirici kültür sisteminin en etkin olduğu Avrupa'nın orta yerinde gayet dinamik ve etkin bir 'medeniyet' dili olabiliyor. Bu karşılaştırma bile 'medeniyet' ve eğitim dili olabilmek için neyin önkoşul olduğunu göstermeye yetiyordur herhalde.
Ağa, Şeyh, Devlet adlı kitabıyla Türkiye'de de gayet iyi tanınan ünlü kürdolog Martin van Bruinessen, Bülent Arınç'a, Kürtçenin medeniyet dili olmadığı konusunda 'kısmen' katıldığını, zira baskılar yüzünden Kürtçenin sürekli ev-içi bir dil olmakla yetindiğini belirtiyor.
Sözün içeriğinden çok sözle edileni (speech act) ön plana alacak olursak, van Bruinessen'ın Irak Kürdistan bölgesinin Türkiye Kürtlerinin çoğunun konuştuğu Kurmanci Kürtçesinde eğitim-öğretim yürüten bir üniversitedeki konferansta Bülent Arınç'ın sözlerine katılması, Kürtçe'nin eğitim dili olamayacağı görüşüne doğrudan bir katkıdır. Nitekim medyanın tüm devletçi-milliyetçi aygıtları haberi bu görüşün en üst düzeyde teyidi şeklinde lanse ettiler.
Kürtçe'nin geçen yüzyıllar boyunca başat Avrupa dilleri veya Farsça-Arapça-Osmanlıca gibi idari ve yaygın bir yazı dili olmadığı hakkında herhalde kimsenin bir itirazı yok. Lakin yukarıda canlı kanlı örneklerle tartıştığımız üzere 'medeniyet' bir 'dil'in vasfı babında acizdir ve eğitim dili olabilmesiyle ilişkisizdir. Kürtçenin görece yaygın bir idari ve yazı dili geleneğinin olmayışı, en fazla onun modern şehirli yaşam, eğitim ve kitle iletişim araçlarına uyum sağlamasını gerekli kılacaktı ki bütün yaşayan dillerin sürekli olarak tecrübe ettikleri doğal süreçlerdir bunlar. Örneğin, Türkçe'nin modernizasyonu/adaptasyonu üzerine çalışmış Geoffrey Lewis bu cumhuriyet projesini yıkıcı bir başarı öyküsü şeklinde tanımlamıştır.
Anlayacağımız, Türkçe de, aynen Kürtçe gibi, bir 'uyum sağlama' sürecinden geçmiş ve geçmektedir. Mesela Türkçe, Fransızca monopole kavramını sadece grafik adaptasyondan geçirerek modern kullanıma monopol ya da 'ödünç çeviri' yapmak suretiyle tekel şeklinde uydurmuştur; Kürtçe ise, aynı kavramı modern alanlara, ekim yapılmayan bir alanın kullanım salahiyeti anlamına gelen pawan kelimesinin anlamsal çerçevesini genişletmek suretiyle uydurmuştur.
Aynı şekilde, daha çok terbiye anlamına gelen perwerde kelimesi eğitim -eğitmek fiilinden- kavramını ifade edecek şekilde genişletilmiştir. Yine, Güney Kürdistanlı Husên Arif'ın 1979'da yazdığı, minimalist alegorinin yalnız ve şanlı tepelerinde gezinen Gelegurg (Kurt Sürüsü) romanında kullandığı şekliyle paşgez kirin, Türkçedeki caydırmak fiiline karşılık gelir ve örneğin bir hukuk kavramı olan caydırıcı kavramının paşgezker şeklinde tedavüle girmesine önayak olur.
Son olarak, 1800'lerin başında, Paris'te, protesto amaçlı işi bırakan işçilerin toplandığı Grève meydanının adından gelen grève kelimesi Türkçeye olduğu gibi geçmişken, Kürtçe, aynı sözcüğün yanı sıra bir de ruhsal ve fiziki şartlarını protesto eden eşek gibi emekçi hayvanların hareket etmemekte ayak diremelerini ifade eden man girtin fiil ve ismini grev kelimesinin muadili olarak kullanmaktadır.
