Marmara Denizi’ne uzun yıllardır evsel atıklar ile endüstriyel ve tarımsal üretimden açığa çıkan atıklar boşaltılıyor. Atıklarda bulunan azot ve fosfor denizde bulunan bitkisel planktonların aşırı çoğalmasını ve tüm deniz ekosistemine yayılmasını teşvik ederek deniz ekosistemini mahvetti. Denizin üstü ve 30-40 metre derinliklere kadar uzanan iç kısmı bitkisel planktonların açığa çıkardığı müsilaj ya da deniz sümüğü-salyası ile kaplanmış durumda.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, Marmara Belediyeler Birliği’nin deniz salyası/müsilaj sorununu görüşmek için düzenlediği Marmara Denizi Eylem Planı Koordinasyon Toplantısının ardından “Marmara Denizi’ni koruma eylem planı”nı açıklamıştı.
Marmara Denizi'nin koruma alanı ilan edileceğini duyuran Kurum, "Bilim insanlarının ‘denizlerimizdeki azot miktarını yüzde 40 oranında düşürürsek bu işi kökten çözeriz ve Marmara Denizi eski haline 5 yıl içerisinde gelir’ diye görüşleri var. Bu görüş doğrultusunda çalışmaları yürüteceğiz" demişti.
Eylem planında iyi tarım ve organik tarım uygulamaları ile basınçlı ve damlama sulama sistemlerinin yaygınlaştırılması suretiyle sulamada kullanılan su miktarının azaltılacağı, Marmara Denizi’yle ilişkili havzalarda, dere yataklarına yapay sulak alanlar ve tampon bölgeler oluşturularak kirliliğin Marmara Denizi’ne ulaşmasının engelleneceği belirtilmişti. Bu uygulamaların nasıl ve ne zaman yapılacağı ise belirsiz bırakıldı.
Sahicilik var mı?
Yapılacağı belirtilen şeyler kapsamlı olduğu için ne yapılacağına ve nasıl yapılacağına karar vermek için zamana ihtiyaç var diye düşünülebilir ama bu düşünce doğru değil.
Ülkemizdeki tarımsal üretim sisteminin toprakta, su varlıklarında, doğal hayatta yol açtığı yıkımlara dair uzun yıllara yaslanan eleştirel bir literatür var. Meslek odaları, çiftçi örgütleri, çevre ve ekoloji örgütleri tarımsal üretim sisteminde son 30-40 yıla yayılan özelleştirmelerin, gıdanın metalaştırılmasının, tarımsal üretim altyapısının en önemli bileşenleri olan toprak ve su varlıkları ile orman ekosistemlerine verilen zararın yol açtığı sorunları ve çözümleri dile getirip duruyordu. Siyasal iktidarlar, tıpkı Marmara Denizi’ni mahveden kirlilik sorununda olduğu gibi, tarım-gıda üretimi politikalarıyla ilgili eleştirilere de kulaklarını tıkadı. Kuzey Ormanlarının yıkımına yol açacak projelere ve Kanal İstanbul projesine yönelik ısrarıyla hala da tıkıyor. Dolayısıyla Çevre ve Şehircilik Bakanının açıkladığı eylem planında yer alan hükümlerin kamuoyunu yatıştırmaya yönelik olduğunu düşünüyorum. Yok, eğer yapılan açıklamalar sahici ise, o zaman yapılacak ciddi işler var; hem de acilen. Örneğin agroekolojik esaslara dayanan bir tarımsal üretim programını derhal uygulamaya koymak gibi.
Küçük üreticilerin desteklenmesi, sulak alanların, meraların ve orman ekosistemlerinin korunması, tarımda toksik kimyasal kullanımının azaltılması başta olmak üzere agroekoloji temelli yöntemlerin şimdiye kadar destek gördüğü ya da bir siyasal program olarak uygulamaya konulduğu kesinlikle söylenemez. Aksine Marmara Denizi’ndeki kirlilikte iş başındaki siyasal iktidarın büyük payı var. Ne var ki, geldiğimiz noktada çözümleri konuşmak ve mümkün çözümlerin hızla hayata geçirilmesi için kamuoyu oluşturmak zorundayız.
