2006 yılında Sözel-2 alanında Türkiye'de 234. olarak Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü'nde okumaya hak kazandım. Burada iki yıl okuduktan sonra özellikle dil ve kimlik noktasında hem bireysel hem de ulusal olarak yaşadığım (annesi, babası Kürt olan bireyim ve kendimi Kürt olarak tanımlıyorum) baskılardan dolayı 2008-2009 öğrenim yılında Dicle Üniversitesi'ne yatay geçiş yaptım. Buradaki ilk yılımda üniversiteye devam etmekle beraber Dicle Üniversitesi Öğrenci Derneği (DÜÖ-DER) öncülüğünde gerçekleştirilen etkinliklere katılmaya başladım; bunların kiminde de aktif olarak yer aldım.
2009 Nisanı'nda Amara'da DÜÖ-DER üyesi arkadaşımız Mahsum Karaoğlan yaşamını yitirdi.
6 Nisan günü bu olayı protesto amaçlı derse girmeme kararı aldım. Bu boykot sırasında gözaltına alındım.
Örgüt adına suç işleme, örgüt propagandası yapma, örgüt adına eğitim ve öğretim engelleme ve kamu malına zarar verme maddelerinden hakkımda dava açıldı. Dosyada delil olarak o gün bağladığım, günlük yaşamda da kullandığım puşi ve polis ifadeleri vardı. Bunlar da delil olarak tartışmalı durumdalar. Ancak Nisan 2010'da bu "delil"lerden yola çıkılarak örgüt adına suç işleme, örgüt propagandası yapma, örgüt adına eğitim ve öğretim engelleme maddelerinden 10 yıl 5 ay ceza aldım. Bu ceza Temmuz 2011'de de Yargıtay tarafından oybirliğiyle onaylandı. Şimdi hükümlüyüm.
Üniversite yönetimi hakkımda soruşturma açtı ve ben de savunmamı yolladım. Fakat bana cevap olarak bir yazı gönderilmedi. Ancak bildiğim kadarıyla cezası kesinleşen biri direkt olarak üniversite ile ilişiği kesiliyor. Üç yılı aşkın bir süredir zindandayım.
İlkokuldan itibaren okumaya, okula çok bağlı bir öğrenciydim ve bu durum başarı düzeyime de yansıyordu. Ancak son 3-4 yıl içinde, gerek dışarıda gerekse cezaevinde yaşadığım olaylara ve edindiğim tecrübelere baktığımda o bağlılık ve isteğin yerini büyük bir soğukluğun ve beklentisizliğin aldığını söyleyebilirim. Okuldan atılmayı çok sorun yapmıyorum. Hatta bunun gözlerimin açılmasına, gerçeği öğrenmeme katkıda bulunduğunu da söyleyebilirim.
Benim sorunum şu: Arkadaşlarım Mahsun Karaoğlan ve Mustafa Dağ binlerce insanın içinde, gözleri önünde, onlarca kamera arasında gaz bombaları ve plastik mermiler nedeniyle yaşamlarını yitirdiler. Olayın üzerinden üç yıl geçmiş, bizler protestodan dolayı alınmışız, on yıllarca ceza almışız, emniyet, savcılık, yerel mahkeme, Yargıtay gayet organize ve atik bir şekilde işlemiş ancak bu yaşanan iki ölümün ve onlarca başka yaralanma olayının failleri "ortada yok". Ancak Uludere'nin Roboski köyünde 34 Kürt'ün savaş uçakları tarafından bombalanmasını dahi bu kadar kamuoyuna rağmen aylardır hâlâ sonuca ulaştıramadıysak "bu duruma şaşırmamak" gerekir.
Velhasıl-ı kelam, bu durumlar bana; Kürtlerin "sözde vatandaş" olduğu veya "en iyi Kürt ölü Kürt'tür" anlayışlarının dışavurumu olarak yansıyor. Ancak buna karşı yükselen her ses ne kadar yetersiz, etkiden uzak düşünülürse düşünülsün önemsenmesi gerekir diye düşünüyorum. Ülkemizin demokratik duyarlılığının, kimliklere ve insan haklarına duyulan saygının artması için buna ihtiyacı var. Bu temelde çalışmalarınızda başarılar diliyorum. (MA/HK)
* Mahsun Akbaş, Adıyaman E tipi Cezaevi
** Meçhul Öğrenci Postası mektuplarını okumak için tıklayın.