Günlerdir Mardin’in Rojava sınırına sıfır noktasında olan bir köyündeyim. Daha çok okuyarak zaman geçiriyorum ve akşamüstleri kısa yürüyüşler yapıyorum.
Arada insanlarla sohbet etme olanağı da bulabiliyorum elbette. Sohbet konuları, birçok ilçede ve şehirlerin bazı mahallelerinde uygulanan sokağa çıkma yasakları ve elbette 1 Kasım’da gerçekleştirilmesi muhtemel genel seçimler.
Muhtemel, diyorum, çünkü pek çok insan, HDP’nin barajı yine aşacağına ve AKP’nin tek başına iktidar olamayacağına kesin gözüyle bakıyor. Bunun farkında olan AKP’nin ve Saray’ın seçimlerin gerçekleştirilmemesi için ne mümkünse yapacağına inanıyorlar.
Günlerdir hazırlıkları süren Ankara mitingini de yakından izliyorlar elbette. Çünkü 7 Haziran’dan bu yana dozajı giderek artan devlet şiddetiyle muhatap oluyorlar ve bu şiddetin, Fırat’ın Batı yakasında yeterince hissedilmediğini düşünüyorlar. Mitingin sivil toplum örgütleri tarafından organize edilmesini ayrıca önemsiyor ve şunu umuyorlardı: Ankara’da yükselecek barış sloganları, KCK’nin aldığı eylemsizlik kararıyla birlikte, savaştan medet umanlara karşı daha güçlü bir karakter kazanacaktı.
Biber gazına razı olmak
Mitinge Mardin’den katılmak üzere hazırlanan bazı arkadaşlar beni de davet ettiler. “Cuma günü yola çıkarız, cumartesi günü mitingden sonra döneriz.” Barış mitingine kim katılmak istemez ki. Ama yine de bir isteksizlik var bende. Espri yaparak geri çeviriyorum teklifi: “Polis copu, gaz bombası, tazyikli su yiyecek havada değilim.”
Espri yapıyorum elbette, ama öte yandan mitinge katılacak arkadaşlarımın coptan, gazdan, tazyikli sudan paylarına düşeni alacaklarına da inanıyorum elbette. 7 Haziran seçimlerinde hezimete uğrayan AKP, muhaliflerin neredeyse bütün etkinliklerine insafsızca müdahale etmekte beis görmedi. Büyük bir kitleyle Ankara’da gerçekleşecek mitinge bir bahaneyle müdahale etmeyeceğini düşünmek saflık olurdu.
Mardin’den mitinge katılmak üzere Ankara’ya gitmeye hazırlanan arkadaşlar da bunu hesaplıyorlardı elbette. “Olsun, biraz da Ankara’da gaz yiyelim” demeleri de bu nedenleydi.
Sonra bir daha görüşemedik mitinge gitmeye hazırlanan arkadaşlarla. Dönüşte görüşecektik ve bir müdahale olmuşsa nasıl ıslandıklarını, yedikleri biber gazını konuşup şakalaşacaktık. Bir de Ankara’da gerçekleşen barış mitinginin öneminden konuşacaktık mutlaka. Biber gazına herkes razıydı yani, yeter ki miting özlendiği ve beklendiği gibi görkemli olsundu.
Bombaların patladığını haber alınca insan şaşırmaz mı? Ben şaşırmadım, ama dehşet içinde kaldım. Şaşırmadım, çünkü Diyarbakır’da, Mardin’de ve aslında bütün bölgede buna benzer korkunç bir katliam bekleniyordu. HDP’nin herhangi bir mitinginde, bölgedeki herhangi bir kitlesel yürüyüşte bir katliam gerçekleşebilirdi. Ankara’da barış talebiyle bir araya gelen insanlara yönelik böyle alçakça bir eylem, bölgede yaşayan kimseyi şaşırtmıyor, ancak dehşet içinde bırakıyor.
