Ve beklenen oldu.
Cumhurbaşkanı, Can Dündar ve Ekrem Gül için AYM’nin verdiği “hak ihlali” ile ilgili kararı için sert üslubu ile "AYM bu şekilde bir karar vermiş olabilir. Ben AYM’nin kararına sessiz kalırım. Verdiği karara uymuyorum. Saygı da duymuyorum" yorumunda bulundu.
Cümle içerisinde kullandığı “sessiz kalırım” ifadesi, sonrasında kullandığı “Verdiği karara uymuyorum. Saygı da duymuyorum" söylemiyle geçersiz kaldı. Sessiz kalmadı. Aksine sesini en yüksek tondan çıkardı. Hukuk devleti olarak bildiğimiz yönetim biçiminde, yasaların yerinde ve eksiksiz uygulanmasını denetleyen en üst kurum olan AYM’nin verdiği karar için “saygı duymadığını” söyleyen, yönetim biçimimize göre en üst makam olan cumhurbaşkanı.
AYM kararlarına “uymayacağını ve saygı duymayacağını söyleyen makam daha önce bir toplantıda “gerektiğinde mevzuatı bir kenara koyacaksınız”, bir başka toplantıda da “ mevzuatlara sadık kalanların belki kafası ağrımaz ama ileriye bırakacakları eser de olmaz” diyerek yasaların gerektiğinde uyulmayacağının işaretini vermişti.
Bugünlere gelene kadar birçok defa yasalara uyulmadığını, mevzuatın bir kenara bırakıldığını, fiili durumlar yaratıldığını görmüştük. Benzer gelişmelere şahit olduğumuz için de bu son açıklaması bizleri fazlaca şaşırtmadı.
Fildişi Sahilleri’ne yapacağı resmi ziyaret öncesi yaptığı açıklamanın sonunda “benden sonra ortalık biraz karışacak” diyerek bir anlamda söylediklerinin olağandışı olduğunu da tasdik ediyordu.
Bu sözlerdeki vahamet, AYM kararına uymamak, saygı duymamak, kabul etmemek değil. Vahamet, bu sözler kabul gördüğünde, desteklendiğinde başlayacak. Bugüne kadar defalarca hukuk dışı işlem yapılmasına rağmen, yasalara uyulmamasına rağmen ortada kalan hukuk kırıntıları da, bu sözler kabul görüp desteklendiği an kalmayacak.
Hukukun bittiği an olacak.
Ne anayasa kalacak, ne yasalar. Yasalar olsa da uyulmasına gerek kalmayacak. En üst makam yasalara uymazsa alt makamlar neden uysun? Zaten bizzat en üst makam tarafından “gerektiğinde” kaydıyla “mevzuatın bir tarafa bırakılması” söylenmemiş miydi? İş bu kadar basit.
En üst, en yetkili makam sahibi, en üst ve en yetkili hukuk makamının kararına saygı göstermeyeceğini, uymayacağını, kabul etmeyeceğini açıklarsa, bu açıklama kabul görür, desteklenir ve alkışlanırsa, en üst makamın temsil ettiği ülkede adalet denilen kavram, hukuk, hukuk devleti kalır mı?
Bu ifadeler açık bir şekilde anayasanın ihlalidir. Sadece “vatana ihanet” suçlamasıyla yargılanması mümkün olan makam sahibinin anayasa ihlali nedeniyle nasıl bir sonuç alacağını bilemem ama TCK’nın 146/1 maddesinde yar alan “anayasayı kısman veya tamamen tağyir, tebdil ve ilgaya teşebbüs” suçunu kapsadığını söyleyebilirim.
İmam ile cemaat ilişkisini anlatan sözü yazmadan sadece hatırlatmakla yetineceğim. En üst ve yetkili makam, yasalara uymazsa, saygı göstermezse, vatandaş rıza ne yapar? Bu sözlerden sonra yasalara uymama, kabul etmeme, saygı göstermeme hakkım doğuyor mu? Yoksa sadece en üst ve yetkili makamın saygı duymadığı ve kabul etmediği kararlara karşı aynı haklara mı sahip olacağız?
Ülke zaten karmaşık bir durumdaydı, bu sözlerle içinden çıkılamaz bir duruma daha girdi. Yasalar kime göre uygulanacak? Yasalara gerek kaldı mı?
Eğer gerektiğinde uyulmayacak ise, eğer gerektiğinde kabul görmeyecekse, eğer gerektiğinde saygı duyulmayacaksa anayasaya gerek var mı? Yeni anayasa yapılması için bu kadar çabaya gerek var mı? Bırakın anayasayı bir tarafa, yasalara da gerek yok. En üst makam ne derse öyle olsun. Zaten öyle olmuyor mu?
İstanbul 14. Ağır ceza mahkemesinin savcı ve yargıçları stajyer mi? Yılların adalet çalışanları. Onlar kararlarını verirken ve uygularken “hak ihlali” yaptıklarının farkında değiller miydi? AYM karar verince mi fark ettiler “hak ihlali” yaptıklarının? Hukuk ve uygulaması bu kadar mı basitleşti? Yılların hukuk adamları bu kadar bariz bir şekilde “hak ihlali” yapıyorlarsa bir nedeni vardır.
Yapılanlar yasalara uymadığında, yasaları yapılanlara göre uydurmak gerektiğinden, “yasal olmasa da fiilen başkanlık sisteminin var olduğunu, sadece yasaların buna uygun hale getirilmesi gerektiğini” daha önceki konuşmalarında açık bir şekilde belirtmişti. Yapılması istenen ve üzerinde çalışılan yeni anayasanın gerekliliği söylenen cümlede belirtilendir. Yasal olarak mümkün olmayan ama fiili olarak uygulanan duruma uygun yasa yapımından ibaret yeni anayasa.
Bir diğer hukuksal çalışma da yine aynı mantığa sahip. Uygulamalar yasaya uymadığı için, yapılanlara uygun yasa çıkarma zorunluluğundan kaynaklanan dokunulmazlık yasası. Milli Savunma Bakanlığı’nın hazırlayıp Adalet Bakanlığı’na sunduğu taslak, “Terörle mücadelede görevli tüm TSK mensuplarıyla” ilgili suçlarda doğrudan soruşturma yapılamayacak.
Suç işlediği iddia edilen bir askerin yargılanması için, savcılık önce Milli Savunma Bakanı’ndan izin alacak. Bakanlık izin verirse, soruşturmayı Başbakanın da onaylaması gerekecek.
Henüz taslak. Ancak içeriği korkutucu. TSK mensupları suç işlese de, yaptıkları suç olsa da, Milli Savunma Bakanlığı izin vermez ise yargılanamayacak. İşlediği suç yanına kalacak. Bakanlık izin verse başbakanlığın da onaylaması gerekecek. Onaylamaz ise yine aynı sonuç.
Basit bir mantıkla baktığımızda, böyle bir yasaya ihtiyaç duyuluyorsa ortada örtülmesi gereken bir suç var demektir.
Son soru hakkımı kullanarak, madem uyulmayacak, madem istenildiği gibi hareket edilecek, neden yasa yapıyorsunuz?
Yasalar sadece bizim için mi var? (NT/HK)