Göründüğü gibi insan bilişinin ve toplumsal etkileşimlerin ortak ürünü olan diller tepeden inme yargı(lama)ları seven fanilerin öngöremeyecegi maceralarla şekillenebiliyorlar.
Kürtçenin ya da herhangi bir dilin eğitime uyumsuzluğu olamaz, her dilin, tarihsel ve siyasal etmenlerin şekillendirdiği çevresiyle etkileşiminden doğan daimi adaptasyon süreçleri olur. Bu nedenle, yarın yasal serbesti getirildiği takdirde, uğruna ölüm orucuna giriştikleri taleplerden biri olan anadillerinde savunma yapma hakkından, Kürt tutsakların Arınç'ın iddia ettiği gibi 'çoğunluğunun' Kürtçeyi hiç ya da yeterli derecede bilmediklerinden bu haktan yararlanamayacak olmasını doksan yıllık cumhuriyetin inkar ve baskıya dayalı Kürt dili politikasından bağımsız düşünemeyiz.
Burada, devlet/hükümet bünyesinde Kürtlerin dil-kültür haklarına siyaseten 'olumlu', en azından kategorik olarak dışlayıcı yaklaşmayan kesimlerin, Kürtçe anadilde eğitim gibi tartışılması bile biz Kürtleri derinden rencide eden konularda dahi, klasik devletçi-koruyucu ve bir anlamda neo-Türkçü reflekslerle davrandıklarını; ve yine kendilerinin sürekli yeniden ürettikleri Cumhuriyet devlet politikalarının birincil müsebbibi olduğu dilsel asimilasyonun sonucu olanKürtçe konuşamıyor olmayı mahkûm etmeleri gerekirken fütursuzca bel-altı vurma siyasetlerine argüman kıldıklarını görüyoruz.
Bu tutumlarını biraz dilbilbilim biraz sosyal eleştiri çerçevesinde irdeledik. Lakin, şu an itibariyle cumhuriyet nimetleri yerine kendi ölümlerini sindiren açlık grevi eylemcileri, devlet/hükümet ve statükoyu benimseyen Türkiye toplumunun ezici çoğunluğuna, gayrı lafzı manasız kılacak şekilde Kürtçenin kendileri/bizler için ne olduğunu zaten anlatmaktadırlar.
Arınç ve nicelerinin düşünemediği üzere açlık grevi eylemcileri ve onlar nezdinde biz birçokları için Kürtçe, her şeyden önce, dünya üzerindeki varoluşumuzu ve ardımızda bırakacağımız ülke-toplum tahayyülünün şu an için en acil ve en yetkin aracı ve daha önemlisi göstergesidir.
Kürtçenin, Kürt kolektif hafızasına zulmün ve direnişin kalesi şeklinde kazınan İmralı adasında, kendisini, slogan söylemle onurlu barışın tek teminatı konumuna getirebilmiş Abdullah Öcalan'ın muhatap alınması talebiyle eşgüdüm dahilinde sunulması ise, Ehmedê Xanî'nîn, Mem û Zîn'in girizgâhında kalem ve kılıçın ancak birarada kurtuluş reçetesi olabileceğini salık veren nasihatının uygulanışıdır: Kürtler kendi toplumsallık ve gelecek tahayyüllerine tekabül edecek bir ülkede, sadece Kürtçe konuşmak değil Kürtçe yaşamak için varlık-yokluklarını dil ve kimlikle eşitliyorlar.
* Şemdinli'deki patlamada hayatını yitiren' Faris Demircan ve İbrahim Demir'in anısına...
** Sorbonne Nouvelle Üniversitesi, Paris, Dilbilim doktora öğrencisi