“Daha ne yapacaklar”
“Daha ne yapacaklar” sorusunun muhatabı devlettir elbette. Mardin’in bu küçük köyünde konuştuğum insanlar, Ankara’daki katliamdan devleti sorumlu tutuyorlar. Çünkü 7 Haziran seçimlerinden önce HDP’nin Adana ve Mersin il binalarının bombalandığını ve faillerinin bulunamadığını; 5 Haziran’da Diyarbakır’da miting alanında patlayan bombanın faili olarak bir genç çocuğun yakalandığını ve arkasındaki gücün ortaya çıkarılmadığını; Suruç’taki eylemde kendini patlatarak 33 genci katleden çocuğa lojistik desteği kimlerin sağladığının deşifre edilmediğini biliyorlar. Ve benzeri daha birçok olayın karanlıktan kaldığını biliyorlar.
“Daha ne yapabilirler” sorusunu Evrensel gazetesi için yazdığım yazıda ben de sormuştum. 5 Haziran’da, HDP’nin Diyarbakır mitinginde bombaların patladığı gün yayımlanmıştı “Amed, Fırat’ın Öte Yakasına Bakıyor” başlıklı yazı.
“Öte yandan seçim startı verildiği günden bu yana HDP’li yetkililer provokasyon olasılığına dikkat çekti. Yine ilk günden beri gerçekleşen saldırılara karşı soğukkanlı bir tutum sergileyerek kitlesini de sakinleştirdi. Bu soğukkanlı tutumun temelinde, özellikle Kürt seçmeni provoke edecek her türden eylemin, HDP’nin elde edeceği başarıyı berhava etmeye hizmet edeceği öngörüsü yatıyor. Ağrı’nın Diyadin ilçesinde gerçekleştirilen operasyondan Adana ve Mersin seçim bürolarının bombalanmasına, HÜDA PAR’lıların Bağlar’da iki kardeşi bıçaklamasından Karlıova’da Hamdullah Öğe’nin katledilmesine kadar bütün eylemlerin, HDP kitlesini sokağa dökmek amacı taşıdığı artık aşikâr. Seçime üç gün kaldı ve bu eylemleri gerçekleştirenler henüz amaçlarına ulaşamadı. Başka ne yapabilirler? ‘Derin devlet’in derin zihninde ne tür kirli planlar var, kestirmek zor doğrusu.”
Ankara’daki katliamdan sonra, “daha korkunç ne yapabilirler” sorusuna, bir kez daha, “kestirmek zor doğrusu” diye cevap verebiliyor olmak çok can yakıcı.
Ankara’dan sonra seçim ne olacak?
Mardin’in küçük köyünde, “Seçimler iptal olsun diye gerçekleşti bu eylem” diyor insanlar. Sonra, 9 günlük kuşatmanın ardından konuşan Cizreli yurttaşların sözlerini tekrarlıyorlar:
“Sandıkları karakola da koysalar gidip oyumuzu kullanacağız.” “Oyumuzu kullanacağız” sözünü, “Seni başkan yaptırmayacağız” sözüyle eşdeğer bir nitelikte kullandıklarını hatırlatmam lazım.
Ankara’daki katliamın nedenleri, hedefleri, failleri için çok şey söylenecektir. Hiçbir söz vicdan sahibi insanları teselli etmeyecektir elbette. Katliamdan sonra “Seçim hükümetiyiz” söyleminin arkasına sığınma ihtiyacı duyan iktidar erkânının üç günlük yas ilan etmesinin hiçbir manası ve failler ortaya çıkarılmadan hiçbir samimiyeti de olmayacak.
Ankara’daki mitinge Eskişehir’den katılan şair arkadaşım Emel İrtem, kendisini merak edenlere Facebook hesabından şunları yazdı: “Ulaşamayan arkadaşlar, biz iyiyiz, başkent kötü.”
Mardin’in bir küçük köyünde, başkentte hayatını kaybeden, yaralanan, dehşeti yaşayan arkadaşlarımız için kötüyüz. İyi olmayacağız. (VE/EKN)
* Fotoğraf: Caner Efe / AA