Bu yazıda müsilajın görünür kıldığı kirlilik sorununa çözüm olabilecek agroekolojik yaklaşımlardan ve sağlayacağı faydalardan söz edeceğim.
Sadece Marmara’da değil her yerde gerekli
Öncelikle agroekolojiye yaslanan bir tarımsal üretim programının sadece Marmara Denizi kıyısındaki bölgeler için değil tüm ülke için gereklilik olduğunu belirtmeliyim.
Agroekoloji tarımda ekolojik ilkeleri odağa yerleştirerek tarımsal üretim yapılmasını amaçlayan yöntemler bütünüdür. Bu konuda olağanüstü geniş bir akademik literatür ve uygulama alanı var.
Çok özetleyerek söylemek gerekirse, agroekolojik yöntemler toprağın organik madde içeriğini arttıran, biyoçeşitliliği koruyan, toksik kimyasal kullanımını azaltan, topraktaki azot ve fosfor gibi besleyici maddelerin suda çözünürlüğünü zorlaştıran ve toprağın su tutma kapasitesini güçlendiren yöntemlerdir.
Marmara Denizi’ndeki müsilajla görünür olan kirlilik sorununun en önemli nedenlerinden biri denize yüksek miktarda azot ve fosfor karışmasıdır. Azot ve fosforun en önemli kaynaklarının başında da tarımsal faaliyetler gelir.
Tarımsal üretimde çeşitli kimyasal maddelere ihtiyaç var. Bitkilerin büyümesi için gerekli olan bu kimyasal maddelerin başında azot ve fosfor geliyor. Tarımsal üretim esnasında topraktaki azot ve fosfor miktarı azalır. Azalan miktarın yerine konması üretimin devamlılığı için bir gerekliliktir. Bu kimyasal maddeler üretim yapılan tarımsal alanlarda suni gübreler ve hayvan gübresi şeklinde toprağa eklenir.
Agroekolojik yöntemler azot ve fosforun toprakta tutulumunu arttırıp, sudaki çözünürlüklerini azalttığı için sulardaki azot ve fosfor esaslı kirliliği ve bu kirlilikten kaynaklanan ötrofikasyon (sularda plankton ve alg çoğalması) problemlerini ortadan kaldırır ya da çok azaltır.
Ötrofikasyon, sudaki oksijen miktarının azalmasına (hipoksiye) yol açarak sucul ekosistemlerde yaşama elverişsiz bölgeler (ölü bölgeler) ortaya çıkarır. Bu durumun olağan sonuçlarından biri kitlesel balık ölümleridir örneğin. Balıklar dışındaki diğer canlılar da bu durumdan olumsuz etkilenir. Buna ek olarak, sulara aşırı miktarda azot ve fosfor karışması sadece sulardaki yaban hayata zarar vermekle kalmayıp aynı zamanda insanlara zararlı toksinler üretebilen zararlı alg çeşitlerinin aşırı çoğalmasına da yol açmaktadır.
Tarımda kullanılan azotlu ve fosforlu suni gübreler hayvanlardan elde edilen gübrelere kıyasla suda kolayca çözünür. Suni gübrelerin suda çözünürlüklerinin yüksek olması toprağın alt tabakalarına sızarak yer altı sularını kirletecekleri ya da toprak yüzeyinden akan sularla örneğin yağmur suları ile dere ve akarsulara hızla taşınacakları anlamına gelir. Bu maddelerin su varlıklarına taşınması ise kirliliğe yol açar. Topraktaki azot ve fosfor içeriğinin suda kolayca çözünmesi, bu öğelerin akan-sızan suyla taşınması ve topraktaki miktarının azalması sonucuna yol açacaktır. Azalan miktarı yerine koymak için yeniden gübre eklemek gerekeceği için bu süreç en nihayetinde azotlu ve fosforlu gübrelerin aşırı kullanılması sonucuna yol açacaktır.
