Radyo Metropol'ün haberinden öğrendiğimize göre Mersin Valiliği 8 Mart'ta yapılması planlanan Kadın Mitingine izin vermemiş . Gerekçe olarak da "yasadışı örgütlerin de 8 Mart'a sahip çıkmalarını" gösterilmiş... İlkel Türkiye, Mersin'de 1- 0 öne geçmiş yine...
* * *
Türkiye'de kitlesel olarak 8 Mart kutlamaları 12 Eylül öncesi yapılıyordu. Ankara Kadınlar Derneği ve İlerici Kadınlar Derneği "Dünya Emekçi Kadınlar Günü "nde etkinlikler düzenlerdi. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'na(DİSK) bağlı başta Maden - İş ve Tekstil sendikaları olmak üzere kadın işçilerin çok olduğu fabrikalarda da 8 Mart kutlanırdı .
Örneğin 8 Mart 1978'de Maden- İş sendikasının örgütlü olduğu Ümraniye Netaş fabrikasında böylesi bir kutlamanın yapıldığını biliyoruz. O gün öğleden sonraki ara dinlenmesinde (çay paydosu), yemekhaneye gelen işçilere çaylar eşliğinde pastalar da ikram edildi. Pastaların üzerinde minik kırmız bayraklar vardı. Üzerinde "Yaşasın 8 Mart" yazıyordu. Yemekhanenin en kalabalık olduğu anda bir kadın işçi masanın üzerine çıkarak şöyle sesleniyordu:
- 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'dür. 1910'da Kopenhag'da toplanan İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Kongresi'nde Clara Zetkin 8 Mart'ın kadınlar günü olarak benimsenmesini önerdi...
O zamanlar sendikaların güçlü olduğu işyerlerinde bu türden kutlamalar Çevik Kuvvet polisinin "ilgi alanına" pek girmezdi. Sadece siyasi polisin tuttuğu bilgi notları Cumhuriyet Savcılıklarından "soruşturmaya yer olmadığına..." kararlarıyla geri dönerdi.
12 Eylül döneminde bu kutlamaların hepsi için ayrı davalar açıldı tabii...
* * *
8 Mart uzun yıllar sonra feministlerin öncülüğünde sokaklara çıktı.
Güçlü devletimiz 8 Mart konusunda yalpalıyordu. Sokakta kutlanan 8 Mart'ı sevmiyordu. Ama balo salonlarında yapılan 8 Mart'lara bayılıyordu. Zaten 8 Mart'tan "emekçi" kelimesi de düşmüştü. Oysa 8 Mart'ın tarihi evinde oturup, kocasına yemek ve çocuk yapan kadınlar tarafından yazılmamıştı. Ama bizde emek "out" olmuştu bir kere...
Oysa "emek" her şeyi güzelleştirir. Kadınlarla "emek" niçin ayrılsın ki?
1934 yılında seçme seçilme hakkını kazanan Türkiyeli kadınlar 1993'te başbakan koltuğunu elde ettiler.
Tansu Çiller "emek" vermeden geldiği makamdan kolayca iniverdi. İniş yolunda etrafında kadınlar yoktu. Çünkü Çiller hiçbir zaman "kadın politikacı" gibi davranmadı.
Bir anne olmasına karşın "barış" değil "savaş" için çalıştı. Saraybosna'da çelik yelek giydi sonra da bu fotoğrafını afiş yaptırdı, seçimlerde kullandı. Kuzey Irak'tan dönen Türk askerini postalla karşıladı.
Emek vermediği için kredisini hoyratça harcadı. Türkiyeli kadınların iftihar noktasıyken, kabusu haline geldi.
1935'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki kadın milletvekili oranı yüzde 4.5 idi. Tek partili dönemdeki bu oran, 1950 sonrasında demokrasiye geçildiğinde yüzde 1'lere indi.
Erkek Meclis'in içinden çıkan kadın başbakan da "erkeklerden bile daha erkek" politikalara imza atıyordu.
* * *
Kadınların çok olduğu her yer daha yaşanası hale geliyor.
Örneğin, Doğu illerimizde sık rastlarsınız... Sadece erkeklerin oturdukları restoranlar vardır. Oraya yanınızda bir kadınla girdiğinizde ürkersiniz. Acele tarifesinden yemeğinizi yiyip, telaşla otelin yolunu tutarsınız.
Ama kadın müşterilerin ağırlıkta olduğu bir lokantaya girerken aynı "bıyıklı korku" sizi kuşatmaz...
Dünyayı dolaşın bakın... Gittiğiniz yerde "aktif kadın nüfusu"nun nasıl huzur verici olduğunu göreceksiniz. Örneğin Afganistan'da ne kadar tedirgin olursanız, Küba'da kendinizi o kadar güvende hissedersiniz .
Kadınlar, savaş bölgelerinde "huzur"u tesis etmesi öngörülen Birleşmiş Milletler'in mavi bereli "Barış Gücü"nden çok daha sahicidir.
Bir adım daha atarak diyoruz ki; kadınlar doğal barış gücüdür! Çeçenistan'da cepheye kadar giderek gösteri yapan Rus kadınlarından, Türkiye'deki 'Barış Anneleri'ne uzanan yelpazenin ortak paydası savaş karşıtlığı değil mi? (NA, NM)