“Kurt dumanlı havayı sever” sözü sanırım bu günlerimiz için en uygun tanımlama olacaktır. İçeride darbe girişimi sonrası yaşanan –yaratılan-karmaşa (”at izinin it izine karışması”), ülkenin bir bölümünde şiddetini her gün arttıran çatışmalar; artan ölümler, yaşama dair derin kaygılar (yetkililerce her gün, yakalandığının açıklanmasında bir beis görülmeyen canlı-cansız bomba listeleri) ve aynı anda Suriye’de geleceği belirsiz bir savaşa dahil olunması, sanırım bazı çevrelerce vaktin erdiği olarak algılandı.
Uzun yıllardır her istediğini, bazen itirazlar nedeniyle zorlansa da, bazen yasa ve mevzuat engellerine takılsa da gerçekleştirmenin bir yolunu bulmuş olan sermaye çevrelerinin, böyle bir fırsatı kaza etmesi zaten beklenemezdi. Tez elden gereği yerine getirildi! Darbelerin mantığı gereği bir gece “herkes uykudayken” sabaha karşı doğaya darbe yapıldı, katlinin fermanı onaylandı.
Başka bir ülkede olsa kıyametin kopması gerekirken, sessiz sedasız, mecliste ciddi bir itirazla da karşılaşmadan geçti yasa. Zaten pratikte bir geçerliliği de kalmamış olan rektör atamaları maddesinin çıkardığı gürültü patırtı arasında. Onun geri çekilmesi de sanırım milli mutabakatın devam ettiğini göstermeye yönelik bir hamle ve rakibi yorma taktiği idi. Oysa rakip zaten oyunda değildi. Murat başkaydı.
Siyasi partilerin işin ciddiyetini pek kavradıkları söylenemez. Zaten böyle bir beklenti içinde olmamak için de partilerin milletvekili profillerine bakmak yeterli. Baro kuracak kadar avukat ve şantiyelere yetecek kadar inşaatçı mevcut çok şükür. Bırakın yönetici kadrolarını, bünyelerinde ne bir yerbilimci, ne de bir doğal yaşam savunucusu mevcut. Doğanın mekanizmalarını ve dengelerini bilmeden, bırakın nasıl oluştuğunu, doğaya yapılan müdahalelerin ileride nelerle sonuçlanacağına dair yeterli bir bilgiye sahip olmayanların, hangi hukuki bilgiye sahip olursa olsun meseleyi tam anlayamayacağını söylemek zor olmasa gerek.
Eğer böyle olmasaydı, her seferinde kopya afetlere dönüşen doğa olaylarına karşı gereken önlemler alınabilir, doğanın yıkımı, halkın çaresizliği ve mağduriyeti büyük ölçüde önlenebilirdi. Ama inşaatçılarımız da bu günler için var değiller mi. Yıkılanın daha kârlısını yaparlar evellallah.
Kamuoyunun gündemine önce “Madde 70“ olarak giren, bu isimle Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülen, Meclisten sabaha karşı “Madde 75” olarak geçirilen, yeni adı ise “Madde 80” Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi.
“Madde 80”in ayrıntılarına girmenin bir anlamı yok. Her bir maddesi doğaya ayrı bir hançer. Söylenmesi gereken tek bir şey var; insanlık tarihi boyunca kanun (veya benzeri) yapılan herhangi bir toplulukta herhangi bir medeniyette, herhangi bir devlette doğayı ve yaşamı böylesine yok etmeye dönük, böylesine acımasız, böylesine hukuksuz bir karar alınmamıştır. Artık içinde yaşayan bütün canlı türleri ile birlikte doğa, yok edicilere karşı tamamen sahipsiz ve savunmasız bir durumda.
Artık hiçbir hukuksal mevzuat bu gidişata dur diyemeyecek, hiçbir bilimsel ve teknik itiraz dikkate alınmayacak, taraf olunan uluslararası sözleşmeler göz ardı edilecek. “Stratejik gereklilik ve aciliyet” denilince akan sular duracak. Trabzon Valisinin veciz ifadesiyle de, “Karşı çıkanın kafası kopartılacaktır.”
Böyle bir konuda yazarken insan gerçekten zorlanıyor. Ne denmeli, nasıl söylemeli bağlamında değil elbette. Bu güne kadar ne söylenmedi, söylemediğimiz ne kaldı, tehlikeyi nasıl daha çarpıcı bir biçimde anlatmalı diye.
Geleceğimizi bekleyen zifiri karanlığı; sağlıklı, yaşanabilir bir çevrenin en temel insan hakkı olduğunu; gelecek nesillerin daha doğmadan elinden alınmak istenen haklarını; doğanın, içinde yaşayan bütün sahipsiz canlılara da ait olduğunu nasıl ve hangi cümlelerle anlatabiliriz? Gözü paradan başka bir şey görmeyen yok edicileri, milyonlarca yıllık doğal birikimleri ve doğal varlıkları, dünyanın yaşı ile kıyaslandığında, kısacık ömürlerinde ele geçirdikleri güç ve iktidarla yok etmeye hakları olmadığına nasıl ikna edebiliriz?
İşin bu kısmı çok zor gözüküyor. Anlaşılan, onların nezdinde, bizim bütün söylediklerimizin bir kıymet-i harbiyesi yok. Bilmediğimiz bir durum değil elbette. Onlar yok etmeye, bizlerse karşı çıkmaya devam edeceğiz. İnsanlık tarihi böyle şekilleniyor. Elbette kısa vadede kaybedilenler olacaktır. Ama bu uzun soluklu bir mücadeledir. İnsanlığın ortaya çıkışından başlayan, sınıflı toplumla şekil değiştiren ve şiddetlenen.
Doğa da bir yandan mücadelesini kendi çapında sürdürecek. Milyonlarca yıllık birikimlerini savunacak, kaybettiklerinin yerine yenilerini koymak için önünde uzun zamanlar var, onları başka uygarlıklarla paylaşacak. Onlar için de var olmaya devam edecek.
Tarih ise hükmünü elbette bütün yaşananlara ve yaşatanlara bakarak verecek. (Şİ/EKN)