Tarımsal üretimde kullanılan gübre miktarını azaltmanın-verimli kullanmanın yüzey ve yeraltı suyu kalitesini iyileştirme potansiyeline sahip olduğu net bir şekilde gösterilmiştir; ancak su kalitesinde kabul edilebilir seviyelere ulaşmak uzun yıllar alabilmektedir. Örneğin Ağustos 2017'de, Meksika Körfezi'nin hipoksik olarak nitelenen bölgesinin (yani ekosistemin kirlilik nedeniyle çöktüğü, oksijensiz kalan bölgesinin) sınırlarının aşırı genişlediği ilan edilmişti. Körfez'deki ötrofikasyonu yeterince azaltmak için havzadaki azot yüklemesinde yüzde 60'lık bir azalmanın gerekli olduğu belirtilmiştir. Ancak, tarımsal üretimdeki azot kullanımı yüzde yüz verimli hale getirilse bile, yıllar boyunca Mississippi Nehri havzasından Meksika Körfezi'ne taşınan ve orada biriken azot miktarının ulaştığı yüksek düzey nedeniyle azot yükünü yüzde 60 oranında azaltmaya yönelik hedefe ulaşmanın 30 yıl alabileceği tahmin edilmiştir.
Otuz yıl çok uzun bir süre. Üstelik her şeyin yolunda gittiği ve belirlenen azaltma planına sadık kalınacağı varsayılarak ortaya atılan bir hedef.
Meksika Körfezi’ndeki durumun Marmara Denizi için birebir örnek teşkil etmeyeceği açıktır; ancak dikkat edilmesi gereken nokta bu değil. Dikkat etmemiz gereken nokta kirliliği gidermeye yönelik çalışmaların çok uzun yıllara yayılabileceği gerçeğidir. Bu nokta tarımsal üretim alanlarından denize taşınan azot ve fosfor miktarını azaltmaya yönelik tedbir ve uygulamaların acilen hayata geçirilmesi gerektiğine işaret eder.
Agroekolojinin ilave faydaları
Agroekoloji toprağın yapısını iyileştirmek, su varlıklarının tasarruflu kullanımını sağlamak, temiz su teminini kolaylaştırmak gibi iklim krizine dirençli tarımsal üretim altyapısı oluşturmak için çok önem taşıyan konularda büyük avantajlar sağlar. Ayrıca, değişen iklim şartlarının getireceği kırılganlıklara direnç oluşturacak yöntemlerin yaygınlaştırılması sadece sulardaki kirlilik yükünü azaltmakla kalmayacak besleyici içeriği yüksek, sağlığa uygun gıda maddelerin üretimi sağlamak suretiyle ilave kamusal faydalar da sağlayacaktır. Bu yöntemlerin yaygınlaştırılması en nihayetinde Marmara Denizi’ne taşınan azot ve fosfor miktarını da azaltacaktır.
Agroekoloji temelli bir tarımsal üretim programı ormanların korunmasına da hassasiyet göstermek zorunda. Ormanlık havzalardaki akarsularda sudaki azot ve nitrat azotu (bünyesinde azot taşıyan bir kimyasal madde) konsantrasyonları diğer havzalara kıyasla daha düşük olmaktadır. Mevcut orman varlıklarının korunması ve ağaçlandırma çalışmalarının yaygınlaştırılması sulardaki azot ve nitrat azotu miktarlarının düşürülmesine katkı sağlayacaktır.
Nitrat, tatlı içme suları için de önemli bir kirleticidir. Nitratla kirlenmiş suları arıtmak zordur ve yapılan arıtma işlemleri tam olarak başarı sağlayamamaktadır. Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.
Marmara Denizi’ne gerek atık su deşarjı ile ve gerekse akarsularla aktarılan sulardaki azot ve fosfor yükünü azaltmak için agroekolojik yöntemlerin kullanımını yaygınlaştırmaya yönelik kamusal nitelikli bir tarımsal üretim programını acilen uygulamaya koymak gerekmektedir.
Bu yapılmadığı sürece Marmara Denizi’ni temizlemeye yönelik eylem planlarında yer alan azot ya da fosfor taşınmasını azaltmaya yönelik vaatlerin bir anlamı olmayacaktır. Ama daha açık konuşmak gerekiyor: Ortada böyle bir agroekolojik program olmadığı sürece söylenen her şey boş laftır.
(BŞ/TP)